‘Mahalleni tanı, komşunu tanı, afet planı yap’

0
727
Koşuyolu 4 Şubat mahalle çalışması

Birçok kent hareketinin içinde yer alan Remzi Çelik’le depremlerde ilk 72 saatin önemini ve mahalleler bazında yapılabilecek çalışmaları konuştuk.


-Sayın Remzi Çelik, deprem konusundaki çalışmalarınızla ilgili görüşme talebimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız…

Remzi Çelik

-Merhaba, her ne kadar büyük bir acı içindeysek de şu anda sorduğunuz soruları, yaptığımız çalışmalar doğrultusunda Jineps’e cevaplamaya çalışayım.

Makina mühendisiyim. Koşuyolu’nda oturuyorum, birçok kent hareketinin içinde yer aldım. Isıtma, havalandırma, tesisat, filtrasyon, yangın gibi konularda çalıştım. Aynı zamanda Validebağ Savunması’nın üyesiyim. Bunun dışında Kadıköy Kent Konseyi’nde 4 yıl çalıştım. Dolayısıyla çevresine duyarlı bir Kadıköylü olarak tanımlayabilirsiniz beni. Ayrıca yaklaşık 5 yıldır “Afette İlk 72 Saat Koşuyolu” ve “Afette İlk 72 Saat Acıbadem” adı altında sivil toplum kuruluşu, platformlar olarak çeşitli çalışmalar yaptık.

-İlk olarak bu çalışmanın hedefini, çalışmayı isimlendirirken kullandığınız “72 saat” ifadesinin anlamını sormak isteriz…

-Dünyanın hiçbir ülkesinde sağlık, itfaiye, arama kurtarma ekipleri gibi birimlerin bir afet sonrasında tüm bireylere anında ulaşması mümkün değildir, afetlerin ilk dakikalarında herkes kendi başınadır. Bu nedenle afet sonrası ilk 72 saat altın saatler olarak adlandırılır. Bunun için hazırlıklı olmalıyız.

Ülkeyi büyük sıkıntıya, acılara boğan, başta Antep, Maraş ve Hatay olmak üzere 11 kenti etkileyen depremler oldu ama şu anda sekizinci gündeyiz ve 2 bin 3 bin arasında irili ufaklı depremler devam ediyor, kurtarma süreçleri de keza… Biz de bu sürece “Koşuyolu 72 saat” olarak destek vermeye çalışıyoruz.

Bu süreçte iki tane odak noktamız oldu. Birincisi, alanla etkin nasıl dayanışma içine girebiliriz; ikincisi de Koşuyolu’nda nasıl hazırlık yapabiliriz? Yola çıkışımız, 1999 depremi sonrası JICA adlı Japon danışmanlık firmasının hazırladığı İstanbul Master Planı ki 650 sayfalık bir dokümandır. Çok değerli teknik bilgiler var. Yani otoyollar, binalar, mikro-modelleme yöntemiyle can kaybı ne kadar olacak, kaç bina yıkılacak? Bunları anlatan çok çok detaylı bir teknik doküman olmasına rağmen arada bir altını çizerek vurguladıkları bir tanım var. Rapor der ki: Afet hazırlık, mahalle ve sokak tabanlıdır. Birbirini tanıyan insanlardan oluşur ve gönüllülük (dayanışma) esasına dayanır. Afet hazırlık mücadelesinin temel taşının bu olduğunu hissettik. Bizde eksik olan, belki de Japonların başarısının altında yatan neden buydu.

-“72 saat” başlıklı bir de broşürünüz var. Broşürde önemli sayısal veriler var. Bunlar içinde belki de en çarpıcı olanı; Gölcük depreminde gönüllülerin kurtardığı insan sayısının 10.000, ekiplerin kurtardığı insan sayısının 400 olması. Bunun sebebini nasıl açıklarsınız? Bu durumun diğer ülkeler için de geçerli olduğunu söyleyebilir miyiz? Misal, deprem konusunda ciddi tedbirler alan Japonya gibi bir ülke için aynı şey geçerli midir?

-Ülkemizde çok büyük görünümlü kurumlar olmasına rağmen şu anki durumun bir çöküş olduğunu, herhangi bir etkin çalışmanın yapılmadığını bu sekiz gün içinde gördük. Devlet oldukça geç hareket ediyor. Manevra yeteneği çok ağır çünkü yukarıdan aşağıya hiyerarşik yapılar, emir-komuta zincirleri var.

İlk 72 saatte özellikle komşuların, yakındaki insanların birbirine destek olarak yaralıları çıkarması, sonra da altyapı çökmesinden dolayı hayatta kalabilmek için çok temel ihtiyaçların hızlı bir şekilde giderilmesi lazım. Bunlar barınma, gıda, enerji, su, güvenlik, daha ilerleyen zamanlarda da psikolojik destek gibi çok temel ihtiyaçlar. Bu ihtiyaçların da hızlı ve etkin giderilmesi için mahallenin ve ilçenin -ki bunlar daha esnek yapılardır diğer yapılara göre- hemen karar alıp uygulaması gerekmekte. Birbirlerini tanıyorlarsa ve biraz ya da tam eğitimlilerse çok etkin sonuçlar alıyorlar. Çok çarpıcı bir ifade vardı bir yazıda. “Kobe depreminde -ki o da çok büyük depremlerden biridir- birbirini tanıyan mahallelerde arama kurtarma ikinci günü bitmişti” der. Envanter olması çok önemli. Yani bir bina envanteri olduğu gibi binanın içinde yaşayanların kaç kişi olduğunu bilirseniz enkaz kaldırma çalışmalarında da o binada artık insanın olup olmadığını biraz daha sağlıklı anlayabilirsiniz.

-Mahalledeki tanımadığınız kişilerle nasıl iletişim kuruyorsunuz?

-Aslında bu afet hazırlık çalışmalarında sihirli kelimelerden bir tanesi tanış olmak. Yani mahallenin, apartmanda oturanlar, sitede oturanlar vb. birbirlerini belirli bir ölçüde tanıyor olması lazım. Çok samimi olmaktan bahsetmiyoruz, en azından afet hazırlık düzeyinde çalışmalar yapacak kadar birbirleriyle temas etmeleri lazım. Dolayısıyla biz bu tanışıklığı aslında Validebağ Korusu’nun korunması sırasında mahallenin, Acıbadem ve Koşuyolu’nun, Barbaros’un, Altunizade’nin birbirini tanıyan insanlarının haberleşmesiyle yakaladık. Daha sonra da “İstanbul depremi yaklaşıyor, biz de değişik açılardan bu konuda çalışmalar yapalım” dedik.

-Bu çalışmayı ne zaman kimlerle başlattınız?

-“72 saat”in çalışma süreci altı yıl öncesine dayanıyor. Ama daha 1999 depreminde, özellikle benim götürdüğüm bir öneriydi topluluklara. Zaten hassasiyet artmıştı ve insanlar bu konuda mutlaka bir hazırlık yapılmasını öneriyorlardı. Biz de böyle bir çalışmayı muhtarlık seçimleri döneminde Acıbadem ve Koşuyolu muhtarlarının seçim sonrası yapacakları işler programına dahil etmeleriyle başladık. İnsanların birçoğu da “72 saat”i ilk kez duyuyordu. Bu uluslararası bir kavram, olgu, tanım. Muhtarlık seçiminden önce de başlamıştık çalışmalara, akabinde muhtarlık seçimleri gelince Acıbadem ve Koşuyolu muhtarları da bunu bir mahalle çalışması olarak benimsediler.

-Mahalle muhtarlığının çalışmanın içinde olması ne gibi yararlar sağlıyor?

-Mahalleye en iyi temas muhtarlar sayesinde oluyor. Afet hazırlık aslında bir envanter işi, yani mahallelinin de katılımıyla yapılacak, uluslararası standartlar da onu söylüyor. Diyor ki: “Envanter çıkarın, bir plan yapın, mahalledeki risklerinizi belirleyin.” Çukur mahalle olabilirsiniz, sel baskınına maruz kalabilirsiniz, heyelan olabilir. Ama onun dışında da afetler çok çeşitlendi, bir tsunami mesela… Üç yıldır dünyanın kavrulduğu pandemi bir afetti. Onun dışında sıcak hava dalgaları, büyük yangınlar, bunların tümü aslında mahallenin bulunduğu çevreyle bağlantılı olarak riskleri. Burada uzman olmaya gerek yok, zaten mahalleli biliyor nasıl bir sorun yaşayacağını. Yeri geldiğinde uzmanların da desteğini alarak, bu çalışmalara katılarak mahalle afet planınızı yapmak gerekiyor. Tabii bir öncesi birey afet planı, aile afet planı, sonra işyeri ve site afet planı… Bunların birleşmesinden de mahalle ve ilçe afet planı ortaya çıkıyor. Bunların eklemlenmesi de çok önemli.

Neden mahalle ölçeği? İstanbul gibi metropol bir kentte altyapısı zayıf, hızla çarpık gelişmiş, betonlaşmış bir kentte, kentin bütününe baktığınızda bu sorunların çözülemeyeceğini düşünerek umudunuzu yitiriyorsunuz. Kentler gerçekten kırılgan hale geldi. Güvenlik açısından zayıf hale geldi, sayılabilecek tüm kent problemlerinin, risklerinin tümü bir maket olarak, minör olarak mahallede var. Yani trafiğin sıkışması, diğer konular, bunların tümü mahalle ölçeğine indirilirse -ki bu bir ölçek konusudur- insanlar o zaman birbirleriyle temas etmek ve bir şeyler yapmak konusunda umutlanıyorlar, cesaretleniyorlar. Ama İstanbul’a baktığınızda yüzde 90 herkes “bu konu çözülmez” diyor ve büyük resimli bir mahşer yerini andırıyor afet koşullarında… Japonlar da bunu gerçekten mahalle ölçeğinde çözüyorlar. Mesela İstanbul’un afette su sorununu çözmek için konuyu mikro-ölçekte mahallede çözmek durumundasınız.

Bugün 11 kent depremi için herkes 13 milyonluk çok geniş bir nüfus ve geniş alandan bahsediyor. Gördük ki tüm destekler, bütün çalışmalar, bütün organizasyon, koordinasyon, lojistik, destek, hepsi önce mahalle ve sokak bazlı yapıldı, yapılmak zorunda. Oradaki insanlara ulaşmak zorundasınız, oranın özelliğini bilmek zorundasınız, mahalle ölçeğine inmek gibi zorunluluk var. Yani yerel yönetimler, belediyeler bunu kavramadığı sürece bu sorun tamamen kâğıt üzerindeki yapılan şemalara bağlı çalışacak. Gördük; bugün AFAD’dan tutun bütün kurumsal yapılar ilk 3-4 gün etkin bir şekilde ortada yoktu, daha sonra kurtarmaların medyatik ve mucize tarafı başladı, halbuki o zamana kadar yapılacak çok şey vardı. Dayanışmanın mucize olduğunu söylemek gerek.

-Gönüllü sayısıyla ilgili ne söylersiniz?

-Gönül veren, çalışan insan sayısında, her toplumda olduğu gibi başlarda katılım, emek verme, zaman ayırma, ilgi azlığından hep şikâyet ediyoruz. Tabii ki kolay değil. Bizde yaklaşımlar Japon kültüründen farklı. Kentlerde insanlar izole yaşıyorlar. Bu soru noktasında vurgulamam gereken şu ki; 65 yaşındayım, çocukluğumda komşuluk ilişkileri, mahalle bağları çok daha güçlüydü. Bunu nostalji olarak söylemiyorum. Mahallenin kontrolünü yapan komşu teyzelerimiz mahallenin kameralarıydı. Bugün ise kentte herkes günlük telaşe içinde. Geçim sıkıntısı, birçok sıkıntı ile beraber birbirinden koptu. Gönüllük çalışmaları aslında bir toplumsal olgunluk çalışmasıdır, olgunluk göstergesidir. Çalışmalarımızda ilk zamanlarda sayı biraz daha azdı, Maraş-Antep depremi ile beraber inanın şu anda katkı koymak isteyen gönüllüler ikiye, üçe katlandı. Tabii bu suçlamakla çözülecek bir durum değil, toplumsal refleks göstermeyle ilgili.

1980 darbesi ile neoliberal politikaların gelişmesi ile beraber bireyler birbirinden izole oldu, koptular; kentlerde yalnızlık başladı. Dolayısıyla gönüllülük hareketinin azalmasında da son 20-30 yılda yaşanan toplumsal olayların önemli bir etkisi var. Fakat şu anda yardımlaşma, dayanışma duyguları çok daha güçlü.

Şu anki sorunlardan biri de neoliberal politikaların yerleşmesi, mesela özelleştirmenin getirdiği büyük eksiklik: Kamusal bakış. Afetin yıkıcılığını azaltmak için devlet nezdinde kamusal bakışın olması gerekir. Yani bugün firmalar elektrik, su veya diğer lojistik desteği sağlarken artık ön plana daha çok maliyetler, kâr gibi unsurlar çıktı.

-Muhtarların çalışmaya katkısı konusunda bir şeyler söylemiştiniz…

-Muhtarlar çok önemli. Muhtarın bilinçli olması, çekim alanı yaratması, insanlarla diyaloğu ve tabii ki her şeyden önce, en önemlisi envanteri… Mahallenin mesela afette öne çıkan meslek grupları sağlıkçılar, veterinerler, teknisyenler, elektrik-makina mühendisleri vb. Jeneratörü çalıştırmak, su, kanalizasyon konularında fikir üretmek ve plan yapmak için mahalle envanterinizin de güçlü olması lazım.

Pandemi de büyük bir afetti, bütün dünyada çok büyük yıkımlara yol açtı, Biz Koşuyolu’nda sokağa çıkma yasağı olan üç gün şunu fark ettik ki bizde fırıncıların telefonları yok, bir kısmı mahalle içinde oturuyor, bir kısmı dışarıda. Yani fırında ekmek var ama biz ikinci gün ekmeği nasıl bulacağımızı, fırını nasıl açtıracağımızı düşündük. Demek her kademede haberleşme ve envanter çok önemli. İlk planda diyelim ki fırında olan ekmeklerin dışında, fırının çalışma kapasitesi zarar görmediyse, ekmek sorunu yerelde hallolabilir.

11 il afetine İstanbul’dan, 1.500 km’den 11 TIR su gönderdiğinde övünülüyor. Tabii ki çok değerli ancak bu aslında övünülecek bir şey değil, planlama yapıp 1.500 değil 10-50 km’den su getirmeniz gerek, bu bir planlama işi. Bugün Japonya, Çin, diğer ülkeler az kayıp veriyorlarsa, kayıp azaltma çalışmasını iyi yaptıkları içindir. Çok net rakamlar var hem can hem mal kaybı itibariyle; eğer hazırlığınız varsa kaybınızı 10’da, 20’de 1’e düşürüyorsunuz.

-Bu tür çalışmalara yerel yönetimlerden destek alınabilir mi, alınabilirse bunlar ne tür destekler olabilir?

-Çok güzel sıralama yapmışsınız sorularda. “Yerel yönetimlerin fonksiyonu nedir” derseniz… Bir mahallenin en dinamik, en esnek ve depremde 30’uncu dakikadan sonra en çabuk harekete geçebilecek kamusal birim mahalle muhtarlığı, onun üstündeki yine esnek sayılabilecek kurum ilçe belediyesidir. Bu nedenle ilçe belediyesinin afet planı olmalı, o planlar mahalleden gelen geri bildirimlerden oluşmalı. Acil ihtiyaçların bildirimi, bunda yol, trafik, lojistik hangi kanalların kullanılacağı, ilçenin kapasitesi vb. Muhtarların yetkileri çok sınırlı, dolayısıyla ilçe belediyelerinin “72 saat” modelinde hazırlığının olması lazım ki entegre olsunlar, haberleşme sağlansın. Biz bunun için Kadıköy Belediyesi’ne öneri götürdük. Yukarıdan, ağır işleyen mekanizmalarla gelen kararlar sonucunda destek ve yardımlar yetişene kadar ilçe belediyesi ve muhtarlıkların çok koordineli şekilde, önceden hazırlanmış planlarla, depremin büyüklüğüne göre yüzde yüz uygulama şansı olmasa da çalışmaya hazır olması gerekir. Bunun için zaman zaman tatbikat yapılmalıdır. Burada belediyelere düşen görev; bizim 5 yıldır yaptığımız çalışmaları dikkate alarak, Kadıköy’deki 21 muhtarlığa kolaylık olması açısından, bazı şablonlar hazırlayabilirler ve her mahallenin özgün şartlarına uyarlayabilirler. İnsanların nasıl yol takip edeceğini belediyeler hem personel, hem maddi imkânlarıyla, mahalleyi de katarak planlamalıdır. Bütün şemalarda muhtar ve STK’lar afet yönetiminde paydaştır, bu paydaşları dikkate almak gerekiyor. Bunu afet günü yaparsanız bir anlamı olmaz, afet öncesinde bir yaşam biçimi olarak bunu sürekli yapacaksınız. Bütçe ayıracaksınız, insanların verdiği vergiden stratejik planla afet için bütçe olacak, bu bütçeden etkin harcamalar yapacaksınız.

-Yerel yönetimlerin yasal olarak böyle bir iletişim kurma olanağı var mı?

-Tabii, muhtarlar toplantısı yapılıyor hem İBB’de hem Kadıköyde. Muhtarların sorunları ile ilgili birimler var, altyapıyı konuşuyorlar, bu da direkt afetin konularının içine giriyor.

Biz etkin bir iletişim kurabilmek için oldukça güzel, beğeni toplayan, sorular üreten bir broşür çalışması yapmıştık. Burada “Mahalleni tanı, komşunu tanı, afet planı yap” mottosuyla yola çıktık. Bu bize JICA raporunun gösterdiği yoldu. Mahallenin içine insanlar girip çıkıyorlar, mahallede yaşıyorlar ama mahallede seni tanımıyorlar. Ben 30 yıldır Koşuyolu’nda yaşıyorum ve bu afette ilk defa yaşlı bakım merkezi olduğunu öğrendim ki Koşuyolu 8 bin nüfuslu küçük bir yer. Komşularımızla bir şekilde tanış olmamız gerekiyor. Broşürde bunu vurguladık, depremin aşamalarını anlattık, deprem çantasında neler olması gerektiğini de… Kadıköy olarak büyük bir avantajımız var, “Anlat Kadıköy” adında bir çalışma. Bu çalışmada bütün mahallemizi, okullarımızı, sokaklarımızı, ibadethanelerimizi görüyoruz ve buralardan elektronik ortamda bir afet planı çıkarma şansımız var. Risklerimizi, dolgu alanlarını da görebiliyoruz. Yalnızca Koşuyolu’nu değil, afete hazırlanırken komşu mahalle ve ilçeleri de düşünmek gerek.

İnsanlar yaşadıkları mahallede kaç tane toplanma alanı olduğunu bilmiyorlar, bilirlerse sorguluyorlar. Bu nasıl kullanılabilir, afette hangi işe yarar? Şu anda, tahliyede insanları toplayacaksınız; Türk Hava Yolları dolmuşa çağırır gibi havalimanını arıyor, “Uçak boş, buraya gelin” diye. Eğer toplanma alanında organize olup insanları sevk ve tahliye etmeyi planlasaydınız böyle trajikomik durumlara düşmezdiniz. Şu an sekizinci gündeyiz ve beklenen oldu, gerek salgın, gerek oradaki lojistik eksiklik, gerek güvenlik açısından bazı insanlar deprem bölgesini terk etmek durumunda kalacaklar. Çok büyük bir kısım nereye gidecek? Tamamen o anda karşılarına çıkan bir imkân, karşılarına çıkan bir davet olursa ülkenin köylerine, kentlerine dağılacaklar. Böyle mi olmalı? Tabii ki bir planınız olmazsa böyle olur.

Bir kişinin kurtarılması mucize mi?”

Çok üzüldüğüm bir nokta var; gerçekten bir tek canın kurtarılması olağanüstü bir şey, ama bir canı kurtarırken kameralar özel çaba sarf ediyor, bekliyorlar, çıkarmıyorlar ve sonra kamera gidip orada reklam yaparcasına ve birtakım dini mesajlar verecek şekilde hareketler yaparken ben şunu söylüyorum: Bir kişinin kurtarılması çok değerli ancak mucize mi? İnsanlar bu kurtarmaları kanallardan bu şekli ile izlediğinde sebep-sonuç ilişkisi kuramıyorlar, neden binlerce kişi can kaybetti, neden yüz binlerce kişi canını kaybetti ilişkisini kuramıyorlar. Siz hazırlık yapmadınız, yanlış planlar yaptınız ve 170 saatte 30 bin kişi canından oldu. Çin’de olan depremin eğrisine baktığınızda, 170 saatte can kaybı olarak 100-150 binlik rakamlar görünüyor. Onları da nasıl kayıt altına alacaksınız, bir hazırlığınız yok. Yani işin temel kelimesi buydu: “Hazırlık” yoktu.

Gerçekten insan üzülüyor. Bunun böyle olacağı belliydi, çünkü orada yıkılan temellerin tümünde ortak olan bir malzeme vardı: “Yolsuzluk.” Herkes biliyordu ki imar affı ile beraber, bu kayıplara davetiye çıktı.

Bakın, rakamlar çıkıyor, şu anda hasarlı, yani içinde oturulmaması gereken 56 bin tane bina var deniyor. Belgeler yok ediliyor, verilmiş raporların, eksik raporların, yolsuzlukla, rüşvetle verilmiş raporların yok edilmesine çalışılıyor.

Bir sonraki İstanbul depremine böyle mi hazırlanacağız? Prof. Dr. Naci Görür Hocamız “Artık %80 ihtimalle eli kulağında, %62’den %80’e çıktı” diyor. Afet alan sayısındaki insanların nüfusu 13 milyon gibi gözüküyor ama daracık alanda, yoğunluğun olduğu yerde, İstanbul’da 25 milyondayız, mutlaka bu hesap kitapla yola çıkmanız lazım.

Çok açık şekilde gözüktü ki; en yakındakiler elleriyle, imkânları ile çıkardılar enkazdan çıkarabildiklerini. Bilgileri, enerjileri, organizasyonları, ekipmanları oranında ilk 3-4 gün ne çıkardılarsa kurtuldular. Gölcük depreminde ilk 3-4 günde komşular 10 bin kişiyi kurtardılar. Sonraki günlerde AKUT gibi organize gruplar gitti ve 400 kişiyi kurtardılar.

Bunlar rakamlarla sabit, dolayısıyla mahalleyi hazır hale getirmek gerekiyor.

-İlk 72 saatte kurtarma çalışmalarını esas olarak gönüllüler yapacaklar. Bu iş için gerekli alet edevatla ilgili nasıl bir ön hazırlık yapılabilir? 1999 depreminden sonra bölgede konuştuğumuz bir depremzede ellerindekiler yetmeyince bir nalburun kepenklerini kırıp buldukları kazma, kürek ne varsa aldıklarını söylemişti. Hem bu tür mağduriyetleri önlemek hem de zaman kazanmak için afet konteynerleri hazırlanabilir mi?

-Şöyle; artık çok net görüyoruz ki afet sonrası depremde de, selde de, orman yangını veya ev yangınında da mutlaka olabildiğince basitten karmaşığa kadar teçhizat, alet, cihaz, makine kullanmamız gerekiyor. İnsan gücü, parmaklar, eller, kollar bir yere kadar. Bir de yarıştığımız konu var, o da zaman. Kısaca, insanları kurtarmak için en kısa sürede en etkin şekilde cihaz kullanmak gerekiyor. O zaman kalkıp kilometrelerce uzaktaki bir alet noktasını planlamayacaksınız.

Bakın ben size şu örneği vereyim; 1999 depremi sonrası bir afet konteyneri kavramı gelişti, belli yerlere afet konteynerleri yerleştirildi. Sonradan onlar kadük kaldı. “Çalınıyor, kırılıyor, bir de lazım olduğu zaman anahtarını bulamıyoruz” diyerek o konteynerleri topladılar. Mesela Kadıköy Belediyesi’nin şu anda deposunda 25-30 tane konteyner duruyor.

Türkiye 2 milyar Euro kredi alarak İstanbul Valiliği’ne bağlı İstanbul Proje Koordinasyon Birimi ile bazı okullarımızı yeniledi. Bu projenin kredisini alırken üç tane ayak var, projede öyle hemen parayı vermiyorlar. 300-500 sayfa rapor hazırlıyorsunuz. Diyorsunuz ki “Ben bu projeyi şu amaçla, şu kadar kişinin faydalanacağı, şu fonksiyonda ve şu kadar süreyle, diyelim 5 sene, 10 sene sürede gerçekleştireceğim” ve bu rakamları dolduruyorsunuz, kredi veren kurumlar gelip sizi belirli aralıklarda kontrol ediyorlar. İstanbul Proje Koordinasyon Birimi’nin yaptığı okullar üç ayaklı; yeni nesil, depreme dayanıklı ve mahalle uyumlu. Bakın mahalle entegre. Proje bu şekilde hazırlandı. Ama henüz ne valilik fonksiyonunu yüklüyor ne de mahalle oradaki okulun kendisinin bir afet üssü olduğunu, buradan iyi bir plan yaparak kullanabileceğini bilmiyor, görmüyor, yapmıyor.

Biz Koşuyolu olarak bunu yaptık. Muhtarlığımızın hemen yakındaki okul… Son afette bu binanın ne kadar etkin işlevi olacağını gördük… Sağ olsun müdürümüz de bu konuda duyarlıydı. Gelen eşya için otopark problemimiz yok, giriş çıkış problemlerimiz yok. Araç geliyor, yerleşiyor, indiriyoruz; ondan sonra ihtiyaç sahibi geliyor, alıyor.

Buralarda jeneratörler, su hasadı projeleri, üst tarafında fotovoltaik enerji, ki deprem afeti esnasında en çok lazım olan şeyleriniz ilaçlarınızı nerede koruyacaksınız, aydınlatma yani şarjlar, dolayısıyla bu konteyner sizin yakınınzda oluyor . Sorduğunuz konteynerler sorununu temelden çözüyor. Çünkü 7/24 insan var orada, 7/24 ulaşabilirsiniz.

Ben Kadıköy Belediyesi’nin deposunun nerede olduğunu bilmiyorum. Afet sırasında hiltiyi, jeneratörü gidip oradan alacağıma, isteyeceğime, bekleyeceğime, bilirim ki mahallemde benim nispeten ilk elden acilen kullanabileceğim aletlerim var. Muhtarlık, okul müdürü, okuldaki yetkililer… Okulda bir oda böyle planlandı. Dolayısıyla bu tamamen sizin gerçekten sorunu çözmek için düşünce, hareket, plan üretmek istemenizle ilgili. Yoksa gerçekten okullarda da afet grupları var. Mesela mahalle entegreyse; o genç çocuklar dışarıdan da olsalar, taşımalı da olsalar 8 saat, 10 saat bizim çocuklarımız, mahallenin çocukları ve bunu da yaşadık. Yani 4-4,5 depremde aileler kapılara dayandılar. O çocukların tahliyesi, güvenliği bir anlamda da bizim mahallenin konusu, sorunu; bu çerçevede düşünmek lazım, tamamen rasyonel, akılcı, metotlarla… “Japon ne yapıyor?” diye sordunuz. Gerçekten Japon’un yaptığı tek şey var; envanter çıkarıyor, rasyonel çözümler yapıyor, tatbikat yapıyor; yani bir kader planı yapmıyor.

-Bizde de bir “tatbikat” yapılmıştı…

-Bakın o tatbikatın bir benzerini biz bir ay önce WhatsApp’ta 30-40 kişiyle yaptık. Çok etkindi. Dedik ki: “Pazar günü saat 10.00’la 11.00 arasında bir alarm vereceğiz belirsiz bir dakikada. Size üç şey söylüyoruz: Bir, doğalgaz vananızın, su vananızın, elektrik sigortanızın yerini belirleyin, onları kapatmayı deneyin. İki, dışarıda kontak kuracağınız birine telefon edin, yerinizi belirtin. Üç, gitmeyin ama afet toplanma alanınızı bulun ve gidiyormuş gibi yapın.” Gerçekten çok etkin oldu, geri dönüşler aldık, “Sigortayı kapatmak için tabure bulamadım”, “Su saatimin yerini yeni öğrendim”, “Afet toplanma alanımı bilmiyordum, öğrendim” diyenler oldu. Dolayısıyla İçişleri Bakanı’nın yaptığı gibi, sonuç alınamayan, gerçeklikten uzak tatbikatlar olmayacak. Japonya’da okullarda iki ayda bir tatbikat yapılıyor. Biz bunu mahalle okulumuzda, gördük öğretmenler bile panik oldular, daha önce böyle bir deneyim yaşamadıkları için. Çocuk öğretmenine bakıyor, o panikse daha da çok korkuyor.

İlkyardım, arama kurtarma çok ama çok çok önemli. Bizim mahallede Koşuyolu MAG örgütümüzdeki genç arkadaşlarımız şu anda da Gaziantep’teler, 1-2 kişinin kurtarılmasına yardımcı oldular, gönderdikleri bilgiler ve çalışmaları çok değerli. Bu oluşumu meydana getirdikten sonra zaten ilerliyorsunuz. Bir grup telsiz eğitimi, ilkyardım eğitimi gibi eğitimler alıyor. Ama bizim “72 saat” olarak kilitlendiğimiz nokta, afet planı yapma, arama kurtarma da bu planlamanın bir parçası. Arama kurtarma çok spesifik bir konu. Depremde enkazdan yaralanmadan çıktınız, üstünüzdeki tozları attınız, ondan sonra ne yapacaksınız? Açıkçası bizim misyonumuz buralarda; yani temel ihtiyaçların karşılanmasının planı ve afet öncesindeki hazırlıklarda.

Arama kurtarma önemli ama şunu da vurgulamak istiyorum, broşürümüzde de göreceksiniz, “0. saniye” diye bir tanım var; 0. saniye afetin olmadığı zaman. Onun öncesindeki hazırlıklar yapılmalı ama depremle ilgili konu gündeme geldiği zaman zemin, bina, yani beton, demir ve yapısal olmayan riskler akla geliyor. İşte oralarda biz açıkçası kilitleniyoruz çünkü bu çok büyük sorun. Dönüşüm, kentsel dönüşüm, kat artırımı filan gibi konular… Kentin planlamasında zaten ciddi problemler var, zemine bir şey yapma şansımız yok. Yapısal olmayan dediğimiz, uçuşan, düşen cisimlerle yaralanmak; o da evin içinde. Dolayısıyla oradaki çıkmaza saplanmamak için açıkçası bu 8 günde ne yaşadıysak o, 72. saatin ruhu, felsefesi, içeriği bu. Orada donan insanlar, ilaç, güvenlik vb. ihtiyaçlarla ilgili planlama. O andaki noktasal, anlık, fevri, mantıksal olmayan çözümler üretmek yerine mahalle ölçeğinde bu çözümleri önceden planlamak. Biz buna inanıyoruz. Zarar azaltmanın en önemli yolu bu planı yapmak. Bu yapılsaydı oradaki 100 binler, 150 binler belki 15 binle, 10 binle kalırdı. Bir kişinin kaybı bile çok önemliyken 150 bin kayıp çok vahim. Bu çalışmaların topluma yayılan bir şey olması lazım, biz de zaten o yüzden “Mahalleni tanı, komşunu tanı, afet planı yap” diyoruz.

-Eğitim almak isteyen gönüllüler nereye başvurabilirler, belediyelerde bu tür eğitim çalışmaları var mı?

-Evet var, bazı belediyeler daha duyarlı ve iyi çalışmalar yapıyor. Kadıköy Belediyesi’nin afetle ilgili bir birimi ve yayınları var. Zaman zaman benim de gittiğim, Kozyatağı’nda bir deprem tatbikat yerleri var, orada eğitim yapıyorlar. Tabii ki eğitim önemli ama mahallelinin bu çalışmaların içine çekilmesi lazım. Bir taraftan sürekli kamuyu, devleti suçluyoruz ama diğer taraftan Japonya’da bu çalışmalar halkın katılımıyla yapılıyor. Tamam, vergimizi veriyoruz ama hiçbir belediyenin ne insan, ne kaynak ne de zaman açısından bu konunun üstesinden gelebilecek imkânı yok. Halkın katılımı olmazsa böyle oluyor. Biz de maydanoz ekip orkide elde edeceğiz zannediyor, hep aynı şeyi yapıyoruz. Farklı davranıp toplumu afete hazır hale getirmek gerekiyor, bunu da toplumun kendisi yapacaktır.

-Toplanma alanı ile ilk toplanma alanı farklı kavramlarmış, ben de broşürünüz sayesinde yeni öğrendim, onlarla ilgili bir şeyler söylemek ister misiniz?

-Burada konuştuğumuz her şey bir kent planlaması… Nasıl yolları, parkları, sahilleri ticaret alanlarını planlıyorsak, ki planlayamadık, hiçbir kentimiz organize değil, birkaçı dışında… Toplanma alanlarını da afet mantığı ile bakıp, önemseyip bununla planlama yapsaydık İstanbul’un yaklaşık 700 toplanma alanının 400-500’ü şu anda AVM’lerin elinde olmazdı. AVM’ler çok mu gerekliydi? Evet, gerekli olabilir ama planlaması yanlıştır, şehrin içinde, trafiği tıkayan, çimento, seramik, demir-çelik sektöründen sonra 4. büyük enerji tüketicisidir. Bunların planlamasını yurtdışında farklı yapıyorlar, arabanız varsa 3-4 km şehir dışına gidiyor, alışverişinizi orada yapıyorsunuz ama bizler gezmek için AVM’lere gitmeye başladık, yeni doğmuş bebekleri park yerine AVM’ye gezmek için götürüyoruz.

Toplanma alanları, şu anda bazı ilçelerde, mahallelerde ortalamanın çok altında, yan yana dik duramazsınız, ölçek 0.3 m2. Koşuyolu nispeten şanslı, kişi başına 3-3.5 m2 gibi bir alan düşüyor. Toplanma alanları sadece tahliye için değil. Bakın, su dağıtımı videolarını gördük. Facia! TIR’lardan insanların üstüne, çok çok geri kalmış ülkelerdeki dağıtımlar gibi onur kırıcı bir şekilde atıldı. Halbuki toplanma alanları organize olup lojistiğin etkin bir şekilde dağıtılması ve insanların tahliyesi için gereken alanlardı. Maalesef onların tümü ranta kurban gitti, kentli de kentli olmadığı, olamadığı için, nasıl davranacağını bilemediği için; göç halinde, eğitimsiz, kentlinin nasıl davranacağını bilemediği için sahip çıkamadı ve kaybettik.

-Bu durumda var olan alanları korumak dışında mahalle bazındaki çalışmalarda yapacak fazla bir şey yok alanları genişletemeyeceğimize göre; AVM işgal etmiş, yapılaşmaya açılmış…

-Evet, sağlamlığına inandığımız noktalar, okullar gibi yerler toplanma alanları olarak işlev görecekler.

-Korular toplanma alanları mıdır?

-Örneğin Validebağ Korusu 99 depreminde kendi doğal işlevini gördü mevsime bağlı olarak, insanlar oraya gittiler, gidiyorlar. Korular kullanılacak. Ama örneğin biz koru konusunda, Üsküdar Belediyesi’ne hiçbir zaman güvenemediğimiz için; söylenecek her şeyde bir ikinci plan, üçüncü plan yapılarak korunun yok edilmesi amacıyla deprem bahanesi kullanılabilir düşüncesiyle girilmesini istemedik.

Bir toplanma alanının uluslararası standartlarda bazı koşulları var. Bu çalışmaları yaptığımızda Üsküdar Belediyesi’ne gittik, gördük ki çok az çalışmaları var ve bizim tetiklememizle biraz daha ilerlettiler. Örneğin o günlerde de devlet resmi olarak Marmara’da bir tsunami riskinin olduğunu kabul etti. Görüştüğümüzde Boğaz’ın Üsküdar tarafındaki toplanma alanları toplamda 178 taneydi, bir anda 120’ye düştü tsunami riski olunca.

Kadıköy’de bazı parklar vardır, Yoğurtçu Parkı mesela toplanma alanı gibi gözüküyor ama toplanamazsınız zira zaten tsunami ve sel baskını olan bir yer, sadece depremi düşünemezsiniz. Toplanma alanlarını tuvalet, su ve yeterli derecede lojistik kurabileceğiniz alanlar olarak planlamanız lazım. İlk toplanma alanı, bu alarm geldikten sonra ailenizle, komşularla buluşacağınız mekânlar ki bunlar daha çok okullar oldu. Daha geniş alanlar, sizin tahliye edileceğiniz 2-3 gün orada temel ihtiyaçlarınızı göreceğiniz yerler. 11 ili etkileyen depremde ilk gün sıcak bir çorba yoktu, içecek yer de yoktu, planlama da yoktu, getiren de yoktu; ancak ikinci, üçüncü gün destek geldi. Bunlar tamamen hazırlık ve planlama işi. İletişim vergilerimiz dediğimiz vergiler hiç olmadık yerlerde buharlaştırıldı, harcandı demiyorum, buharlaştırıldı, hatta çalındı diyelim.

-Deprem vergileri için de geçerli…

-Deprem vergisi yanlış bir vergi. “Deprem vergileri nerede” diyorsunuz, halbuki sizinle bugün telefonla iki defa konuştuk, her konuşmamızda iletişim vergisi adı altında vergi ödedik. Yani bu iletişim vergisi direkt afete yönelikti ama neoliberal politikalar halk yararına kullanılmasını engelledi. Bunların hepsi amaç dışı ya da çalınma, tırnak içinde ifade ediyorum böyle düşünüyorum. Böyle kayboldu.

-Depremin özellikle ilk günlerinde ciddi güvenlik sorunları yaşanıyor. 1999 depreminde de örnekleri vardı ama bu kez çok daha yaygın. Bu konuda ne gibi tedbirler alınabilir?

-Bu kaçınılmaz. Tabii bir de şu anda kötü niyetli, toplumu baskı altına almak, kutuplaştırmak, ayrıştırmak için de özellikle göçmenlerin, azınlıkların orada bu işi yaptığını söyleyip korkunç videolar yayarak, insanların kendi adalet duygusuyla döverek infaz etmelerine neden oluyor; bu çok yanlış. Homo sapiens böyle bir durumda en vahşi yanını da anında ortaya çıkarır, doğrudur, dikkatli olmak gerekiyor. Ama yine de güvenlikle ilgili olarak, ben mahalle ölçeğinde birbiriyle iyi haberleşen bir mahallede güvenlik sorununun da daha üst düzeyde çözüleceğini düşünüyorum. Yani insanlar hazırsa daha iyi korunacaktır. Dolayısıyla plan yapma, tanışık olma ile de bağlantılı.

Sistem sürekli vahşi videolar koyarak birazcık da sinmemizi sağlıyor ve hakkımızı aramamızı engelliyor. Böyle bir şey de bir süre sonra silahlanma, kendi adalet kurallarını çalıştırarak infaz etme duygularını güçlendirir. Askeriye daha önceki depremlerde müdahale edebiliyor, güvenliği sağlayabiliyordu. Tabii ki orada kadınların, özellikle çocukların ciddi şekilde riskleri var ama başka bir taraftan da şu anda Avusturya, İspanya, İsrail ekipleri, yani erkekler bile “Bu ortamda güvenli değiliz” diyerek çekip gittiler. İnsanlar tehdit edildiler. Bu, toplumsal genetik kodlarımızla ilgili sıkıntılardan bir tanesi.

İmar affıyla insanlara ‘mezarlarını’ sattılar”

-Depremlerde yıkımların bu kadar büyük olmasında “imar aflarının” rolü üzerine neler söyleyebilirsiniz? Son depremde bölgedeki 10 ilde imar affından faydalanan kaçak yapı sayısının 294 bin olduğu açıklandı. İstanbul için elinizde sayısal veriler var mı?

-İmar affı gerçekten genlerimizle ilgili, ne diyelim? Yapısal bir sorun aslında. Orada yıkılan, çöken, hele bir tane devrilmiş ve temeli alttan tamamen gözüken bir fotoğraf vardı. Çok ironik. Metaforik bir şey söylemek gerekirse; orada yıkılan binaların temelinin ana malzemesi, temelin ana malzemesi yolsuzluk, bilimsellikten uzaklık diyebiliriz. Sonuçta sistemimizin iyi çalışmadığını, sağlıklı olmadığını her birey biliyor ama bunu düzeltme doğrultusunda bir çaba harcayacağına, kamu yöneticilerinin yanlış kararlarıyla bir imar affı çıktığında koşa koşa gidiyor. Bu imar affıyla insanlara ‘mezarlarını’ sattılar, bu çok önemli bir tanımdı. Yapı denetim firmalarının, AFAD’ın binaları çöktü. Böyle bir şey olabilir mi? Mucize kurtuluşları anlatacaklarına, İnşaat Mühendisleri Odası’nın ayakta kalan, etrafı demir hurdasıyla dolu fotoğrafını paylaşmalılar ki insanlar sebep-sonuç ilişkisini kursunlar ve “Bizde de hata vardı, sistem iyi çalışmıyor, imar yasası bir rüşvet yasasıydı, politik bir yasaydı, popülist bir yasaydı, olmamalıydı” diyebilsinler.

İnsanlar kolon kestiler, kiriş kestiler, yanlış projeler uyguladılar. İmar barışı ne demek? Barış ne demek? Nasıl bir barış bu? Kim kimle, kim arasında bir barış? Yapan belli, onaylayan belli, uygulayan belli, satın alan belli, ona yol açan belli… İmar yasası için sadece aynaya bakılması gerekir diye düşünüyorum.

-Tabii odaların yetkilerinin alınması da çok önemli…

-Evet, bu da çok önemli. Ben Makina Mühendisleri Odası üyesiyim, toplumun birkaç tane sağlıklı, halktan yana, doğrudan yana kurumunun kaldığını çok açıkça gördük. Odaları her zaman siyasi rakip olarak görüp kapatmak istediler. Gerek Tabipler Birliği’nin gerek diğer odaların söyledikleri her doğru şey rantlarına, çıkarlarına dokunduğu için… Şimdi halkın yanında olan kurumlar odalar, Tabipler Birliği, barolar şu anda sivil toplumun hak temelli çalışmalarına önderlik ediyorlar.

Türkiye’deki sivil toplum hareketi iki büyük kırılmadan sonra gelişmiştir. Biri 1996 İstanbul HABİTAT toplantısı, diğeri de Gölcük depremidir. Gölcük depreminden sonra insanlar sivil toplum olarak hak temelli dernekleştiler, kurumsallaştılar. Onun dışında daha çok kahvehanelerde örgütlenen hemşeri dernekleri vardı. Bu depremden sonra literatür şöyle söylüyor; üçüncü, dördüncü aşama, evre, öfke evresidir. İnsanlar kayıplarının farkına vardıktan sonra maddi-manevi tepki vereceklerdir. Bu tepkinin doğru yönlendirilip hak temelli savunmaya, hukuk düzeyinde, daha iyi bir dünya kurma düzeyinde, neoliberal yasaları çıkaran iktidarlara fırsat vermemek üzere örgütlenmesi gerektiğini düşünüyorum.

-Afetlerle ilgili yapmamız gerekenleri tek cümleyle nasıl ifade ederdiniz?

-“Mahalleni tanı, komşunu tanı, afet planı yap.”

-Teşekkür ederiz.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz