Uzunyayla’nın en büyük köylerinden biri olan Karakuyu’nun okuma seferberliği yılları… Ağabeylerimizin, ablalarımızın uzak şehirlere okumaya gönderildiği dönemler, çocukluğumuzun idolleri üniversiteli büyüklerimiz…
Köyün ilk fizik mühendisliği okuyan gençlerinden Ferej Ümit Ağabey’in kızı Damla Güneş müzik yapıyor hem de caz müzik diye haber alınca önce şaşırdık, sonra büyük bir gurur ve heyecanla peşine düştük.
Araya pandemi girdi, iş güç girdi derken sevgili Damla’yı nihayet kasım ayında Yeldeğirmeni Sanat Merkezi’nde Dolce Caz Vokal Grubu olarak verdikleri konserde yakaladık. Büyük keyif aldığımız konser sonrası ayaküstü tanışma ve söyleşi süreci…
Damla’ya sanatı hayatının bir parçası haline getirmek konusunda sarf ettiği çaba nedeniyle ve söyleşi için çok teşekkür ediyoruz.
-Merhaba, sizi tanıyabilir miyiz?
-Merhabalar, ben Damla Güneş. Babaları Uzunyayla’nın küçük Paris’i Karakuyu Köyü’nden, anneleri ise Afyonlu ikiz kardeşlerden biriyim. Ankara’da doğdum büyüdüm, ama Karakuyu’yu ziyaretlerimizi her zaman çok sevdim. Bu yaz 2.5 yaşındaki kızımı da Karakuyu’ya götürerek ona da aynı sevgiyi aşılamış oldum.
Babamın da etkisiyle küçüklüğümden beri ODTÜ’de okumak istedim, 2009 yılında çok severek girdiğim ODTÜ İktisat bölümünden mezun oldum. Okuldaki öğretmenlerimin de teşvik etmesiyle İngiltere’nin önde gelen üniversitelerinden London School of Economics’te yüksek lisansımı tamamladım.
Bir süre ekonomist olarak çalıştıktan sonra sektör değiştirdim, an itibariyle 10 yıldır bilişim sektöründe, GSL Mühendislik firmasının Pazarlama Müdürü olarak görev yapıyorum. Teknolojideki son gelişmelerin nabzını tutabildiğimiz, bazı teknolojileri daha kimse denemeden bizim deneyebildiğimiz, heyecan verici bir alan bu da benim için.
Kardeşimle 8 yaşındayken başladığımız Devlet Çoksesli Çocuk Korosu ile müzik ve sahneyle tanışmış olduk. Bu koroyla birlikte birçok şef ve orkestrayla, CSO’dan Resim Heykel’e birçok farklı sahneye çıktım. 16 yaşımda müziğe kemanla devam etmeye karar verdim. 2004’te AFS değişim öğrencisi olarak gittiğim Amerika’da okulumun orkestrasında birinci keman olarak görev yaptım; ancak tam da orada ilk müzikal tiyatro deneyimimle esas sevdiğim şeyin müzik ve tiyatronun bu sihirli birleşimi olduğunu fark ettim.
ODTÜ’de geçirdiğim üniversite hayatım boyunca, ODTÜ The Company, Stage On The Run ve Lemur Sanat topluluklarının çok sayıda müzikalinde sahneye çıktım. Yalnız sahne üstünde değil, yönetmen, orkestra üyesi, ışık sorumlusu gibi çok farklı görevlerle bu performansların yapım sürecinde de yer aldım. Hâlâ arada sırada minik müzikal performanslara devam ediyorum.
Dolce Caz Vokal Grubu ile ise caz dünyasına adım attım. 2011’de kurulan grubun kurucu üyelerinden biriyim. Müzikallerden ve korodan da aşina olduğum çoksesli şarkı söylemenin en üst noktasında Dolce bana göre. 11 yıldır bu grupla caz festivallerinden TEDx konuşmalarına, Türkiye’nin en ünlü caz kulüplerinden CSO’nun yeni sahnelerine kadar birçok yerde sahneye çıktık. Bu aralar üç üflemeli de eklediğimiz güzel orkestramızla 21 Aralık’ta Türk Amerikan Derneği Coşkan Daş Sahnesi’nde gerçekleştireceğimiz yeni yıl temalı konserimize hazırlanıyoruz.
“Dünya görüşü ve ideoloji olarak hâlâ tam bir ODTÜ’lüyüm diyebilirim”
-Hepimiz ODTÜ bahar şenliklerini, ODTÜ mezuniyet törenlerindeki pankartların ne kadar yaratıcı olduğunu biliriz. ODTÜ’lü olmak bu anlamda sizi nasıl etkiledi?
-ODTÜ hakikaten düşünce özgürlüğünün hissedildiği, zamanında Deniz Gezmiş’lerin başlattığı solcu geleneğin bir okul kültürü olarak devam ettirildiği yer. Bunu DEVRİM yazılı stadyumunda olsun, herkesin birbirine herkesten bir şeyler öğrenebilirim yaklaşımıyla “hocam” demesinde olsun ufak detaylarda hep hissediyorsunuz. Ben 1960’lar sonu 70’ler başında ODTÜ’de öğrenci olmuş babamın etkisiyle zaten dünden hazırdım o kültüre uyum sağlamaya. Hâlâ da dünya görüşü ve ideoloji olarak tam bir ODTÜ’lüyüm diyebilirim.
-Diğer sanat dallarından farklı olarak müzik, ninnilerle bebekliğimizden itibaren hayatımıza girer ve yaşamımızla birlikte bir seyir izler, biraz söz ettiniz aslında ama siz müzikle nasıl tanıştınız, yaşamınızda nasıl bir seyir izledi?
-Daha anaokulundayken kuzenlerimi sıraya dizip bale yaptırmaya çalıştığım görüntüler mevcut. Annem sağ olsun, kardeşimle beni daha 8 yaşındayken Devlet Çoksesli Çocuk Korosu’nun seçmesine götürerek bizi bu dünyaya soktu. Ben çok sevdim. Daha minicikken profesyonel müzisyenlerle çalışma, onlar tarafından yetiştirilme imkânım oldu. Bu benim ufkumu çok açtı. Daha sonra da müziksiz bir hayat düşünemedim. Özellikle vokal olmayı, şarkı söylemeyi sevdim, o alanda kendimi geliştirdim. Bebeğim olduğunda dahi sahneye ne zaman dönerim planları yapmaya başlamıştım. Hâlâ Dolce Caz Vokal Grubu ile oldukça aktif olarak sahneye çıkıyorum.
“Bir caz şarkısının her performansı birbirinden farklıdır”
-Bir müziksever olarak hep klasik müzik penceresinden müziği öğrenmeye çalışırken hocamız pop, rock gibi pek çok müzik türünün klasik müzik tabanlı olduğunu ancak cazın oldukça farklı bir müzik türü olduğunu anlatırdı. Cazseverler “Klasik müzik romansa caz öyküdür. Klasik müzik kurumsalı, caz özgürlüğü çağrıştırır” derler, gerçekten böyle midir ve neden caz?
-Caz müzik aslında Amerika’daki siyahilerin özgürlük mücadelesinden bağımsız düşünülemeyecek bir müzik türü bence. Bu özgürlük mücadelesi cazın icra ediliş şekline de yansımış. Klasik müziğin kuralcılığını bozmuşlar, müziğe özgürlük getirmişler. Öte yandan pop, rock gibi türler de birçok açıdan kendini tekrarlayan müzik türleri. Caz ise hep farklı olanda, çeşitlilikteki güzelliği bulup çıkarıyor gibi hissediyorum. Bir caz şarkısının her performansı birbirinden farklıdır mesela. O anda icra edenlerin moduna göre bastıkları nota, vokalistin yaptığı melodik ve ritmik varyasyonlar değişebilir. Bir gün o şarkıyı dinlerken hüzün hissedersiniz, diğer gün tebessüm ettirir…
-Dolce Caz Vokal Grubu’nun kurucu üyeleri arasında olduğunuzu biliyoruz. Bize biraz grup öncesi neler yaptığınızı, grup kurma fikrinin nasıl oluştuğunu ve grup yolculuğunuzu anlatır mısınız…
-Grup kurulmadan ben aktif olarak müzikal tiyatro yapıyordum. Başrol olarak sahneye çıkmışlığım da var, yönetmen olduğum da. Üyesi olduğum ODTÜ The Company müzikal topluluğunun eskilerinden Duygu Yücesoy bana bir gün “Üç sesli olarak caz aranjmanları söyleyeceğimiz bir grup kuruyoruz, sen de gelir misin” diye sordu ve dünyam değişti.
-İş ve müziği, üstelik de ciddi bir çalışma ve hazırlık gerektiren, sizin yaptığınız tarz bir müziği birlikte sürdürmek zor olmuyor mu?
-Neyse ki Ankaralı bir grubuz! Sanırım İstanbul’da olsak bizim kadar sık bir araya gelmek, bu kadar prova yapmak, Dolce’ye bu kadar zaman ayırmak mümkün olmazdı. Şimdi çocuk sahibi olunca durum biraz daha zorlaştı ama eğer zaman yönetimini iyi yaparsanız, eşiniz de benimki gibi destekleyici ise yapmak imkânsız değil. Dolce, en sevdiğim şeyi icra ettiğim ve sayesinde de sahneden kopmadığım bir yer. Grubumuzun tüm üyeleri de aynı çalışma disiplinine sahip olduğu için bunca yıldır Dolce’yi devam ettirebildik.
