Bağımsızlık Demokrasi Özgürlük Eşitlik Birlik

Şimdi sırası mı? Evet sırası!

Standart bir süreç işlemeye başladı gene… Sosyal medyada birileri “devletimizin (daha doğrusu ‘bizim partimizin/reisimizin’ demek istiyorlar) deprem karşısında ne kadar etkin ve mükemmel olduğunu” anlatmaya çalışıyorlar. Bir zamanlar, 99 depreminde, “Devlet enkaz altında. Beceriksizlik değil, ihanet” diye manşet atanlar bugün buna benzer laf edenlere tahammül edemiyorlar. Öte yandan, Elbistan’ın tamamının çöktüğünü ifade eden tanıklıkları ya da mesela İslahiye’nin yarısının bittiğini söyleyen Gaziantep Belediye Başkanı Fatma Şahin’in anlattıklarını dinleyen, felaket görüntülerini izleyen insanlar öfke içinde isyan ediyorlar. Şimdiye kadar devletin her türlü makamında koltuk bulmuş, yani o enkazlardan “bir parça sorumlu” olması gereken bir “Bakan” telefonla vinç/kepçe istiyor bir yerden… İnsanlar öfkeleniyorlar. Çünkü var olan “devlet” kurum değil, ahbap çavuş ilişkisiyle vinç bulabilen bir devlet. Çünkü o “Bakan”ın gitmediği köyde, ilçede, şehirde vinç bulamayacak olan bir devlet.

Bu manzara karşısında öfkeyle yazan, konuşan insanlara ilk türden birileri “Şimdi sırası mı!” diye çemkiriyorlar. Evet sırası… Çünkü insanlar göçük altında henüz yok olmadan önce, “Deprem vergisini ne yaptınız? Binaları kontrol ettiniz mi? Deprem için ne yaptınız?” diye soran insanları, bin kere uyarı yapan deprem uzmanlarını ciddiye almadı bir türlü ilgili ve yetkili makamlar. O yüzden tabii ki acımızı, yasımızı tutacağız, elimizden gelen bütün gücümüzle, birlikte yaralarımızı saracağız ama bir yandan da bağıracağız… Çünkü şimdi bağırmazsak, gene ciddiye alınmayacağız. Belediyelerin, devlet dairelerinin koridorlarında gene yolunu bulan ahlaksız müteahhitlerin ürettikleri binalarda, arsız şirketlerin suyunu kurutarak mahvettikleri topraklarda yaşamaya devam edeceğiz. Üstelik bir laf etmeye kalktığımız zaman, onların kalkan olarak kullandıkları “vatan-millet” konusunda her türlü afra ve tafralarına gene maruz kalacağız.

Betona tapınan, beton diktikçe itibarının yükseldiğini sanan ve bunu “medeniyet” zanneden azgelişmiş bir zihniyetin hâkimiyeti altında yaşıyoruz. Ağacı sadece yeşillik olarak gören, suları tepe tepe zehirleyen, insanları hasta eden altın madenlerine izin veren bir medeniyet… “Geleneğimiz, Anadolumuz, değerlerimiz, kültürümüz, vatan toprağımız…” diye mangalda kül bırakmayıp, o toprağı çöpe çeviren bir medeniyet…

Türkiye tarihinin gördüğü en büyük depremlerden birini yaşarken, itibardan kaybetmek istemeyen bir başka “Bakan” “sıkıntının sosyal medyadan” kaynaklandığını, hastanelerdeki yaralıların “birçoğunun deprem binalarından değil, depremden kaçarken vesaire yaralanarak evlerine dönenler” olduğunu söylemiş.

SİHA’larla, İHA’larla övünen, “global ölçekte itibarı çok yüksek olan devletimiz” reklamını yapanlar enkaz kaldırmak için iki tane vinç bulamıyor. Depremin yapayalnız ve çaresiz bıraktığı insanları kucaklayacak kapasitede bir “kurum” olarak devlet yok. Çok övünen devletçi dilin altı boş… Dünyada burnundan kıl aldırmayan birçok başka örneğini gördüğümüz gibi… Kuzey Kore falan gibi…

Yapılan yardımların iyi organize olması için tabii ki, koordinatör konumunda AFAD gibi bir kurum olması gerekiyor. Ancak yapılan yardımların hepsinin AFAD’ın yetersiz kanallarından geçmesi mümkün değil, bu yüzden başka sivil toplum örgütlerinin, belediyelerin yardım etmesinden daha doğal bir şey olamaz. Buna karşılık, başka şehirlerin belediyelerinin gönderdiği yardımlara valiliklerin kendi etiketlerini koyduğunu bile birinci elden duyduk ve gördük. Yani “senin yaptığın yardımı da ben yaptım gibi gösteririm, yerse…” gibi bir tavır…

Bu arada başta köyler olmak üzere, soğuktan donan insanların altında kaldığı ya da çıkabildiği binlerce enkazın başında hâlâ bir tane bile müdahale eden devlet kurumu ya da iş makinesi yok. Kendinden o kadar emin, o kadar kifayetsiz muhteris bir zihniyet var ki, ordudan bile yeteri kadar yardım almıyor. Yapılan yardımlardan başka kesimlerin itibar kazanmasından korkuyor, ama hesap sormakla tehdit ediyor. 99 depreminin tersine, sivil toplumun önündeki kapılar kapalı, çünkü görüntüyü ve iktidarını kurtarmak isteyen bu zihniyetin sahiplerinin gerçekten “biz” diye ya da “hep birlikte yaralarımızı sarmak” gibi bir derdi yok. Bu durum medya kanallarına da yansıyor. İktidarın yaptığı her şeye sempatiyle bakan (ya da kısaca “yandaş” diyelim) kanallar sadece devletin ne kadar iyi çalıştığını ve kurtarma operasyonlarını gösterirken, hâlâ kurtarma ekiplerini bekleyen çaresiz insanları göstermeye yanaşmıyor.

Bu arada şunu da not edeyim… Bu deprem dokunmadığı kültürel, dinsel, etnik grup bırakmadı; Türk, Kürt, Arap, Çerkes, Sünni, Alevi, Hıristiyan… Herkes dehşet bir acı içinde… Bu yüzden bu deprem için hiçbir aklıevvel, Allah’ın ceza verdiğine atıfta bulunarak, “7.4 yetmedi mi?” gibi zırvalayamayacak. Hiçbir aklıevvel TV züppesi “Askerimize taş atacaksın, sonra yardım isteyeceksin, yok öyle!” diye zırvalayamayacak.

Bu yüzden, bu korkunç kâbustan ne zaman uyanacağız bilmiyorum ama gerçekten bu topraklarda birbirimize sahip çıkmak için çok ama çok büyük bir ders almış oluruz diye ummak istiyorum.

Ferhat Kentel
Ferhat Kentel
Son olarak, kapatılan İstanbul Şehir Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi olan Ferhat Kentel 1981’de ODTÜ’de işletmecilik lisans eğitimini tamamladıktan sonra 1983’te Ankara Üniversitesi SBF’den yüksek lisans ve 1989’da Paris, Ecole des Hautes Etudes en Sciences Sociales (EHESS)’den sosyoloji doktora derecesi aldı. 1990-1999 arasında Marmara Üniversitesi Fransızca Kamu Yönetimi Bölümü’nde, 2001-2010 arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalıştı. Fransa’da Ecole des Hautes Etudes en Sciences Sociales (EHESS)’de ve Université de Paris I’de çeşitli dönemlerde misafir öğretim üyesi ve araştırmacı olarak bulundu. Türkiye’de ve yurtdışında çeşitli kitap ve dergilerde modernite, gündelik hayat, yeni sosyal hareketler, din, İslâmi hareketler, aydınlar, etnik cemaatler üzerine makaleleri yayımlandı. Yayınlanmış araştırma ve kitapları şunlardır: Ermenistan ve Türkiye Vatandaşları. Karşılıklı Algılama ve Diyalog Projesi (Gevorg Poghosyan ile birlikte), TESEV, İstanbul, 2005; Euro-Türkler: Türkiye ile Avrupa Birliği Arasında Köprü mü Engel mi? (Ayhan Kaya ile birlikte) İstanbul Bilgi Üniversitesi yayınları, İstanbul, 2005; Milletin bölünmez bütünlüğü: Demokratikleşme sürecinde parçalayan milliyetçilik(ler) (Meltem Ahıska ve Fırat Genç ile birlikte), TESEV, İstanbul, 2007; Belgian-Turks: A Bridge, or a Breach, between Turkey and the European Union? (Ayhan Kaya ile birlikte), King Baudoin Foundation, Brüksel, 2007; Ehlileşmemek, düzleşmemek, direnmek, (Söyleşi: Esra Elmas), Hayykitap, İstanbul, 2008, Türkiye’de Ermeniler. Cemaat-Birey-Yurttaş (Füsun Üstel, Günay Göksu Özdoğan, Karin Karakaşlı ile birlikte), İstanbul Bilgi Üniversitesi yayınları, İstanbul, 2009; Yeni Bir Dil - Yeni bir Toplum, (Söyleşi: M.Talha Çiçek, Gülçin Tunalı Koç), Bilsam yay., Malatya, 2012; “Kır Mekânının Sosyo-Ekonomik ve Kültürel Dönüşümü: Modernleşen ve Kaybolan Geleneksel Mekânlar ve Anlamlar” (Murat Öztürk ile birlikte), TÜBİTAK araştırması, 2017.

Yazarın Diğer Yazıları

Coğrafya ya da kötülük kader mi?

Hani “Coğrafya kaderdir” diye bir laf var ya… Tabii ki öyle bir şey yok… Ya da tabii ki yaşadığımız coğrafyanın, iklimin alışkanlıklarımız ve giyim...

12 Eylül’le yüzleşmek, 12 Eylülcülüğü aşmak

Bazılarına göre, AKP iktidara geldiğinden beri, yani 2002’den beri ama bana göre yaklaşık 10-15 yıldır Türkiye derin bir devlet krizi yaşıyor. Özellikle 2018’de fiilen...

Neoliberal popülist ahlaksızlığa karşı evrensel ahlak

Biraz sayılarla konuşalım. Türkiye’de asgari ücret civarında maaş alan insanların genel çalışan nüfusa oranı yüzde 55’ten çok. AB ortalamasında bu oran yüzde 10’dan az. Türkiye’ye...

Sosyal Medyalarımız

4,890BeğenenlerBeğen
1,353TakipçilerTakip Et
4,000TakipçilerTakip Et

Son Yazılar

- Advertisement -spot_img