İstanbul’da Cumhuriyet’in 100. yılından 2. yüzyıla girerken kent ve çevre geleceğimiz

0
756

Bir dünya kenti olan İstanbul’u koruyabildik mi? Sorunun yanıtı hayır. Ne yazık ki bu dünya kentini, geleceğe taşıyacak değerleri ile koruyamadık. Aslında olumsuzluklar, yönetimlerin kente dair hiçbir sorumluluk taşımayan uygulamalarında oldu. Merkezi yönetimlerin ekonomik politikaları, kırsal alanda geçinemeyecek yoksul insanları köylerden kentlere göçe zorladı. Taşı toprağı altın İstanbul’a iş, aş bulma ümidi ile yüz binler geldi. Fabrikalarda, sanayide ve kentin tüm çeperlerine iş bulanlar, kentte kalıcı olmak adına, gecekondularda yaşamaya başladı. Plansız, projesiz, altyapısız oluşturulan yerleşim alanları, zaman içinde politikacıların da oy avlanma alanı haline geldi. Büyüme iyice kontrolden çıkarak İstanbul’un tüm merkezlerine yakın ne kadar Hazine, belediye ve vakıf arazisi varsa o alanlarda yeni yerleşim alanları oluşturuldu. Bu gelişmeleri yönetenler sadece izledi ve hatta defalarca çıkarılan imar afları ile teşvik de etti. Aynı zamanda planlı alanlardaki yapılaşmalarda da bu düzensizlik, proje ve eklerine aykırı yapılar, ruhsatsız yapılarla devam etti. Kentin nüfusu arttıkça altyapı, ulaşım, sosyal alanlar, kamu yapıları, okul, hastane vb. yapıların yetersizliği, sağlıklı bir kentleşmenin önünü iyice tıkadı. Kentin geleceğini tayin etmesi için hazırlanan üst ölçekli planlara uyulmadı. Devamlı cazibe merkezi olarak tanımlanan İstanbul’da imar rantları da keşfedilince kent tam bir katliama uğradı.

1999 depremi ile, megakent kendiyle yüzleşecek çalışmalar içinde, olası İstanbul depremindeki senaryolar ile geleceğini ararken, kent rantının deprem anahtarı ile açılmasını sağlayacak, halk arasında “Kentsel dönüşüm yasası” olarak bilinen kanun ile yağmalamaya devam edildi. Afet riski altındaki alanların tespiti ile yola çıkan rantçılar, kentin arsa ve mal değeri en yüksek yerlerinde yaptıkları dönüşüm projeleri ile kurdukları yağma düzenine yeni kârlar kattılar. Bütün bu uygulamalara ek olarak Tarlabaşı’nda, Sulukule’de başlayan kültürel ve mekânsal yok edişle kentsel dönüşümün soylulaştırma denen aciz uygulamalarını yaptılar. Sadece bir yılda İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nden 5 binin üzerinde imar plan tadilatı geçti. Bu hamleler ile yerel yönetimlerin de bu yağmadan nemalanmaları sağlandı. İktidar, plan ilke ve kararlarını hiçe sayacak birçok uygulamaya imkân tanıdı. Ayrıcalıklı imar planları, bu kent için hiçbir şekilde yapılmaması gereken mega projeler ile kentin yağmalanması yöneticilerin her geçen gün iştahını daha da çok kabarttı. Üst ölçekli planlarda yer almayan veya planlara aykırı Kuzey Anadolu Otoyolu yapımı, 3. köprü felaketi ve İstanbul Havalimanı ile kentin Kuzey Ormanları yok edildi. Yapılaşma kuzey aksına doğru kaymaya başladı. Plansız, ruhsatsız, altyapısız büyük yerleşim alanları doğdu. Kent merkezlerinde kenti korumaya alan birçok kanun ve yönetmelik ansızın verilen kararlar ile yok sayıldı. İstanbul’un siluetini bozacak gökdelenlere izin verildi. İmar rantı için bir gecede kentin ilçelerine ait sınırlar değiştirildi. Bütün bu süreçlerin uygulamalarında talanı destekleyecek her türlü kanun ve yönetmelik çıkarılarak, yağmalamaya yasal kılıflar uyduruldu. Kamu alanları, kamu yapıları özelleştirme idarelerine devredildi. Bazılarının satışı yapıldı. Bazıları da tahsis adı altında geleceği meçhul bir yok oluşa sürüklendi.

Tüm bu uygulamalar kente karşı imar talanını körükleyecek bir anlayışı tüm alanlara yaydı. Kontrolsüz ve denetimsiz büyüyen koca kentte mimarlık ve mühendislik hizmeti almamış on binlerce devasa yapı stokunun oluşmasına neden oldu. Kentin nüfusu 20 milyona dayanmasına rağmen, bu kenti besleyecek tarım alanları, sulak alanlar, havzalar ve hatta baraj göletleri de yok edildi. Çılgın ve hiçbir gereksinimi olmayan “Kanal İstanbul” projesi gündeme alındı. Kanalın güzergâhlarına ait yerler sık sık değiştirildi. Bölgede yer alan köylerde köylünün elinden yok pahasına araziler rantiyecilerin eline geçecek şekilde satışları yapıldı. Tarım alanları ve kenti besleyen tüm ekili alanlara ait yerler İstanbul Kanalı’na ait iki yönlü yeni iki yerleşke yaratacak şekilde planlandı. Plan ölçeğinde 1 milyon yeni nüfus yerleşimine imkân oluşturuldu. İstanbul Havalimanı’nın yapılması ve Kuzey Marmara Otoyolu’nun bu alana bağlanmasıyla bölgede yeni yapılaşmaların önü açıldı. Hantal, plansız ve programsız büyüyen İstanbul’un ihtiyaçlarını karşılayamaz oluşu, önce batıdaki, sonra da doğuda Melen Havzası’na kadar olan kaynaklara yönelmesine yol açtı. İstanbul artık çevresini de sömürmeye başladı. Ulaşım felç oldu. Dünya standartlarının çok altındaki sosyal donatı alanları ile kent yaşanılması mümkün olmayan bir megakente dönüştü.

Türkiye’nin ekonomik yapılanmasında çok önemli yeri olan bu kentin sağladığı rantı sömürmek iktidarların bir nevi yaşam kaynağı oldu. Olası İstanbul depremi ile zaman zaman kente dair duyarlılıkların gündem olduğu zamanlarda bile, bu kentin imar rantını sömürmek adına her türlü uygulama devam etti. Bu talana karşı mücadelenin en güçlü olanı Taksim Gezi Parkı’nda verildi. O dayanışmanın verdiği güç karşısında korkan iktidar, içimizden Mücella Yapıcı’yı, Tayfun Kahraman’ı ve oda avukatımız Can Atalay’ı hukuksuz yargılamalar sonucu hapse attı. Bu davranış, tüm başkaldırıya karşı korku salacak bir girişimdi. Her şeye rağmen Gezi ruhu yaşıyor ve yaşatılacak. 2024’e girdiğimiz bu günlerde geçmişin yaralarını sarmak; kamu, kentler, çevremiz ve toplum adına güzel gelişmeleri yaşamak ümidi ile…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz