Bağımsızlık Demokrasi Özgürlük Eşitlik Birlik

Göçmenler

Bu yıl 21 Mayıs Sürgün ve Soykırım Anma Programları, seçim gündeminin gölgesinde kaldı. Yine bazı siyasetçiler ve yazarlar sosyal medyada anma mesajları yayımladılar. Türk milliyetçisi muhalif bir isim, bir STK’mızın İstanbul’da düzenlemek istediği anma etkinliğine İstanbQdya hesabında eleştirdi. “Hükümetin Putin’den korktuğu için kendi vatandaşlarının atalarına olan saygısını hiçe saydığını” yazdı. Bir takipçisi de bu mesajın altında, “Sizin ecdadınız zulümden kaçınca torunları vatandaş oluyor, Araplar zulümden kaçınca terörist oluyor öyle mi?” diye cevap verdi (Bu arada ilk mesajı paylaşan kişi ülkücü camiadan ve bizim ecdadımızla bir ilgisi yok).

Muhacir olmanın zorluklarını kendi hikâyelerimizden bildiğimizden olmalı, sığınmacılar konusunda bizim camiamızdan yapılan olumsuz hiçbir yoruma bugüne kadar rastlamadım. Ama bahsettiğim paylaşımdaki karşılaştırmayı okuyunca ben de aklımdaki karşılaştırmayı yazıya dökmekten kendimi alıkoyamadım. Suriye, Afganistan gibi ülkelerden gelenler ile ev satın alarak vatandaşlık elde eden Ortadoğulu kişilerin durumlarının farklı olduğuna, mülteci, sığınmacı, göçmen gibi terimlerin detayına girmeden, ben de Çerkes göçmenler ile farklılıklarını 3 ana başlıkta topladım.

Devlet Aklı Açısından: Bugün baktığımızda, 150 yıl önce Osmanlı devletinin, en zayıf döneminde olmasına rağmen Çerkes göçmenler için ‘devletin yararına’ bir strateji uyguladığını görüyoruz. Osmanlı ordusu uzun zamandır birkaç cephede savaşmaktan yorgundu. Rus ordusu ile yıllardır savaştıklarından dolayı hem çok tecrübeli hem de savaşçılık yetenekleri yüksek Çerkesleri Osmanlı ordusu adına savaştırmak çok akıllıcaydı. Bu nedenle Çerkes göçmenlerin bir bölümünü kaybetme üzere olduğu Balkanlar’a, Sırp ve Bulgar milliyetçilerine karşı savunma amaçlı yerleştirdi. Anadolu’ya gelen göçmenleri Hicaz’a kadar tren hattı boyunca, hattı korumak amaçlı yerleşim noktalarına dağıttı. Ancak göçmenlerin yerleşimini, kendi güvenliği açısından bir tehdit oluşturma ihtimalini dikkate alarak, adeta ülkenin dört bir yanında dağınık şekilde gerçekleştirdi. Biz Çerkesler açısından, hızla asimile olmamıza, ülkeye gelir gelmez çok sayıda insanımızı kaybetmemize neden olan bu kararlar, Osmanlı devleti çıkarları açısından çok mantıklıydı. Osmanlı, en zayıf olduğu yıllarda bile, göçmen politikasını kendi ülkesinin çıkarlarına göre oluşturmuştu.

Bugün ise, maruz kaldığı göç dalgası karşısında, ülke çıkarları öncelikli bir strateji oluşturan devlet aklından söz etmek mümkün değil. Kimin hangi bölgeye ve ne amaçla yerleştirileceğine dair, ülkenin yararına olacak mantıklı bir politika görmüyoruz. Eğer strateji, kontrolsüz göçmen akımını ucuz işçi kaynağı olarak görmekse, ciddi sorunlar kapımızda demektir.

Demografya Açısından: Göçmenlerin hızlı nüfus artışının ülke demografyasına olumsuz etkisiyle ilgili Çerkes toplumuyla kıyaslamak adına, annemin ailesinin soyağacını dikkate aldım. Başlangıç olarak annemin dedesi Kafkasya doğumlu Cafer Dede’yi aldım ve bizim kuşağın en küçük torunu olarak benim doğumuma kadar 4 kuşakta ailenin nüfus artışına baktım.

Cafer Dede, daha Anadolu’ya geleli uzun yıllar geçmemişti ki, ileri yaşında, 5 oğlundan yetişkin olan ikisi Ömer ve Beşir ile Rus cephesine gitti. Hiçbiri dönmediler. Küçük oğlu Niyazi delikanlı çağında atıyla Yeşilırmak’tan geçerken suya kapılarak vefat etti. Kalan iki oğulları Kamil ve Adil’in toplam 7 çocuğu oldu. Cafer Dede ve 5 oğlundan başlayan ailenin 4. kuşağındaki fert sayısı 9…

Çerkeslerin kendine has bazı özellikleri var; erken yaşta evliliğin hoş karşılanmaması, akraba evliliğinin kesinlikle yasak olması, neredeyse aynı köyden evlenmenin bile uygun bulunmaması gibi… Evlenmeyen, bekâr kalmayı tercih eden Çerkes gençlerin sayısının, toplumun geneline göre büyük bir oran olması gibi… Ayrıca genel bir yargı mı emin değilim, bizim ailedeki büyüklerin kendi görüşleri olabilir, çok sayıda doğumun hoş karşılanmaması gibi… Bütün bunlar, Çerkes toplumunun nüfusunun hızla azalmasına neden olmaktadır.

Bugün Türkiye’de sayılarının 13 milyonu bulduğu söylenen yeni göçmenlerde ise evlilik ve çocuk sayısı bakımından farklı özellikler gözlenmektedir. Bir Çerkes aile örneğinde nüfus, bir baba ve 5 oğlu ile başlayıp, 4. kuşakta 9 kişiye ulaşırken, Arap bir ailenin 5 çocuğuyla geldiği Türkiye’de 3’er çocukla (sağlık alanındaki gelişimlerle çocuk-genç ölümlerinin azaldığı, Osmanlı’nın son dönemlerindeki savaşların yaşanmadığı dikkate alındığında) 4. kuşaktaki çocuk sayısının 45’e ulaşacağını tahmin edebiliriz (Bizim ailenin 4 katı). Çok erken yaşta evlilik yaptıklarından 4 kuşak için aldığım süreye muhtemelen 5 kuşağın sığacağını düşünürsek, sayı muhtemelen 135 kişiyi bulacaktır. 13 milyon göçmenin sadece 5 milyonunun evlenme çağında erkek olduğunu varsaysak, bazılarının birden fazla kadınla evlilik yaptığını dikkate alırsak, 4 kuşağı kapsayan bir sürede sayının ne olacağını tahmin edebiliriz.

Her göçmen topluluğu kendi geleneklerini, alışkanlıklarını de beraberinde getiriyor ve sürdürmeye çalışıyor. Gelen göçmenler bir arada ve istedikleri yoğunlukta yaşama imkânına sahip olduklarından, yoğun yaşadıkları yerleşim yerlerinde çok kısa sürede kültürel hâkimiyeti ele geçireceklerinden hiç şüphe duymamak gerek.

Vatanı Sahiplenme Açısından: Yeni göçmen grupların, geldikleri ülkeyi sıkıca sahiplendiklerini epeydir izliyoruz. Son günlerin güncel konusu seçimler olduğundan, özellikle seçim hakkı elde eden göçmenlerin seçimlere ilgisi dikkat çekiyor. Sahip oldukları bazı ayrıcalıkları kaybetmemek adına, mevcut durumun devamı için oy kullanmaları çok normal.

Yıllar önce Çerkes göçmenler de yeni vatanlarını hızla sahiplenmişlerdi. Ancak onların sahiplenmesi, Anadolu’ya gelir gelmez, daha Türkçe konuşmayı öğrenemeden Filistin’den Balkanlar’a, Çanakkale’den Rus cephesine kadar her cepheye koşarak, can vererek olmuştu.

Çerkes göçmen profili sadece çiftçilikle geçinen veya savaşan gençlerden oluşmuyordu. Bu ailelerin büyük bölümünde erkek çocuklardan birinin köyde kaldığı, diğer erkek çocukların ya cepheye gönüllü veya İstanbul’da askeri okullara gönderildiğini görüyoruz. Askeri okullardan subay olarak yetişen çocuklar Osmanlı ordusunda komutanlıklara ve mevkilere kadar yükseldiler. Mareşal Deli Fuad Paşa, Ahmet Hamdi Abuk Paşa, Karzeg Hulusi Salih Paşa, Kuşçubaşı Eşref gibi… Osmanlı devletinin son yıllarında birçok cephede Balkanlar’dan Filistin’e kahramanlıklarıyla Osmanlı’nın en gözde subayları olarak görev yaptılar. Hamidiye Kahramanı Rauf Orbay, 5. Kafkas Tümen Komutanı Cemil, Cahit Toydemir, 17. Kolordu Komutanı Bekir Sami Kunduk gibi… Bu komutanlar Kurtuluş Savaşı’nda Anadolu’ya geçtiler ve Çerkes iletişim ağını milli mücadelenin başlaması için tetiklediler. Anadolu’daki yerel direnişin örgütleyicisi ve lokomotifi olarak çok önemli roller üstlendiler. Kuvayı Milliye Komutanı Ethem Bey, Maraş’ta direnişi başlatan Toğuzata Arslan Bey, Tokat’ta isyanları bastıran Vunarogo Osman Bey gibi.

Açıkçası, bu maddede iki göçmen grubu arasında kıyaslama yapmanın, dönem şartlarının farklılığından ziyade, toplumların karakter yapılarının farklılığı nedeniyle mümkün olmadığını düşünüyorum.

Yazarın Diğer Yazıları

Kurtuluş Savaşı’nda Çerkeslerin rolü üzerine – 2

Muhittin Ünal’ın çok detaylı ve büyük emek gerektiren bir araştırmanın sonucunda yazdığı ‘Kurtuluş Savaşı’nda Çerkeslerin Rolü’ kitabında, bu süreçte yer alan Çerkes kişilikleri ve...

Kurtuluş Savaşı’nda Çerkeslerin rolü üzerine -1

Benim için Türkiye’de yaşayan Çerkesler hakkında yazılan eserlerin en önemlisi, Muhittin Ünal’ın yazdığı “Kurtuluş Savaşı’nda Çerkeslerin Rolü” kitabıdır. Kitabı okurken, Osmanlı’nın son döneminde ve...

Zamanda yolculuk

Aile hikâyelerini yazmaya, bizzat tanık olduğum veya yaşayanlardan dinlediğim anıları referans alarak başlamıştım. Ancak yazma serüvenim ilerledikçe, dönemi anlatan yazılı kaynaklar, tarihi anlarda rastladığım...

Sosyal Medyalarımız

4,890BeğenenlerBeğen
1,353TakipçilerTakip Et
4,000TakipçilerTakip Et

Son Yazılar

- Advertisement -spot_img