-Bugüne kadar ciddi bir repertuvar oluşturduğunuzu düşünüyorum, söyleyeceğiniz şarkıları nasıl seçiyorsunuz? Kendi besteleriniz var mı?
-Söylediğimiz şarkıları genellikle grubumuzun müzik direktörü diyebileceğim Merve Erdal seçiyor. Kendisi asıl işi bu olmamasına rağmen uzun süre Türkiye’de ve yurtdışında cazın duayenlerinden eğitim almış biri. Caz armonisine çok hâkim, dolayısıyla bizim şarkılarımızın aranjmanlarının birçoğu da ona ait. Grubun diğer üyeleri olarak ona öneriler de yapabiliyoruz. Aklımıza yatan, sıkıcı olmadığını düşündüğümüz bir aranjman olursa repertuvara alıyoruz. Henüz bir beste çalışmamız olmadı, belki ileride onu da yaparız.
-Vokaller dışında iyi bir orkestra gerekiyor, orkestra üyeleri de vokaller gibi süreklilik gösteriyor mu, yoksa zaman zaman değişebiliyor mu?
-Söylediğimiz şarkıların aranjmanları caz müzisyenlerinin çok hâkim olduğu standart formatlarda olamadığı için bize eşlik eden müzisyenlerle de ciddi prova yapmamız gerekiyor. Böyle bir emek ortaya konmuşken de kendilerinden kolay vazgeçemiyoruz. Yıllar içinde hiç değişmeyen olmadı ama mecbur kalmadıkça aynı müzisyenlerle sahne alıyoruz diyebilirim. Aramızdan ayrılana kadar hep rahmetli Janusz Szprot ile sahne almıştık mesela. Kendisi Türkiye’de caza önemli katkılar sağlamış Polonyalı bir caz piyanistidir, bana da caz vokal konusunda mentorluk etmiştir.
-Türkiye’de diğer müzik türlerine göre cazın daha az dinlendiği, ancak caz dinleyicisinin çok daha sadık ve organize olduğu söylenir, siz ne düşünüyorsunuz? Konserlerinize yeterli ilgi olduğunu düşünüyor musunuz?
-Bu çok isabetli bir tespit bence. Dolce olarak herhangi bir caz konserinden farklı öğeleri de bir araya getirdiğimiz için sadık bir kitlemiz olduğunu düşünüyorum. Biz geçmişe göre daha aktif sahne almaya başladığımız için de daha fazla kişiye ulaşmaya başladık, bu kitlenin her geçen gün büyüdüğünü mutlulukla gözlemliyorum.
“Zamanında Timesailor adında bir progresif rock/metal grubunun vokaliydik eşimle birlikte”
-Cazı diğer müzik türlerinden ayıran en belirgin özellikler sizce neler? Caz dışında neler dinlersiniz?
-Önceden de belirttiğim gibi, özgür yapısı benim için öne çıkıyor. Kendi performanslarımızda dahi bize eşlik eden müzisyenler acaba bu sefer nasıl solo atacaklar diye merakla dinliyorum. Caz dışında ise sanırım en çok müzikal dinliyorum. İşin ilginç yanı progresif rock da severim.
Zamanında Timesailor adında bir progresif rock/metal grubunun vokaliydik eşimle birlikte. “Once Upon A Time” adında, orijinal bestelerden oluşan bir albümümüz var Spotify’da. Sonra o grubumuzun üyeleri, Türkiye’deki beyin göçünün harika bir temsili olarak, dünyanın dört bir yanına dağıldılar. Timesailor’ın İngiltere, Hollanda, Almanya’da üyeleri mevcut!
-Caz dinlemeye, cazla ilgilenmeye yeni başlayacaklar için dinlemek üzere neler önerirsiniz?
-Louis Armstrong’un “Satchmo” albümü, Ella Fitzgerald’ın “Ella In Berlin” albümü, Stan Getz ile João Gilberto’nun “Getz/Gilberto” albümünü tavsiye ederim. Duke Ellington, Miles Davis, Charlie Parker gibi sanatçıların eserlerine de bakılabilir.
-Ağırlıklı müzik üzerine kitap ve dergiler basan Pan Yayınları’nın “Müziği okuyabilirsiniz” sloganı hep çok hoşuma gitmiştir; sizin caz üzerine tavsiye edeceğiniz kitap/dergi var mı?
-Türkiye’de aslında buna yönelik ilk akla gelen yayın Jazz Dergisi. Kurucusu ve ilk yayın yönetmeni, Nardis Jazz Club’ın da işletmecisi olan Zuhal Focan. Zuhal Hanım, Türkiye’de caza önemli katkılar yapmıştır, Jazz Dergisi de onun vizyonuyla hâlâ jazzdergisi.com sitesi üzerinden devam ediyor. Türkiye’deki caz festivalleri, konserleri, çalıştaylar, Türk caz müzisyenleri gibi birçok içeriğe ulaşabilirsiniz.