Antigone sendromu

0
816

Tarih, tuhaf acımasızlığıyla tekerrür ediyor. 1999 yılının ağustosunda ekonomik krizle cebelleşen Türkiye, yeni bir yüzyıla girerken büyük bir depremle sarsılmıştı. Çeyrek asır sonra, daha ağır bir ekonomik krizin pençesinde bu kez de Cumhuriyet’in yeni yüzyılına girmek üzereyken yaşadık depremi. Kayıplarımızın acısı hâlâ çok taze.

Marmara depreminde hafızalara kazınan bir cümle: “Sesimi duyan var mı?” Arama kurtarma ekipleri enkaz yığınlarına doğru böyle bağırıyordu. Maraş depreminde ise bu ses enkazın altından geldi. Enkaz altında bir şekilde telefonuna sarılabilenler sosyal medya üzerinden “Ne olur bizi kurtarın, sesimizi duyun! Ölüyoruz” diyorlardı. Depremden sağ kurtulanlar, yıkılmış evlerinin çevresinde göçük altında kalmış yakınlarının seslerini çaresizlik içinde günlerce, gecelerce dinleyip durdular. Yardım beklediler, hatta yardım dilendiler. 2023 depremini daha travmatik hale sokan işte bu durumdu.

Deprem sonrası kriz yönetimi, toplumsal travmayı belli bir kalıba sokmayı, psikolojik çöküntüye ket vurmayı amaçladı. Çünkü ülkenin bu derin yas döneminde hüznün öfkeye dönüşme ihtimali vardı. Tarih tekerrürden ibarettir dedik ya, bu güdüyle oluşturulan kriz yönetimi, Yunan toprakları üzerinde eski bir mitten yola çıkılarak yazılmış; psikoloji, edebiyat, tiyatro ve felsefe gibi çeşitli sanat ve bilim dallarına referans oluşturmuş Sophokles’in meşhur tragedyası ‘Antigone’yi anımsattı bana.

Beşeri değer ve kanunların doğa kanunlarından üstün olmadığı, doğanın kanunlarına karşı gelenlerin bir şekilde bunun bedelini ödemek zorunda kalacağı teması üzerine kurulmuş tragedyanın konusu kısaca şöyledir: “Antigone, babası Oidipus öldükten sonra ülkesi Thebai’ye geri döner. Thebai’yi Antigone’nin erkek kardeşleri Polyneikes ve Eteokles yönetmektedir. Kardeşler, babalarının bedduasına uğramamak için, her türlü çekişmeden kaçınıyorlar ve ülkeye sırası ile birer sene hükümdarlık ediyorlardır. Fakat günün birinde Eteokles kendisini kâfi derecede kuvvetli hissederek, sırası geldiği halde hükümeti kardeşine devretmek istemez. Bunun üzerine Polyneikes komşu ülkelerin de desteğini alarak ülkesi Thebai’ye, kardeşi Eteokles’i hükümdarlıktan indirmek amacıyla bir savaş açar ve iki kardeş birbirini öldürür. Bu olaydan sonra Thebai şehrinin hükümdarlığı, en yakın akraba sıfatıyla, ölen kardeşlerin dayısı Kreon’a kalır. Kreon ülkesini savunan bir asker olan Eteokles için muhteşem bir cenaze merasimi yaptırır; fakat tellallar vasıtasıyla ayrıca şu emri de halka bildirir; kendi ülkesine karşı savaş açan Polyneikes’in cesedi çıplak olarak harp meydanında bırakılacak ve vahşi hayvanlara terk edilecektir. Ölüyü gömmeye ve ona, ölülere mahsus merasim yaparak saygı göstermeye kalkışacak olanın cezası ölüm olacaktır. Böylesi keyfi bir emre itaat edileceğinden kendisi de şüphelendiğinden Polyneikes’in cesedinin başına bir de nöbetçi koyar. Böyle bir emir hem Yunanların umumiyetle kabul ettikleri âdet ve kanunlara aykırıdır hem de oğlu gibi yakın yeğenine ve şehrin eski hükümdarına, sarih haklarını silah kuvvetiyle elde etmek istedi diye ölümünde hakarete kalkışmak kabalık ve hissizliktir. Böyle bir hareket aynı zamanda Tanrılara karşı da bir cürüm teşkil etmektedir. Çünkü Tanrılar ölülerin gömülmesini herkes için, bilhassa ölünün akrabaları için mukaddes bir vazife saymaktadır. Kreon’un manasız bir gurur ve ihtirasa kapılarak ilan ettirdiği yasak, bu yüzden şehirde umumi bir memnuniyetsizliğe ve halk arasında homurdanmalara sebep olur. Antigone bu haberi duyar duymaz, her tehlikeyi göze alarak, sevgili kardeşini gömmeye ve ona karşı mukaddes kardeşlik vazifesini yapmaya karar verir ve Antigone’nin trajedisi de işte burada başlar. Antigone manevi değerleri ile iktidar kuralları arasında sıkışmış ve manevi değerlerine uymayı doğru bulmuştur. Kız kardeşi İsmene’den yardım ister ancak beklediği desteği göremez. Sonunda cesedi açıkta bırakılan Polyneikes’i gizlice gömer ve Kreon tarafından cezalandırılarak bir mağarada hapsedilir. Mağarada kardeşi için üstüne düşen görevi layıkıyla yapmanın huzuruyla intihar eden Antigone’yi gören nişanlısı -aynı zamanda Kreon’un oğludur- kendini öldürür. Oğlunun öldüğünü haber alan anne, yani Kreon’un eşi de kendini öldürür ve Kreon hatasını anlar.”

Tragedyada Kreon, büyük bir hırsla kendi iktidar kurallarını her şeyin üstünde görmektedir. Bu da onu bir açmazın içine doğru sürükler. Tekil hükümdarlığında verdiği kararları Tanrıların kanunlarından dahi yüce bir yere konumlandırır. Bunun bedelini de olay örgüsünün sonunda felaket üstüne felaket yaşayarak öder. Kayıtsız şartsız sertliği simgeleyen Kreon, olayların sonunda artık yıkılmış ve çökmüş bir adamdır. Antigone, tragedya kahramanına uygun bir şekilde davranır ve öleceğini bile bile kendi etik değerlerini sonuna kadar savunmayı göze alır.

Tragedya içinde “tutulamayan bir yas” söz konusudur. Antigone simgesel ve gerçek bir ölümün arasındadır. Kardeşinin usulünce gömülmesini talep eder ve bunu her ne pahasına olursa olsun yapar ya da daha doğru bir ifadeyle yapmaya çalışır. Bizler de tıpkı Antigone gibi sayısı 40 binleri aşan acı kayıplar yani gerçek ölümlerle birçok kuruma karşı giderek azalan ve simgesel olarak öldürdüğümüz güvenimizin matemi içindeyiz.

Ölüm, belki de insanın karşısında en çaresiz kaldığı durumlardan biridir. Bu yüzden yas süreci de oldukça önemlidir. Antigone’nin kaybı simgeselleştirmesi ve anlamlandırabilmesi Kreon tarafından engellenmeye çalışılır. Kreon’un, Antigone’nin doğal yas hakkına karşı sarf ettiği sözlerden biri şu şekildedir: “Sus, hiddetimi taşırmadan sus! Söylediklerin tahammül edilemez şeyler. Baştan beri buyruklarıma karşı homurdananlar var, biliyorum. Kafalarını sallıyorlar olumsuzca. İktidarıma boyun eğmeye gönülleri yok gibi. Kuşkum yok, bunlar parayla kandırılan kişilerdir. Para, namuslu insanları baştan çıkarır. Ama Zeus’a andım olsun ki para için kendini satanlar er geç bunun hesabını vereceklerdir.” Görüldüğü gibi Kreon, kendi tahakküm sınırlarına müdahale eden her şeye karşıdır ve onun mutlak hâkimiyetini tehdit edecek her türlü talebe karşı daha sert ve tehditkâr bir tavır takınmaktadır.

Depremin üzerinden sayılı günler geçmesine rağmen yaşadıklarımız Thebaili Kreon’un gerçeği çarpıtma modeline neredeyse bire bir uymaktadır. Medyada enkaz altında geçirilen süreci “rekor” olarak sunan haberciler, her şeyi unutup yeniden başlama umudunu simgeleştiren çocukları kürsülerin önünde toplayanlar, nereden gelip nereye gittiği meçhul bir para akışıyla büyük sermayelerin sadaka şölenine dönüştürdüğü yardım kampanyaları, acıyı nesneleştirip üzerine duygusal müzikler koyarak sosyal medya üzerinden teşhir edenler, kurtuluş hikâyelerinden mitler çıkarmaya çalışarak durumu romantize eden köşe yazarları, hakaretamiz bir üslupla yapılan halka seslenişler günümüz Kreon’larının modern manipülasyon aygıtları haline gelmiştir. Amaç Antigone’lerin yas sürecine ket vurmak, somut gerçekliği çarpıtmak ve değiştirmek, hüznün öfkeye dönüşmesini, öfkenin değiştirme gücünü engellemektir.

Antigone tragedyası bu bağlamda bir okumayla ele alındığında işaret ettiği simgesel anlamlar çözümlenmeye gerek olmaksızın herkes tarafından görülebilir. Bu sendromdan tek kurtuluş yolu Antigone’nin cesaretine sahip olmaktan geçer. Sonunda bireysel bir yıkım olsa da. Antigone trajik sonuna koşarak gitmiştir. Çünkü onun etik değerleri, Kreon’un ahlakından da iktidarından da üstündür. Sonundaysa Antigone’nin trajedisi Kreon’un trajedisine dönmüştür.

Antigone tragedyası koronun şu sözleri ile sona ermektedir: “Mutluluğun kaynağı anlayış ve sağduyu/ Doğanın güçlerine saygı/ Kendini bilmez kişi, bencil istemiyle çanak tutar felakete/ Gurura kapılan, büyük sözlerinin cezasını ağır darbeler yiyerek çeker/ Ve böyle geçkin yaşta kafasını çarpa çarpa erişir bilgeliğe.”

Ölülerimize gereken yası tutmazsak, hatalarımızı fark edemeden bu derin travmamız kısa bir süre içinde unutulanlar listesine eklenecektir. Hatalarımızı fark edememek de yeni hatalarla yeni felaketlere gebe olmak anlamına gelecektir. Çeyrek yüzyılda çıkamadığımız bu çemberin bir yerde kırılması ve felaketlerdeki bu yenidenliği engellememiz gerekmektedir. Hüznün değiştiren ve dönüştüren gücüne inanmalıyız. Antigone sendromu, Antigone’nin cesareti ve ısrarıyla aşılacaktır.

Önceki İçerikBir köy yok oldu
Sonraki İçerikGerçekliği enkaz olmaktan kurtarmak!
Hakkı Yüksel
1987’de İstanbul’da Eski Yugoslavya göçmeni bir ailenin çocuğu olarak doğan Hakkı Yüksel, lisans ve yüksek lisansını İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde tamamladı. Aynı üniversitenin Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji bölümünde öğrenim görmektedir. Çeşitli Balkan derneklerinde ve Balkan kültürünün korunmasına yönelik faaliyet gösteren internet sitelerinde Eski Yugoslavya devletleri başta olmak üzere tüm Balkan coğrafyasının sinema, dil, kültür, müzik, edebiyat ve tiyatrosu hakkında çeşitli araştırmalar yapmış ve çalışmalar yayımlamıştır. Farklı dergilerde kısa öyküler, tiyatro oyunu, film, dizi ve kitap eleştirileri yazmaktadır. 2011’den bu yana Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak çalışmaktadır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz