Babam giderek yaşlanırken, dertleri de çoğalmaya başladı. Alımlı, iki katlı bir evi biz evlatlarına bırakamıyor olmasının ötesinde, altı çocuğu az buluyor olması öne çıkıyordu. Dahası, üç sabiy çocuğunun ilk ısındıkları yeri sık sık hatırlar ve düşünür olmuştu. Bu son zamanlarda, akşam yemeği sonrası bir arada otururken, önce Bebya’ların Sırtı’nda oturan ailelerle ilgili konuşmaya başlıyordu. Şaşırtıcı olan şuydu ki, büyüklerin yanında, küçüklerin de isimlerini hatırlıyordu. Bebya’ların soy zinciri ve oturup geçindikleri yeri birçok kez bana da söylemişti. Bazıları: Migrelya’da adam öldürüp çıkan iki kardeşten birinin burada kalıp, diğerinin Bızıp’a geçtiğini söylüyor veya “Biz hepimiz Pıshüı’dan gelenleriz” diye söze girdiklerinde orada tutuyordu onları. “Hayır, Migrelya’dakiler de buradan gidenler ve Pıshüı’dan çıkmış da değiliz. Dedelerimizin dedelerinden bugünlere ulaşıp duyduklarıma göre, bugün sizin Amzara-Pitsunda dediğiniz yerden dağılmışız… Tüm bunları çocuğa da anlatmıştım, bir yerlere yazarsa göreceğiz!..’’
Evimiz barkımız yandıktan sonra indiğimiz ovada kaldık hep. Yine de, Bebya’ların Sırtı babamın rüyasından ve dilinden eksik olmuyordu.
Bir gün, atını eyerleyip o tarafa yöneldi. Gideceği kişi de, öz amcasının oğlu Walikua Bebya idi. “Hane sahibi evde misin, hane sahibi?!” diye seslenip, beklemeden avlu kapısını açıp avluya girerek atından indi. Walikua ve kız kardeşi Guıguıl karşıladılar. Guıguıl’ın avlusuna1 şimdiye kadar at ayağı basmamış denilebilirdi: Yeşil bir atlas serilmiş gibi yatan çimene dalıyordu ayağın. Birkaç tane de olsa, papatya bile görmek mümkün değildi. Beraber mutfağa yöneldiler. Hep misafir bekler gibi düzenli duran evde, oturacak yer seçmekte zorlanırdı insan. Masanın üstü kırmızı şarap, beyaz şarap, votka, yanlarında köme ve fındık ile donanmıştı. “Birini mi bekliyordunuz?” diye soracak gibi olduysa da kendini tuttu babam. Çünkü hep öyleydi onların evleri.
“Kuampa, ne kadar acelen varsa da bir yere bırakmayacağız, doya doya konuşacağız!” deyip abısta yapmaya hazırlandı Guıguıl.
“Hiçbir yere acelem yok!” dedi o da. “Eey, zavallı sırtımız…” Kapıya doğru baktı. “Sülalemizin emeğiyle geçinebildiği yer, şimdi tanınmaz hale gelmek üzere… Şu mezarlarımızsa hepten bakımsız…”
“Doğru dersin…” dedi Walikua da ateşi çekiştirirken.
“Bebya’ların çoğunluğu, Kirsa’nın çocuklarıyız” diye söze başladı Kuampa. “Baba adıyla da bilinirliğimiz şöyle; Kirsa’nın oğulları. Kirsa’nın altı oğlu vardı: Gedlaç, Kuabzaç, Hulaç, Kuata, Hazarat, Hazariy (Babam soy zincirinde kadınları saymıyordu; Kamaçıç Bebya-pha, Aşya Bebya-pha, Sonya Bebya-pha). Doğrudur, Gedlaç’ın tek oğlu var idiyse de, Kuytsa’nın kaç çocuğu var düşün” diyerek devam ediyordu Kuampa: “Kuabzaç’ın beş oğlu var, Tanrı’nın istediği gibi. Hulaç, her ikimizin de amcası, kız kardeşinin Osmanlı’ya götürülüp satıldığını duyunca, beyaz bir kaya üstüne çıkarak ‘Kız kardeşimi getiremeden, Tanrı beni sağ salim buraya döndürmesin!..’ diye yemin ederek gitti. Olacağı biliyordu, arar dururken çorak bir yerde öldü gitti diyorlar… Kuata’nın üç oğlu bizler varız. Hazarat’ın oğullarından biri Sohum’da, diğeri burada. En küçükleri, babanız Hazariy’den de beş oğul oldunuz. Artem savaşı baştan sona yaşayıp, salimen döndüyse de aile kurmadan bu dünyadan göçtü gitti, arkasını bomboş bırakarak. Zavallı Grışa, ağabeyin, Kerç Boğazı ateşinde kül oldu gitti, sağ olmasını Tanrı’dan diliyor olsak da… Guıguıl, o gelmeden evlenmem deyip nice delikanlıyı geri çevirirken yaşlandı kaldı… Bütün bunları anlatmamın nedeni, gelmek istediğim nokta sensin Walikua! Çiftin çubuğunla, atın eyerinle, şarkın oyununla, sözünle, her yerde beklenen birisin. Ama bunların hepsi, zaman gelir, sadece hatırlanır olur. Akşam olduğunda, nerede olursan ol, eşinin yanına dönüyor duruma gelmezsen eğer, kardeşliğimizi bitmiş bil artık! Babanın izini silmekte olduğunu unutma sakın! Bak şu karşıya -parmaklarıyla eski yerimizi işaret etti-, kaza sonucu viranelik oldu, burası da olmak üzere! Bugünden sonra daha evine gelmeyeceğim!” deyip, hızlıca ayağa kalkarak gitmeye hazırlandı babam.
“Hay, ölmüş olsaydım, abıstayı ocaktan almak üzereydim!..” diye haykırdı Guıguıl.
“Delirdin mi sen, Kuampa?” diyerek salmamaya çabaladı Walikua.
Atını çekerek avludan çıktıktan sonra üzerine atladı Kuampa. Onlara dönüp seslendi:
“Walikua, dediğimi unutma: Karı-kocanın emek vermediği evde hayat son bulur!..”
…Bir akşamüstü, babam ceviz ağacı altında otururken, hızla açılan kapıdan avluya bir delikanlı girdi.
“Gelişin iyi bir şey içindir umarım!” diye karşıladı hane sahibi.
“Walikua Bebya’ya söz kesildi, yarın akşam düğün günü kararlaştırılacak, ‘Kuampa gelmemezlik etmesin’ diye bildirmemi istediler…” Sözlerini, unutmaktan korkarak, peş peşe sıraladı elçi.
…Walikua Bebya’nın üç oğlu oldu, kızları da… Ama onlar tam da bakıma muhtaç iken, kendisi bu dünyadan göçtü…
Demem o ki, aile kurmak da vaktinde olmalı.
1Misafir karşılanan, aşta denilen ön avluyu bakımlı tutmak kadınların işidir. (Ç.N.)
*Abhaz edebiyatçı Platon Bebiya’nın (1935-2021) öyküsü…
Çeviri: Axba Esat Özen