Mısır Adası (Corn Island) 2014, George Ovashvili

0
137

Eingur Nehri her yıl şiddetli bahar yağmurlarının etkisiyle Kafkaslar’dan taş ve toprak parçalarını Karadeniz’e sürükler. Bu taş ve toprak parçaları minik adacıklar meydana getirir.

Adacıklar nehir nedeniyle toprakları çamura dönen köylüler için bir nimete dönüşür. Aileler, doğa şartları el verdiğince bu adacıklarda mısır yetiştirir.

Yaşlı adam, kayığıyla yeni adacığa gelir. Toprağı inceler. Sonra torunuyla gidip gelip bir kulübe inşa eder. Toprağa da mısır eker. İki ülke sınırı arasında olduğu için zaman zaman askeri zodyaklar adacığın yakınından geçer. Genç kız, askerlerin ilgisini çekmeye başlar.

Yaşlı adam, uzayan mısırların arasında yaralanmış bir asker bulur. Onunla ilgilenir ve iyileştirir. Ancak asker ve torunu yakınlaşmaya başlayınca rahatsızlık duyar.

Yaralı askeri arayan düşmanları adacığa gelirler. Yaşlı adam, gizlenen askeri ele vermez. Asker de bir daha ortalarda görünmez.

Şiddetli bir yağmur sonrası adacık sular altında kalmaya başlar. Dede ve torun kurtarabildikleri kadar mısırı kayıklarına yükleyip batan adacıktan ayrılmaya hazırlanırlar.

Ancak yaşlı adam düşer ve kayığı yakalayamaz. Yıkılan kulübeyle birlikte sulara karışır.

Film, çeşitli festivallerde ödül almanın dışında Oscar elemelerinde en iyi yabancı film adaylığı kazandı.

En baştan, filmin anlatısı çerçevesinden baktığımızda yönetmenin niyetinin bu dünyada toprağı sahiplenerek üzerinde hâkimiyet kurma isteğinin, doğaya meydan okumanın boşa bir çaba olduğunu ya da akıp giden nehir (hayat) üzerinde her an yok olabilecek bir mekânın fani insanoğlunun beyhude çabalarına değecek bir getirisi olmadığını vurgulamak ve gelecek nesillere aktarılacak mirası da alıp götürebileceğine benzer mesajlar iletmek olduğu görülüyor.

Kalıcı olanın insanca davranışlar, yaşamın öncelenmesi, yeni nesillere aktarılacak değerler, geleneklerin önemi vs. gibi unsurları barındırdığı söylenebilir.

Fakat burada biraz zorlayıcı olarak kullanılan metaforik öğelerin çokluğu ve taraflı yaklaşımı bizleri filme belli bir mesafeden bakmaya, işlenen konuları detaylar ve ortaya konan vicdan, ahlak sorgulamalarını gözden geçirmeye, detaya inmeye, yaşanan süreci yakından değerlendirmeye yöneltiyor.

Gürcistan-Abhazya Savaşı sonrası sürecin hangi dönemini anlattığı kesin olarak vurgulanmasa da yaşlı adamın çocuklarını savaşa kurban verdiği; her iki tarafın sınır muhafızlarının kontrollere başladığı ve sivillere belli serbestliklerin tanındığı, eğitimin devam ettiği, kısmen normale dönmeye başlamış bir tarihte geçtiği varsayılabilir.

Haklı olmanın güçlü olmak anlamına gelmediği günümüz dünyasında, güç ilişkilerinde etkin olan tarafın post-truth çağın imkânlarıyla bambaşka gerçeklikler oluşturarak, inanılırlığı umursanmadan piyasalara servis edilmesinin örneklerini politik sinemanın Hollywood ayağında ya da egemen değerlerin pazarlanmasının, piyasanın şartlarına uygun anlatılar yaratmanın farklı yöntemlerini sıklıkla görüyoruz.

Fakat bu anlatıların çıkmaza girmesi, yaşamın kendi gerçekliğine çarparak dağılmasının birçokörneği de mevcut.

Çünkü hayatın kendisi dar dünyalarda yaratılan anlatılara sığmayacak kadar zengin, kalıcı veöğretici öğeleri içerir.

George Ovashvili bir önceki filminde (The Other Bank) olduğu gibi bunda da çocuk oyuncukullanarak “gelecek nesiller” vurgusuyla konunun değerlendirilmesini başta şart koşuyor.

İlyas Salman’ın canlandırdığı karakter, konuşma (Abhazca) konusunda pek de hevesli olmayan, yaşamdan yorulmuş ve kadim bir kültürün unsuru değil, tarım toplumunun cefakârüyesi olarak sunuluyor.

Abhazya vatandaşı askerler ise dağınık, düzensiz, başıbozuk bir çete havasında… Gürcü askeri devriyeleri her seferinde değişirken onları defalarca sahneye alarak sanki bölgenin tek savunma gücü gibi gösteriyor.

Yavaş yavaş inşa edilen mekân ve ev vurgusu aslında Abhazya devletinin “derme çatmalığına” ve düzensizliğine gönderme gibi…

Torununun “Bu topraklar kime ait” sorusuna dedenin cevabı “Bizleri yaratanın” şeklinde oluyor. Bu cevap eminim Gürcü devletinin hoşuna gitmemiştir. Neticede Gürcü toprağı saydıkları Abhazya’ya karşı saldırmazlık anlaşmasını halihazırda imzalamış değiller.

Günlük rutin devam ederken, daha önceki bir sahnede devriye gezerken kıza dikkatle bakan bir askerin yaralı olarak adaya sığınması; mağdura yardım, hayata saygı gibi duyguları anlatıya yedirerek aslında bir nevi düzenli ve modern Avrupai görüntü sunan Gürcü ordusunun “insaniliğine” de dikkat çekmeye çalışıyor.

Zaman zaman ziyaretlerde bulunan Abhaz askerlerinin “disiplinsiz ve aşırı” davranışları bir küçümseme içeriyor, aynı sunum bir önceki filmin finalinde de yer alıyor. Sanki oradaki çetebu filmde düzenli orduya katılmış gibi bir hava yaratılmış.

Enteresan olan, Gürcü sinemasının Abhazya’ya ilgisinin 2008 yılında Rusya Federasyonu tarafından tanınmasından sonra artmaya başlaması.

Filmin ilerleyen bölümlerinde dedenin namus anlayışı, torununu yaralı askerin iyileşmesi sonrasında şakalaşırken gördüğündeki davranışı ile yargılanıyor.

Belki de kendi çocuklarını öldürmüş olabilecek bir askeri yaralı durumda bulan dede hem tedavi edecek hem de kendi tarafına teslim etmeyecek kadar gönlü zengin biri olarak lanse ediliyor.

Bu durum bize filmin ahlak ve namus anlayışlarının farklılıklarının nedenini tam açıklamadan muğlaklaştırıyor.

Filmin finalindeki dramatik sahnede, nehrin suyunun yükseldiği anda mahsulü ve torununu kurtaran dedenin nehirde defalarca bu işi yaptığı, yıkılacağı zaten belli olduğu halde neden barakayı “kurtarmaya” inatla devam ettiği ciddi bir soru işareti olarak kalıyor.

Sandalla karaya ulaşan genç kızın geleceği, düzensiz ve “şüpheli” görünen Abhaz askerlerinin ellerine mi kalıyor acaba?

“Bu metafor, inatla ülkelerini, değerlerini korumaya kendilerini adamış olanlara bir mesaj mi acaba” diye düşünüyor insan ister istemez.

Filmin sonunda, sağlığına kavuşmuş Gürcü askerin yıllar sonra sandalla gelerek üstünden çok suların aktığı “ada”da bir nevi geçmişi deşerek bulduğu “oyuncak kız bebek” neyi ifade etmek istiyor acaba?

Filmdeki bu tarz “yanlış anlamalara” yol açacak yoğun metaforik sembolleri yumuşatmak maksadıyla metonomiyle dengeleme malzemesi olarak agresif, isyankâr ve yaşı gereği arada dengesiz tepkiler sergileyebilen ergen kız çocuğu karakterini kullanmak, durumu kurtarmaya yetiyor mu?

Sinemasal anlatıda çocuk kullanımı gerçekçilik, masumiyet, hayatın devamı, geçmişe sünger çekme niyetlerini yansıtır fakat politik sürece evrilmiş meselelerde bu durum bambaşka anlamlara bürünebilir.

Gürcü sanatçılar kendilerini 90’lardaki savaşta tanklarını tanksavarlara karşı korumak için

Abhaz kız çocuklarını canlı olarak o tanklara bağlayan hasta ruhlu Gürcü ordu mensuplarından ayrı tutma niyeti taşıyorlarsa bu konulara daha hassas, samimi ve tarafsız yaklaşmalılar.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz