Derneklerimiz ve KAFFED – DÇB

0
585

Kafkas Dernekleri Federasyonu’nun (KAFFED) uzun yıllara dayalı çalışma sonucu kurulduğunu biliyoruz. 2022 Olağanüstü Genel Kurulu ile başlayan bir tartışma sürecinin içindeyiz.

Dünya Çerkes Birliği (DÇB) üyeliği ve Tüzük üzerinden başlayan tartışmalar, 2023 yılı Olağan Genel Kurul toplantısı sırası ve sonrası bazı üye derneklerin “faaliyetlere gözlemci olarak katılma, üyelikten ayrılma, üyeliği askıya alma” gibi tavırlar almasıyla devam etti.

Tavır alan derneklerimizden başlayarak federasyon üyesi derneklerimizle süreci değerlendirmek, gerek Türkiye’de gerekse uluslararası arenada önemsediğimiz “birlik” konusunun daha sağlıklı yürüyebilmesi için katkıda bulunmak istedik.


Yüksel Nuri Güneş

-Nasıl bir KAFFED/Federasyon/Birlik hayaliniz var? Üye derneklerle ilişkiler, uluslararası kurumlarla ilişkiler, sürgün, soykırım, başta anadili olmak üzere kimliğe ve kültüre dair her konuda nasıl bir birlik? Mevcut durumun ihtiyacı karşıladığı seçeneği de var elbette.

-İKKD YK: “Birlikteysek Güçlüyüz!” tınısı itibariyle kulağa hoş gelen güzel bir söylem. Günümüzde de çok sık, farklı ortamlarda dillendiriliyor. Uygulamaya gelince bu söylemin işlerliğini yitirdiğini “benim dediğim olursa beraberiz”e evrildiğini görüyoruz. İnsanlar gibi STK’lar da ortak sorunlara çözüm yolları aramak için bir araya gelip güç birliği içerisinde olma ihtiyacı hissederler. Bu birliktelikler amaca ulaşmada önemlidir. Fakat birlik içinde görüş ayrılıkları, derin çatlaklar oluşmuşsa ve artık kurumlara zarar verecek hale gelmişse birlikteliği sürdürmekte ilk günkü motivasyon korunamayabilir.

KAFFED, derneğimizin de üyesi olduğu, Türkiye’de en çok üye derneğe sahip, diasporanın en büyük federasyonudur. Sadece bu gerçek bile sorumluluğunun büyüklüğünü ortaya koymaya yeter. Dolayısıyla KAFFED’den beklentiler de aynı oranda büyüktür.

Peki, KAFFED bu sorumluluğun altından kalkabilmek için gereken kurumsal yapıya sahip midir? Bu, üzerinde tartışılacak en önemli sorulardan biridir.

KAFFED’in öncelikle “vizyon ve misyon”unun doğru belirlenip buna uygun bir tüzük ile tüm organlarına işlerlik kazandırması ve kurumsal bir yapıya yakışır bir yönetim anlayışına kavuşturulması olmazsa olmaz şartıdır.

Önceliği Çerkes toplumunun hem Türkiye’de hem de anavatanda haklarını dillendirmek, savunmak, hak savunuculuğu gereği bunu farklı mecralarda gündeme taşımak ve talep etmek olmalıdır.

Sürgün ve soykırımın gerek Türkiye’de gerekse uluslararası toplumda bilinmesi ve tanınması yönünde çalışmalar yürütmelidir.

Anadilin ve kültürün korunması, üzerinde durulması gereken önemli bir konudur ve hayatidir. Bu konuda vatandaşı olduğumuz ülkenin kamu otoritesinden en temel vatandaşlık hakkı sayılabilecek bu hakkın istenmesi konusunda çok net ve kararlı bir duruş sergilemelidir.

İşte bu noktada “Birlikteysek Güçlüyüz” söylemi bir anlam ifade etmektedir. Bu birlikteliği sadece kendisine bağlı dernekler ile değil, farklı Çerkes STK’ları ile de ortaklaşarak, bir araya gelerek yapmak, bu sayede güçlü bir ses ortaya koymak görevi de KAFFED’e düşmektedir.

Tüm bunları yapabilmek için dernekleri ile de güçlü bir bağa ihtiyacı vardır. Derneklerin başta maddi (bu konu KAFFED’in de çözmesi gereken önemli bir problemidir) konular, üye sayısının artırılması, hangi kaynaklara ne şekilde erişebilecekleri ile ilgili KAFFED’in yön göstericiliğine ihtiyacı olabilir. KAFFED bu konularda danışman, eğitmen gibi bir işlevi de görmelidir.


İKKD Yönetim Kurulu

Melgosh Yüksel Nuri Güneş (Başkan), Tuguj Asiye Yağan, Hacıkasım Emel Özdemir, Altıdoga Funda Altıok Diyner, Thluij Şeyma Kanbek, Trapsh Alperen Bayar, Şoğur Melike Kantekin, Habraç’u Esat Demir, Hamze İlknur Canbulat, Duwe Vedat Acar, Khedmej Barzaj Saleh, Bala Esra Bal, Thavko Elif Kübra Yatkın.


-Siyasi kararları, hemen her sosyal tabakadan insanların üye olduğu kültürel derneklerin birliği gerçeğinden hareketle nasıl almalı? Dernekler ve KAFFED siyaseten neyi ne kadar yapabilir? Kimliğe dair talepler demokrasi ile ilintili. Kendinizi ifade edeceğiniz kamusal alanların en etkili olduğu yer TBMM ve orada temsiliyetimiz yok. Yerelde yoğun yaşadığımız kentlerde belediye başkanlığı seçimlerinde ağrılığımız tartışılır. Ne yapmalı, nasıl yapmalı?

-İKKD YK: Siyaset gerekli ve fakat dikkatli olunması gereken bir konudur. Öncelikle toplumun kendi menfaatine olan kendi ile ilgili konular (dil, kültür, asimilasyon vb.) üzerinde ortak bir bilinç seviyesine erişmesi gerekir. Kabul etmek gerekir ki bu çok kolay değildir. Toplumu bu bilinç seviyesine ulaştırma görevi dernekler, STK’lar, dolayısıyla KAFFED gibi kurumlara düşmektedir günümüz şartları düşünüldüğünde.

Pek çok insanın siyasi bir görüşü vardır ve bu doğaldır. Hangi siyasi görüşe sahip olursak olalım, dilimiz, kültürümüz başta olmak üzere Çerkes toplumunun sorunları söz konusu olduğunda siyasi görüşümüzden sıyrılıp kendi toplumumuza odaklanmak önceliğimiz olmalıdır.

Sorunlarımızın çözümü siyaset kurumundan alınacak destek ile olabilir ancak. Bu gerçekten hareketle siyaset kurumuna etki etmek için de “Birlikteysek Güçlüyüz” kavramına anlam kazandırmamız önemlidir. İşte bu noktada diasporanın en büyük federasyonu KAFFED’in tüm diasporayı toparlama, toplumsal meselelerimiz konusunda tek ses çıkarabilme kabiliyetini toplumumuza kazandırma sorumluluğu vardır.

Eğer toplum olarak güncel siyasi meselelere dair kişisel tercihlerimizi bir kenara bırakıp toplumumuzun yararına olacak işlerde bir araya gelemezsek siyaset kurumu üzerinde etki şansımız kalmaz. Fakat yıllardır oluşamayan bu birlikteliğin müsebbibi maalesef ki bizleriz. Lobileşmeden, ticari, ekonomik birlik ve beraberliği oluşturmadan siyasetin içinde var olmak çok mümkün değil. Bu dağınık görüntümüz nedeniyle de siyasetin dikkate almadığı, toplu olmayan bir toplum olarak yok olur gideriz.

Aslında yaşadığımız ülke pratiğinde gördüğümüz bu davranış biçimi de demokrasinin tam anlamıyla oturmadığı ülkelere özel bir gerçeklik. Eğer demokrasinin tam anlamıyla özümsendiği bir toplumda yaşıyorsanız siyaset kurumu tüm vatandaşlara olduğu gibi Çerkes toplumuna da haklarını sağlama konusunda bir direnç göstermeyecektir doğal olarak. Ama maalesef bu ortamdan uzağız.


“Çerkes toplumunun sorunlarına dair çıkarması gereken sesi çıkaramayan, aksine ses çıkaranların da sesini kısma telaşında olan bir DÇB ile karşı karşıyayız”


-Türkiye ölçeğinde en geniş, deyim yerindeyse kahir ekseriyeti kucaklayacak siyaseten karar alıp uygulayacak bir yapı olmalı mı? Olabilir mi?

-İKKD YK: Böyle bir yapının gerekliliği zaman zaman kendisini belli ediyor. Geçmişte ihtiyaca binaen ortaya çıkan, kültür dernekçiliği dediğimiz modelde örgütlenen STK’larımızın siyaseten karar alma ve uygulama konusunda bir ağırlığı yok maalesef. Bu nedenle derneklere de gereksiz ve haksız bir eleştiri yapılmış oluyor. Dernekler üyelerini bir araya getirecek, onlara bir manada kimlik bilinci kazandıracak ortamları sağlamak ile mükellef olmalı. Ondan ötesi “farklı yapı” diye adlandırdığımız yapının görevi olmalı.

 

-Dünya Çerkes Birliği’ni (DÇB) nasıl değerlendiriyorsunuz? 1997’de UNPO’da, Çerkeslerin XIX. yy’da yaşadıklarının sürgün ve soykırım olduğunu, Çerkeslerin çifte vatandaşlık ve tarihsel topraklarına koşulsuz dönüş haklarının olduğu kararlarının alınmasını sağlayan DÇB gerçeğinden hareketle kamuoyumuzda ‘2000 öncesi ve sonrası’ DÇB’nin iki farklı yanı oldu’ değerlendirmelerine katılıyor musunuz? Nasıl bir Dünya Çerkesleri Birliği/Uluslararası Birlik hayal ediyorsunuz? Diaspora merkezli birlik düşüncesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

-İKKD YK: Pek çok kurum gibi Dünya Çerkes Birliği de ihtiyaca binaen ortaya çıkmış, zamanın siyasi şartlarının da el vermesi ile Çerkes toplumu adına önemli ve değerli işlere imza atmış bir kurumdur. Dillendirilmesi gereken pek çok söylemi cesaretle uluslararası mecrada dile getirmiştir.

DÇB’den beklenen de Çerkes toplumunun sorunlarını ve bu sorunların çözümüne dair tespitlerini ortaya koymak ve bunların çözümü konusunda aksiyon almasıdır.

Fakat gelinen noktada kuruluş yıllarındaki DÇB ile bugünkü DÇB arasında ciddi bir fark olduğu yadsınamaz bir gerçek. Kurulu olduğu ülkenin siyasi yapısının da etkisiyle Çerkes toplumunun sorunlarına dair çıkarması gereken sesi çıkaramayan, aksine ses çıkaranların da sesini kısma telaşında olan bir DÇB ile karşı karşıyayız günümüzde. Bunun nedenleri üzerine de konuşulabilir ama çözüme katkısı olmaz.

Eğer Çerkeslerin böyle bir kuruma ihtiyacı varsa, ki olduğunu düşünüyoruz, bu kurumun hiçbir siyasi otoritenin baskısı altında olmadan karar alma ve uygulama ortamının olması gerekir. Bu anavatanda olmuyorsa diasporada olmalıdır. Siyasi baskı altında olmadan örgütlenme için doğru adresin Avrupa ülkelerinden birisi olması seçeneği üzerinde de ciddi düşünmek gerekir.


En yalın haliyle halkımızın menfaatinden başka bir kaygısı olmayan, iyi niyet ve güvene dayalı bir birliktelik’

-Kayseri Kafkas Derneği (KKD) YK: Öncelikle değerlendirmelerinize “tavır alan” derneklerden sonra federasyon üyesi derneklerle devam edeceğinizi belirttiğiniz için bu değerlendirmelerde yönetimimiz, üyelerimiz veya derneğimizin kurumsal kişiliğine cevap hakkı doğuracak ifadeler olursa bu hakkımızı kullanmak üzere Jineps’e başvuracağımızı not etmek isteriz.

 

-Nasıl bir KAFFED/Federasyon/Birlik hayaliniz var? Üye derneklerle ilişkiler, uluslararası kurumlarla ilişkiler, sürgün, soykırım, başta anadili olmak üzere kimliğe ve kültüre dair her konuda nasıl bir birlik? Mevcut durumun ihtiyacı karşıladığı seçeneği de var elbette.

Nurşah Özyürek

-KKD YK: Olağanüstü genel kurulumuzda oluşan federasyondan ayrılma iradesini göz önüne alırsak mevcut durumun ihtiyacı karşıladığını söylemek en azından bizim için mümkün değil. Nasıl bir federasyon/KAFFED sorusunun cevabı, kısaca vermek gerekirse, şeffaf, demokratik, temsil ve karar alma süreçlerinde adaletin sağlandığı, vesayetin olmadığı, hak temelli çalışan, çağdaş ve saygın bir sivil toplum örgütü.

Nasıl bir birlik sorusuna ilişkin cevabımız ise en yalın haliyle halkımızın menfaatinden başka bir kaygısı olmayan, ortak amaç ve vizyonla oluşturulmuş, yol ve yönteme ilişkin farklılıklar olsa da karşılıklı saygı, iyi niyet ve güvene dayalı bir birliktelik hayali kurduğumuzdur. Hayal ettiğimiz federasyon veya birliğin diğer bir yönü de Türkiye’deki diğer yapılarla ilişkiler. İster federasyondan kopmuş ister hep dışarıda olan kişiler tarafından kurulmuş olsun Kuzey Kafkasya halklarını temsil iddiasında olan diğer yapılarla mutlak düşmanlık ve kutuplaşma siyasetinden vazgeçilmesinin elzem olduğunu düşünüyoruz. Birleşmek veya her konuda birlikte olmak zorunda değiliz. Ancak özellikle toplumu ilgilendiren önemli konularda diyalog bulunması ve asgari müşterekte buluşulabilen konularda işbirliği yapabilme pratiğini geliştirmek zorundayız. Bu hem saygınlığı artıracak hem de devlet ve hükümet başta olmak üzere bizim dışımızdaki cemiyet nezdinde dağınık görüntüyü bertaraf edecek ve daha fazla dikkate alınmayı sağlayacaktır.

Üye derneklerle ilişkilerde öncelikle federasyon yönetiminin iletişimi açısından tepeden bakmanın terk edilmesi ve ilişkilenmede bir standardın söz konusu olması gerekir. Örneğin mevcut yönetim henüz göreve talip olma aşamasında, genel başkan adayı açıklanırken tüm üye dernekler yerine belli derneklerle görüşülmüş ve 30 kadar dernek başkanının imzasıyla duyurulmuştu. Bu konuda bizimle görüşülmediği gibi İKKD, Ankara, Eskişehir gibi federasyonun kuruluşundan beri içinde bulunan ve faaliyet açısından lokomotif denebilecek derneklerle de görüşülmediğini biliyoruz. Üstelik imza veren bazı dernekler ve başkanlarını tanımadığımızı ve hiçbir toplantıya katılmamış olduklarını görüyoruz ki bu da yapının ne kadar sağlıksız olduğunu gösteren başka bir unsur. Süregelen ve rahatsız olduğumuz sorunların mevcut yönetimle de çözülemeyeceği fikrini yaratan ve ayrılığı kaçınılmaz hale getiren durumlardan birisi de budur. Bir diğer sorun ise 2019’da iki liste olması sayesinde, son iki genel kuruldur terk edilen bu yöntemin tekrar tedavüle sokulmuş olmasıdır. Zira birçoğu gerek yerelde gerekse federasyon kurul ve faaliyetlerinde inaktif olan dernek başkanlarının imzasıyla, delege sayısı ve bu kişilerin iradesi yok sayılarak, çoğunluğun desteği alınmış algısıyla genel kurula peşin bir ipotek tesis edilmiş olmaktadır. Bunu son derece antidemokratik buluyoruz. Üye dernekler ve federasyon ilişkileri açısından bize göre en önemli olan ve ayrılmamızın temel sebeplerinden birisi olan sorun ise mevcut tüzükteki genel kurul oluşumu, yani derneklerin delege sayılarının tespiti konusudur. Mevcut durumda bir dernek federasyona karşı aidat ödeme, toplantılara katılma, faaliyetlere katılma gibi yükümlülüklerini ne kadar yerine getirse de bunların hiçbirini yapmayan ama kâğıt üzerinde üye sayısı çok olan inaktif derneklerle aynı muameleyi görüyor ve 2 yıl hiçbir şey yapmayan dernekler genel kurula gelip belirleyici oluyor. Ayrıca kurul üyelerinin doğal delege sayılmaları da antidemokratik bir durum. Siz faaliyetlerinizle birlikte üye sayısını artırdığınızda ise 25 delege sınırı nedeniyle yine inaktif derneklerin tahakkümüne girmiş oluyorsunuz. Bu sınırlama İKKD, Ankara ve Kayseri gibi üye sayısı yüksek ve faal derneklerin etkin olmasını engelleyerek inaktif dernekler eliyle statükonun tahakkümünü ve vesayet dediğimiz kurumu yaratıyor.

Uluslararası kurumlarla ilişkilerde de mevcut hâkim görüşten farklı bakış açılarına sahibiz. Biz gerek yaşadığımız ülkelerde gerekse anavatanımızda halkımızın yaşadığı güncel sorunlar ile maruz kaldığımız soykırım ve sürgün nedeniyle uğradığımız hak kayıpları ve taleplerimizin uluslararası alanda daha fazla gündeme getirilmesi gerektiğine inanıyoruz.

Bunun için de hak temelli STK’lar başta olmak üzere uluslararası kurum ve kuruluşlarla daha çok iletişim ve işbirliği yapmak, bizim gibi sorunları olan halklarla iletişim ve ittifaklar kurmak, bu ilişkileri kurmak veya sürdürmek için nitelikli insan kaynağı oluşturmak, var olan insanları tabiri caizse kaçırmamak gerektiğini düşünüyoruz. Zira uluslararası alanda işler yapabilmek için en önemli unsurlar iletişim, görünürlük ve raporlama çalışmaları yapmaktır ve bunun için de kurumun öncelikle bu yönde irade ortaya koyması, daha sonra donanımlı insanları işin içine alarak aksiyon alması gerekmektedir. Ancak mevcut yapıda federasyonun tümünde olmasa da etkili bir grubun “aman Rusya kızmasın” kaygısıyla hareket ettiği gerçeği karşısında bu konuda yeterli adımlar atılacağını düşünmek mümkün görünmüyor.

Sorunuzda saydığınız kimliğe ve kültüre dair konularla ilgili olarak da hem Çerkes Soykırım ve Sürgünü’nün ve bu tarihi gerçekten doğan hak taleplerimizin hem de anavatanımız başta olmak üzere yaşadığımız coğrafyalardaki güncel sorunlarımızın ve taleplerimizin muhatap devletlere ve tüm dünyaya anlatılması perspektifiyle hareket edilmesi gerektiğine inanıyoruz. Bunu yaparken, özellikle soykırım açısından, koşulsuz bir Rusya düşmanlığı ile değil, uluslararası alanda yaratacağımız farkındalık ve oluşturacağımız gündemle Rusya’yı bu sorunu çözmeye motive etmek ve Rusya Federasyonu ile direkt bir iletişim ve şeffaf bir müzakere zemini oluşturmak amaçlanmalıdır. Bir önceki görüşmemizde değindiğimiz ve federasyondan tasfiye edilen 3. yol siyasetini biraz daha açarak kastetmiş oluyoruz aslında.


“Bizim ayrılığımızda, ayrılalım oylarının çok yüksek çıkmasının sebebi de bu üstten bakan ve ‘yanlış olan/düşünen sizsiniz’ diyen anlayıştı. Böyle olduğunuz zaman toplumun sizi takip etmesini bekleyemezsiniz. Toplum sizi takip etmez ve sahiplenmezse de toplumu temsil iddianız temelsiz kalır”


-Siyasi kararları, hemen her sosyal tabakadan insanların üye olduğu kültürel derneklerin birliği gerçeğinden hareketle nasıl almalı? Dernekler ve KAFFED siyaseten neyi ne kadar yapabilir? Kimliğe dair talepler demokrasi ile ilintili. Kendinizi ifade edeceğiniz kamusal alanların en etkili olduğu yer TBMM ve orada temsiliyetimiz yok. Yerelde yoğun yaşadığımız kentlerde belediye başkanlığı seçimlerinde ağırlığımız tartışılır. Ne yapmalı, nasıl yapmalı?

-KKD YK: Federasyon hem farklı kültürel tabakadan insanlardan oluşuyor hem de Çerkes, Abhaz, Çeçen, Oset halklarının az veya çok temsil edilmesi açısından da farklılıklar bulunuyor. Bu durumda ya federasyon homojen bir hale gelecek ya da mevcut şartlarda en rasyonel çözüm bulunmaya çalışılacak. En azından kısa vadede KAFFED’in bir Çerkes Federasyonu olarak homojenleşeceğini düşünmüyoruz. Sosyal tabakalar da değişmeyeceğine göre mevcut şartlara adapte olmak ve optimum çözümü bulmak dışında çare görünmüyor. Bize göre bu optimum çözümü bulmakta kilit konu, ortak sorunların tespitinden geçiyor. Baktığımız zaman Çerkes, Abhaz, Oset ve Çeçenlerin bu ülkedeki kimlik ve kültüre ilişkin sorunları aynı. Hepimizin anadili tehlike altında, hatta yok olmak üzere. Anadilimizin yanında yaşatmaya çalıştığımız dans, müzik, mutfak, kıyafet ve el sanatları bakımından farklılığımız yok veya son derece az. Talep ettiğimiz sosyal ve siyasal haklar da aynı. Anavatan açısından baktığımızda ise hepimiz soykırım ve sürgün sonucu vatanlarını terk etmek zorunda bırakılmış insanların torunları olarak bu ülkede dünyaya geldik ve koşulsuz dönüş hakkında ortaklaşabiliriz. Anadillerimiz özellikle seçmeli ders haline getirildikleri referandumdan beri anavatanımızda da tehlike altında. Bu kadar ortak sorunumuz varken eğer bu konularda ortaklaşacak bilince sahip olursak siyasi kararların alınması daha da kolay olabilir.


KKD Yönetim Kurulu

Nurşah Özyürek (Başkan), Ekrem Uçar, Ömer Teber, Onur Eğerci, Berşan Salı, Rabiya Nayir, Jansena Tav, Muhammed Yağan.


Dernekler ve KAFFED neyi ne kadar yapabilir? Tabii ki yapabileceklerimiz sınırlı. Ama hiçbir şey yapamayız anlamına gelmiyor bu. Mesela devlet nezdinde kimliğimizin tanındığı, resmen tanındığımız kamusal alan olarak sadece iki alan var. Birisi ortaokullardaki Çerkesçe (MEB nezdinde Adigece) ve Abazaca dersleri ile Düzce ve Erciyes üniversitelerindeki bölümlerimiz. Derneklerimiz ve federasyon en azından seçmeli ders seçim zamanlarında sahaya inebilir, ailelerle, okul müdürleriyle, Milli Eğitim yetkilileriyle görüşebilirler ve sınıf açılmasa bile 100 yılda elde ettiğimiz tek hakkın kullanılması için bir irade yaratmış olurlar ve bu her yıl artarak devam ettirilebilir. Aynı şekilde Düzce’deki Çerkes Dili ve Kültürü ile Abhaz Dili ve Edebiyatı, Kayseri’deki Çerkes Dili ve Kültürü bölümlerinin tercih edilmesi için çalışmalar yapılabilir, tercih edenlere burs sağlanabilir. Bu hem görünürlük sağlar hem de derneklerde insan ve bağış sirkülasyonunu yaratabilir. Örneğin Kayseri’de her sene kampanyalar yapıyoruz ve sayısı artsa da azalsa da mutlaka Çerkesçe sınıflarımız açılıyor. Öğrencilerimize burs sağlıyoruz ve bunu da her yıl artırmaya çalışıyoruz. KAFFED’in önceki dönem yönetimi de hem Düzce ve Kayseri’deki bölümlerin öğrencileri hem de anavatanda üniversite okuyan gençlerimiz için burs kampanyası yapmıştı ve olumlu işlerdi bunlar.

Seçmeli dersler ve bölümler dışında dernekler yerelde, federasyon ulusal ve uluslararası düzeyde görünürlük sağlayacak taleplerimizi medya ve/veya sosyal medyada gündem haline getirecek çalışmalar yapabilir. Örneğin anavatan, Türkiye veya herhangi bir yerde uğradığımız hak ihlalleri hakkında açıklamalar ve raporlamalar yapılabilir. Özellikle hükümet, kamu kurumları ve siyasi partiler açısından genel merkez düzeyinde federasyon, taşra teşkilatı açısından dernekler daha aktif olabilir. KAFFED’in 2022 yılındaki olağanüstü genel kurulu öncesindeki bildiri, deprem bölgesinde bizlere yönelik dedikodu ve itibarsızlaştırma çalışmaları ile son KAFFED olağan genel kurulundan önceki başkan adayı açıklamasında istendiği takdirde organize olabileceğini gördük. Siyasi taleplerimiz açısından da organize olunabilir. Yeter ki bu organizasyon kabiliyeti, enerji ve hırs kendi insanını harcamak yerine halkımızın hak ve menfaatleri için kullanılsın.

TBMM ve yerel yönetimlerdeki temsil sorunu çok açık ve yıllardır var. Halkımıza mensup parti yöneticileri, milletvekilleri veya belediye başkanları oldu ve olacak ama bu kişiler kimlikleri nedeniyle değil partideki çalışmaları veya profesyonel kariyerleri sayesinde buralara geldiği için, seçilmelerinde kurumlarımızın payı olmadığı müddetçe çok fazla eleştirme hakkımız olduğunu düşünmüyoruz. Siyasetçilerin tek kaygısı oy almak ve oy almak için seçmen kitlesinin ihtiyaçları önemli olduğuna göre, nüfusumuzun yoğun olduğu bölgeler başta olmak üzere tüm dernekler ve federasyonun, seçim olmayan dönemler de dahil, daha aktif olmaları ve taleplerimizi daha fazla dillendirmeleri gerekmektedir. Özellikle derneklerin siyasilere burada kalabalık bir seçmen kitlesi olduğunu gösterecek faaliyetlerde bulunması gerekir. Bunun yanında siyasi partilerle ölçülü ve ilkeli olmak kaydıyla düzenli bir ilişki ve iletişim bulunması gerekir. Ancak baktığınız zaman hem federasyon hem de derneklerin siyasetle ilişkileri sadece seçim döneminde kurulmakta ve aday adaylarının refere edilmeye çalışılmasından ibaret. Ayrıca birçok derneğimiz maalesef aktif değil. Açık konuşmak gerekirse bu seçimden seçime görüşmelerden sonuç alındığına da maalesef şahit olamadık. Aday adaylarına çok aktif destek sağlandığını, kitle olarak arkasında bir halkın bir kısmının durduğunu gösteremedik. Bizim 2023 seçimlerinde, siyasi partilerin verdikleri sözü tutmaması ve yok sayılmamız gerekçesiyle bağımsız milletvekili adayı çıkarma girişimimiz oldu. Kayseri’de faaliyet gösteren 13 dernekle oluşturduğumuz platform ortak bir kararla bir aday çıkarttık ve yapılan kampanyada kurumsal olarak da bulunduk. Ülkedeki kutuplaşma ve seçimin iki kutup arasında geldiği nokta göz önüne alındığında çok kötü bir sonuç almadık ama devamlı hale gelirse ve tecrübelendikçe daha iyi sonuçlara temel olacak bir başarı elde edildiğini de söyleyebiliriz. Değiştirmemiz gereken bir başka anlayış da derneklerimiz içinden gelen kişilerin siyasette görev aldığında bu yapılardan uzaklaşmaları gerektiği anlayışı diye düşünüyoruz. Bu sadece derneklerimizin değil kişilerin de gösterdiği bir refleks. Siyasette aktif olan ve bir yerlere gelmiş kişilerin yönetimlerde yer alması ilke olarak uygun olmasa da kurumlarımıza üyeliği, aidiyeti ve aktif katılımlarının devam etmesi gerekir.

 

Türkiye ölçeğinde en geniş, deyim yerindeyse kahir ekseriyeti kucaklayacak siyaseten karar alıp uygulayacak bir yapı olmalı mı? Olabilir mi?

-KKD YK: Böyle bir yapı şüphesiz olmalı. Tarihi, üye dernek sayısı ve bu derneklerin coğrafi dağılımına bakıldığında buna en çok yaklaşan kurum KAFFED’di. Ancak orada da farklı düşünenlerin bir şekilde sistem dışına itildiği veya dışarıda kalma hissiyatı yaratıldığı bir statüko sorunuzdaki kahir ekseriyeti kucaklamaya engel oluyor. Bir diğer engel de diğer kurum ve oluşumlarla kavga etmeye dayalı rekabet. Bu rekabet dışarıdan bakıldığında toplumumuzu çok dağınık, kurumlarımızı muhatap almakta ve güvenmekte tereddüt yaratan bir iklime neden oluyor. Ayrıca federasyonun üye derneklerinin çoğunluğu da ya tamamen pasif ya da potansiyeline nazaran yeterince aktif değil. Bu durum sadece KAFFED değil diğer federasyonlarda da görülüyor. Farklı eğilim ve düşünceleri kapsayabilmenin yanında sahaya inme ve toplumu kucaklayabilmek de çok önemli siyaseten karar alıp uygulayacak bir yapı olabilmek için. Ama siz topluma yukarıdan bakıp kendinizi onların yaptıklarını doğru veya yanlış olarak nitelendiren bir konumda görürseniz topluma dokunmak ve toplumun kurumunuzu benimsemesi mümkün olmuyor. Bu yapıların topluma istikamet verme makamı değil toplumla kucaklaşmanın aracı olduğunun fark edilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Bizim ayrılığımızda, ayrılalım oylarının çok yüksek çıkmasının sebebi de bu üstten bakan ve “yanlış olan/düşünen sizsiniz” diyen anlayıştı. Böyle olduğunuz zaman toplumun sizi takip etmesini bekleyemezsiniz. Toplum sizi takip etmez ve sahiplenmezse de toplumu temsil iddianız temelsiz kalır.

 

Dünya Çerkes Birliği’ni nasıl değerlendiriyorsunuz? 1997’de UNPO’da, Çerkeslerin XIX. yy’da yaşadıklarının sürgün ve soykırım olduğunu, Çerkeslerin çifte vatandaşlık ve tarihsel topraklarına koşulsuz dönüş haklarının olduğu kararlarının alınmasını sağlayan DÇB gerçeğinden hareketle kamuoyumuzda “2000 öncesi ve sonrası DÇB’nin iki farklı yanı oldu” değerlendirmelerine katılıyor musunuz? Nasıl bir Dünya Çerkesleri Birliği/Uluslararası Birlik hayal ediyorsunuz? Diaspora merkezli birlik düşüncesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

-KKD YK: Dünya Çerkes Birliği’nin 2000 yılı öncesi ve sonrasıyla farklı yapılar olduğuna biz de katılıyoruz. 2000 yılında yapılan şeyi devlet eliyle yapılmış bir darbe olarak nitelendiriyoruz. Kuruluşundan 2000 yılına kadar Çerkes halkının menfaati için çalışan ve saygıdeğer Thamadeler tarafından yönetilen, rahatlıkla sivil toplum örgütü diyebileceğimiz bu kurum maalesef 2000 yılından sonra kimliğini değiştirerek bir STK iken devletin bir aparatına, bir nevi kamu kurumuna dönüştü ve kuruluşunda yüklediğimiz anlamları karşılamayan ama öyleymiş gibi davranarak yıllardır diasporadaki kurumların da vebaline ortak olduğu, Çerkes halkının aleyhine çalışan bir yapı halini aldı. Başta Türkiye delegasyonu olmak üzere (o tarihte KAFFED kurulmamıştı ve Türk yasaları KAFDER’in üyeliğine imkân vermiyordu) 2000 yılındaki kongreye katılan diaspora temsilcileri o genel kurula katılmama, terk etme dirayetini gösterseydi ya da sonrasında bu sorunlu ve zararlı yapıyı terk etseydi bugün başka şeyler konuşuyor olabilirdik. Ama bu yapının yanında yer alan, her zaman destek veren, her zor duruma düştüğünde bir şekilde koltuk çıkan ve anavatan DÇB’den ibaretmiş gibi DÇB’yi eleştirenleri anavatan düşmanı ilan eden büyüklerimiz ve yöneticilerimiz de maalesef DÇB’ye 2000 yılındaki darbeyi yapan ve bugün yöneten anlayışın vebaline ortak olmaya devam etmektedir.

Bizim hayal ettiğimiz DÇB, kuruluşundan 2000 yılına kadarki kurumdu aslında. Bugün ise gerek DÇB’nin pozisyonu gerekse Rusya Federasyonu’nun mevcut demokrasi ve özgürlük seviyesi göz önüne alındığında merkezi diasporada veya Avrupa’da olan bir örgütlenmenin zorunlu olduğunu düşünüyoruz. Bunu DÇB’nin alternatifi veya onu yok edecek bir öneri olarak değil Çerkes halkının menfaatleri için istiyoruz. Bu örgütlenmenin yukarıda da değinildiği gibi koşulsuz Rus düşmanlığı temelinde değil hak talebi temelli ve anavatanımızda aynı pencereden bakabilecek kurum, akademisyen ve kişilerle diyalog içerisinde anavatan ayağını ihmal etmeden yapılması çok önemli. Bizim için en önemli kriter ve amaç Çerkes halkının menfaati ve örgütlerimizin de tek kaygısının bu olması gerekir. Kurulacak örgüt her şeyi başaramayabilir ama yukarıda özetlediğimiz ilkeler çerçevesinde bu kaygıyla ve akılla yönetildiği sürece faydalı işlere imza atılacaktır.

 

‘Örgütlü mücadele tarihimizde artık yeni bir dönüm noktasına yaklaştığımızı hissediyoruz’

Jankat Yelbaşı

-Jankat Yelbaşı (J.Y.): Öncelikle bu konuyu gündeminize aldığınız için kendi adıma teşekkür ederim. Konu Kafkas Dernekleri Federasyonu’nun (KAFFED) iç meselesi gibi görünse de aslında diasporadaki farklı kesimler tarafından da dikkatle takip ediliyor, bu yüzden süreçlerin nasıl geliştiğini herkesin öğrenmesi diaspora dinamikleri açısından da önemli.

Aslına bakarsanız bütün bu gelişmeler birdenbire, dünden bugüne bir anda yaşanmadı. Şüphesiz son iki yıl daha yoğun ve tartışmalı geçmiş olsa da bundan yaklaşık 9 sene kadar önce Dünya Çerkes Birliği’nin (DÇB) faaliyetlerinden rahatsız olan bir grup arkadaş bir araya gelerek federasyon içerisinde bir muhalefet grubu oluşturmuştuk. Bu çekirdek ekip daha sonrasında yıllarca KAFFED ve üye derneklerde görev alan gençlerin bir araya gelerek kurduğu KAFFED Değişim Hareketi’nin de (KDH) çekirdeğini oluşturdu. Son 5 yıllık süreçte yaşananlar, DÇB üyeliğinin hiç gerçekleşmemiş olmasının ortaya çıkması, birden fazla DÇB’nin olduğunun anlaşılması, sonrasında gelişen olaylar ve yaşanan kutuplaşma işleri buralara getirdi. Sonrasında yine gördük ki mesele salt bir DÇB meselesi de değil. Kendi kesmedikleri kurbana mundar diyen bir zihniyet var. Düşünün, Tüzük Genel Kurulu’nda son reddedilen maddedeki değişiklik sadece kreş açılmasını içeriyordu.


“KAFFED mevcut delege yapısı, antidemokratik tüzük ve her ne kadar olmadığı iddia edilse de ‘üst akıl’ olduğu sürece düzelmeyecek. Son 5 yılda bunu yakından tecrübe etme fırsatımız oldu ki bu sürenin 2 yılında bu kurumun yönetim kurulu üyesiydim. Bizim bir şeyleri içeride kalarak düzeltme umuduyla geçirecek yıllarımız kalmadı maalesef”


Jineps’e eleştiri

Söyleşiye devam etmeden önce, içimizde ukde kalan ve burada belirtmeden geçemeyeceğim bir noktayı açıklamamda yarar var. Bunu bir dost eleştirisi olarak algılayın lütfen. KAFFED’de yaşanan tartışmalı süreç sırasında Jineps’in genel Türkiye siyasetine karşı gösterdiği dinamik muhalif tavrı maalesef Çerkes siyasetinde göstermediği, suskun kaldığı, hatta Çerkes statükosuna daha yakın pozisyon aldığı hissine kapıldık.

Gelinen noktada Çerkes siyasetinde görüş ayrılıklarının ve safların daha da netleştiği düşüncesindeyiz. Örgütlü mücadele tarihimizde artık yeni bir dönüm noktasına yaklaştığımızı hissediyoruz. Bunlar yeni bir dönemin habercisi olabilir.

 

-Eskişehir Kuzey Kafkas Kültür ve Dayanışma Derneği olarak nasıl bir KAFFED/Federasyon/Birlik hayaliniz var? Üye derneklerle ilişkiler, uluslararası kurumlarla ilişkiler, sürgün, soykırım, başta anadili olmak üzere kimliğe ve kültüre dair her konuda nasıl bir birlik? Mevcut durumun ihtiyacı karşıladığı seçeneği de var elbette.

-J.Y.: Bilindiği üzere 2001 yılında dernekler yasasında yapılan değişiklikle derneklere federasyon kurma hakkı tanınmış ve akabinde diasporada güçlü ve kapsayıcı bir federasyon, bir çatı örgüt kurma çalışmaları başlamıştı. O dönemde yöntem tartışmaları yapılmış, sonrasında da aslında çok da KAFDER’den (Kafkas Derneği) farklı olmayan bir yapıyla KAFFED kurulmuştu. O dönem yapılan toplantılar, yaşanan tartışmalar ve yöntem önerilerine girersek lafı çok uzatmış olacağız; sonuç olarak, kurulan federasyon, KAFDER’e üye olmayan bazı derneklerin katıldığı, ismi değişmiş bir KAFDER’e evrildi. Biz de Kayseri ve Sakarya dernekleriyle birlikte kurucu üye olarak federasyona katıldık.

Ben o dönemlerde de şu an başkanlık görevini yürüttüğüm, kuruluş toplantılarına ev sahipliği de yapan Eskişehir Derneği’nde aktif görev alan bir gençtim. Beklentilerin çok yüksek olduğunu, bir heyecan uyandığını, sanki bekleyen, biriken sorunların birdenbire çözülmeye başlayacağını düşündüren bir atmosfer oluşmuştu ya da gençliğin verdiği tecrübesizlikle biz öyle algılamıştık durumu. Fakat realite böyle olmadı, KAFDER örgütlenmesinden miras kalan, merkez-şube ilişkileri alışkanlıklarının devam ettiği bir KAFFED çıktı ortaya. Bu örgütlenme mantığına; o dönem Eskişehir’de gençlik kollarında düzenlediğimiz konferanslara katılan bazı isimlere bile müdahale etmeyi kendine hak gören bir zihniyet hâkimdi. Fakat Eskişehir KAFDER geleneğinden gelmediği için buna müsaade etmedi ve doğal olarak Eskişehir’de bu anlayış başarılı olamamıştı ki biz yıllar sonra Mizağe dergisini çıkardığımızda bu düşünce yapısı kendisini bir kez daha göstererek bizim KAFFED’e üye derneklerde kendimizi anlatmamıza engel oldu, davet edenlere davetlerini geri çektirdi, hatta KAFDAV’a bile ciddi baskı yapıldığını, bu baskıya rağmen KAFDAV’ın bizi kabul ettiğini biliyoruz.

Devam eden süreçte birtakım düzelmeler olsa da aslında KAFFED bu düşünce yapısından gerçek manada uzaklaşamadı, hep merkez-şube ilişkisi üzerinden ilişkileri yürütmeye çalıştı. Bizim KDH’de de dillendirdiğimiz, öncesinde de söylediğimiz bir şey var; federasyon yatay örgütlenme modelidir, dikey değil, şube değil üye dernekler vardır, amaç birliği ve ortak amaç için çalışan örgütler vardır. Dolayısıyla kurulacak ilişki de bu yönde olmalıdır. Çünkü daha geniş bir çerçeveden baktığınızda zaten KAFFED ve öncesinde (Kafkas Dernekleri Koordinasyon Kurulu) (KAFKUR) süreçlerinde dahi homojen bir siyasi birliğin olmadığı görülecektir. Bugünden geriye tersine bir tarihyazımı girişimiyle mesele düz bir çizgi halinde “dönüşçülüğün evrimi ve örgütlenmesi” gibi ortaya konulsa da mevcut durum bundan farklıdır. Bu heterojen yapıyla da “çatı örgütün görevi en fazla koordinasyon olmalıdır” tezini savunduk senelerce. Fakat KAFFED “üst aklı” bu farklılıkları, farklı tarihsellikleri yok sayarak bir tür vesayet ilişkisi kurmaya çalıştı süreç boyunca. Bizim “değişimden” umduğumuz, beklediğimiz de bundan sıyrılmış bir örgüt yapısıyken yıllardır dillendirdiğimiz şeylerin fotoğrafı her türlü şüpheden uzak şekilde Tüzük Genel Kurulu’nda önümüze geldi. Dolayısıyla ister istemez bir değerlendirme mecburiyeti de hasıl oldu.

Burada konu, sıkça vurgu yapılan ve bence artık hamaset aracı olarak kullanılmaya başlanan “Birlik” vurgusuna geliyor. Evet, birlik önemli, birlikte olmak, güçlü olmak, birlikte mücadele etmek vb. şeklinde uzatabiliriz fakat hangi konuda birlikte olduğumuzu, hangi amaca doğru birlikte yürüdüğümüzü gözden geçirmek gerekiyor. İçi boş, aynı hedefe varmayı amaçlamayan birlikteliklerin kuru kalabalıktan öteye gidemeyeceğini düşünüyorum, zira aynı hedefe, aynı amaca doğru bakabilenlerin birlikteliği değerlidir ve gerçek manada bir birliktelik ancak o zaman söz konusu olabilir. Bu manada da ortak gaye ve amaç etrafında birleşmeyen yapıların kuracağı şeylerin adı belki platform olur, kriz bazlı komite olur ama federasyon olamaz.

Örneğin KAFFED genel kurulunda “Federasyon tüzüğünde ‘soykırım’ ve ‘sürgün’ geçmesin” ya da “bu tüzüğü böyle kabul edersek Rusya’yı kızdırırız” diyebilen bir kafa yapısıyla ya da toplumsal faydayı öncelemek yerine Türkiye’yi, Amerika’yı, Ürdün’ü, Suriye’yi, Angola’yı ya da herhangi başka bir kurumu, kişiyi, oluşumu kızdırmamayı önceleyen bir kafa yapısıyla şahsen benim kurabileceğim bir birliktelik olabileceğini sanmıyorum.

Bu kafa yapısı daha 1989’da 21 Mayıs için söylem ortaya koyan, KDHK’nın (Kafkas Dağlı Halklar Konfederasyonu) da destekçilerinden Nalo Zavur’un başkanı olduğu Aşemez Derneği için; “Aşemez Derneği’nin bu ödünsüz kararlılığını, daha hoşgörülü bir demokratik anlayış, daha esnek bir politik yaklaşım içinde ve sabırla sürdürmesi halinde giderek güçleneceğine ve ulusal politika oluşturulmasında daha belirleyici olabileceğine yürekten inanıyoruz” diye neşrederek sonrasında Aşemez Derneği Başkanı Nalo Zavur’un düşüncelerini tehlikeli bulan, onun yerine SSCB aparatı Rodina’yı kendine partner kabul eden düşüncenin devamıdır.


EKKKD Yönetim Kurulu

Jankat Yelbaşı (Başkan), Özgür Arslan, Umut Şen, Belgin Düzarat, Pınar Birgül, Murat Çotuk, Ozan Ermez, Enes Ağır, İsmail Erbaş, Arif Akdemir, Cenk Sungur, Serap Erpek, Tuğçe Uzun, Zişan Erpek, Ayşe Biyçe Korkmaz, Tolga Tekdemir, Erşan Ağır, Okan Albayrak.


Bu anlattıklarımdan nasıl bir federasyon veya birliktelik hayalimin olduğu da anlaşılıyor sanırım. Bizim ihtiyacımız olan birliktelik vatanda ya da diasporada Çerkes toplumunun sorunlarını, ihtiyaçlarını her şeyin önünde tutabilen, uluslararası platformlarda “soykırım ve sürgün” söyleminin tanınması için çabalayan ve bunu açıkça tüzüğüne yazmaktan korkmayan bir birlikteliktir. Elbette istisnasız her konuda tamamen aynı düşünen, aynı tavrı alan, aynı şekilde reaksiyon veren bir birliktelik oluşturmak çok mümkün değil ve bence insanın doğasına da aykırı ama ortak müştereklerde buluşabilen ve toplumunun diğer kesimlerini reddetmeyen bir birliktelik olmalı. Kültürel faaliyetleri organize eden değil belki koordine eden, dernekçiliği yerelde faaliyet gösteren üyelerine bırakarak toplum için politika, söylem inşa etmeye çalışan, vatanla ilişki kurarken aracılara, birilerinin referansına ihtiyacı olmayan, gerektiğinde Rusya Federasyonu ile doğrudan muhatap olabilen, haklarımızı vatanda ve diasporada muhatapları karşısında açıkça savunabilen bir birlikteliğe ihtiyacımız var. Zor ama imkânsız değil, özellikle anavatanda KAFFED’in kendine ısrarla paydaş olarak tuttuğu DÇB’den kurtulabilseydik çok önemli bir adım atılmış, bir eşik aşılmış olacaktı.

Tüm bunları düşününce mevcut durumun yeterli olmadığı zaten ortaya çıkıyor. Dahası bu sorunlar sadece KAFDER geleneğinden gelmeyen, kendine özgü bir geleneği olan ve federasyonlaşma sürecinde KAFFED’e katılan Eskişehir Derneği için geçerli sorunlar değil. Son genel kurulda Ankara Çerkes Derneği Başkanı Yusuf Bey’in yaptığı konuşmayı dinlerseniz geçmişte KAFDER’in genel merkezi olan Ankara Derneği için de KAFDER’e üye olan ve bizim gibi KAFFED’le ilişkileri askıya alan Bağlarbaşı için de ve yine KAFDER’e üye olan, yakın zamanda yaptığı genel kurulla KAFFED’den ayrılan Kayseri için yeterli olmadığı anlamı çıkıyor.

Bir kehanet olarak söylemiyorum ama KAFFED’deki bu yaklaşım ve zihniyette değişim olmadığı takdirde arkası da gelecektir.

Bu durumda birilerinin özeleştiri yapması lazım, son KAFFED Yönetim Kurulu birtakım ziyaretlerde bulunduktan sonra bir yazı yayımladı. Yazıda özetle, görüşmelerin yapıldığı, eleştirilerin alındığı belirtiliyor ama sonuç olarak “sorun bizde değil sizde” deniliyor. Çözüm yöntemi olarak da hâlâ arka kapı diplomasisi, ahbap-çavuş ilişkileri, derneklerde görevde olan muhaliflerin pasifize edilmesi yöntemleri izleniyor. Üstelik bunu yaparken yerelde verebilecekleri zararın, neden olabilecekleri olumsuzlukların, iç huzursuzlukların ya farkında değiller ya da daha kötüsü umursamıyorlar, belki de teşvik ediyorlar.

Kendi adıma açıkça ifade etmekten çekinmiyorum, bu durumda Eskişehir’in yapması gereken bu yapıdan ayrılmaktır. Biz yönetim olarak ilişkileri askıya alma kararını Eskişehir genel kurulundan önce yapılan istişarelerde ağırlık kazandığı için bekliyoruz. Yoksa “içinde kalıp düzeltme” iyimserliğini yıllardır DÇB’de de yaşadık, düzelmiyor. KAFFED de mevcut delege yapısı, antidemokratik tüzük ve her ne kadar olmadığı iddia edilse de “üst akıl” olduğu sürece düzelmeyecek. Son 5 yılda bunu yakından tecrübe etme fırsatımız oldu ki bu sürenin 2 yılında bu kurumun yönetim kurulu üyesiydim. Bizim bir şeyleri içeride kalarak düzeltme umuduyla geçirecek yıllarımız kalmadı maalesef. Bizler aynı pencereden bakabileceğimizi, birlikte aynı amaca, aynı hedefe yürüyebileceğimizi düşündüğümüz kurumlarla birlikte olmalıyız.

Bu zaman zarfında KAFFED yukarıda bahsettiğimiz çizgiye gelirse elbette KAFFED’le de birlikte hareket edebiliriz ama ne yazık ki kurum en çok kendiyle mücadele ediyor, kendi geleceğine zarar veriyor. Başkanlık seçiminde bir tarafı, bir adayı kendi adayı, “teşkilatın adayı” diye lanse ederken diğerlerinin arkasında hep zararlı, kötü, art niyetli dış mihraklar arıyor. Halbuki bizler gökten zembille inmedik, yıllardır bu kurumun içinde olan, karınca kararınca çalışan insanlardık. Biraz uzun olduğunun farkındayım kusura bakmayın ama daha değinmediğim, söylenebilecek pek çok şey var esasında.

 

-Siyasi kararları, hemen her sosyal tabakadan insanların üye olduğu kültürel derneklerin birliği gerçeğinden hareketle nasıl almalı? Dernekler ve KAFFED siyaseten neyi ne kadar yapabilir? Kimliğe dair talepler demokrasi ile ilintili. Kendinizi ifade edeceğiniz kamusal alanların en etkili olduğu yer TBMM ve orada temsiliyetimiz yok. Yerelde yoğun yaşadığımız kentlerde belediye başkanlığı seçimlerinde ağrılığımız tartışılır. Ne yapmalı, nasıl yapmalı?

-J.Y.: Siyasi ilişkiler denilince toplum olarak aklımıza öncelikle mevcut siyasi partilerle olan ilişkiler geliyor, siyaset=particilik ya da partizanlık çerçevesinde yaklaşıyoruz, hatta pek çok derneğimiz de derneğe siyaseti sokmamakla övünüyor. Aslında tek başına dernek olmak, dernek kurmak bile bir siyasi hareket, STK denilen şey zaten siyasi bir birlikteliktir. STK’ların görevleri arasında faaliyet alanlarına ve üyelerinin ihtiyaçlarına göre politika üretmek vardır. Dolayısıyla bir çatı örgüt olarak federasyon da bu minvalde politika ve söylem üretmekle yükümlüdür.

Toplumumuz sizin de söylediğiniz gibi farklı sosyal tabakalardan oluşmakta, Türkiye siyaseti içerisinde çok farklı fraksiyonlardan gelen insanlar olduğu gibi merkezdeki akımları destekleyenler oldukça fazla. Bu durumun sonucu olarak ortaya atılan yeni söylemler kendi toplumumuzun da tepkisiyle karşılaşıyor. Biz kimlik siyaseti anlamında henüz oldukça yolun başındayız ve halk olarak ister istemez Kürt siyasi hareketinin verdiği mücadelenin sonucu elde edilen bazı kazanımlardan (eğer olabilirse öyle bir durum) biz de faydalanıyoruz.

Günün şartlarında büyük çoğunluğu şehirlerde yaşayan bir toplumuz, artık köylerle hiç ilişkisi olmayan, tamamen şehirlerde doğup büyüyen jenerasyonlar var ve gittikçe de kalabalıklaşmaya devam edecekler. Bu şartlar altında sadece kültürel kimlik mücadelesiyle bir yere varamayacağımız aşikâr, doğal olarak siyasi, politik bir kimlik mücadelesinin de verilmesi gerekiyor. Fakat bizim toplumumuzda henüz politik bir bilinç ve tabana yayılmış bir kimlik mücadelesi de yok. Belli bir bölgede demografik bir üstünlüğümüz de olmadığına göre alışılmış siyasi parti, vekil ya da yerelde belediye başkanlığı kazanma ihtimalimiz sadece kendi nüfusumuza dayanarak mümkün değil, hatta maalesef bazı yerlerde muhtarlık bile alamayacak köylerimiz var. ÇDP (Çoğulcu Demokrasi Partisi), Çerkes siyasal hayatına bir hareket getirmeye çalışıyor fakat henüz toplum tarafından kabul gördüğünü söylemek zor.

Bu durumda izlenmesi gereken yöntem olarak elimizde siyasi partilerde aktif olan üyelerimizi desteklemek ve siyasete merakı olan gençlerimizi teşvik etmek kalıyor. Bu da KAFFED’den ziyade yerel derneklerin işi bence, biz bu anlamda çalışmalar yapıyoruz, yaklaşan yerel seçimlerde farklı partilere belediye meclislerinde üyelerimizi görmek istediğimizi açıkça ifade ettik ve uzun zaman sonra hatta belki de ilk defa aynı anda farklı partilerden doğrudan bizim desteğimizle aday gösterilecek 4-5 isim var. Artırmak için çalışmalarımız devam ediyor. Bu isimlerin 2-3 tanesi doğrudan seçilebilecekleri yerlerden aday gösterilecekler. Böylelikle belki yerelde fayda devşirebileceğiz. Özellikle derneklerin faaliyetlerinin yerel yönetimler tarafından desteklenmesinin öneminin farkındayız. Fakat toplum olarak ihtiyacımız olan geniş çerçevede bu değil. Çerkes adaylar elbette desteklenmeli fakat diğer yandan da mevcut partilerin Çerkesler açısından dişe dokunur bir siyaset üretebileceğine ya da içerisindeki Çerkeslerin üretmesine imkân, izin, olanak vereceğine inanmıyorum.

Bizim ihtiyacımız olan politik söylemleri üretmek mevcut siyasi parti sistemine ya da yerel siyasete eklemlenerek yapılabilecek bir şey değil. Kendi söylem, talep ve sorunlarımızı kurumlarımız, yayın organlarımız, kolektif çalışma gruplarımız, formel ya da enformel yapılarımızla ortaya koymakla ve yaşadığımız ülkelerin demokratikleşmesi için mücadele etmekle mümkün olabilir.

 

-Türkiye ölçeğinde en geniş, deyim yerindeyse kahir ekseriyeti kucaklayacak siyaseten karar alıp uygulayacak bir yapı olmalı mı? Olabilir mi?

-J.Y: Olmalı ve evet olabilir.

Türkiye Çerkes diasporası pek çok farklı görüşten ve akımdan oluşuyor, bu bize özgü bir durum da değil, sadece Çerkesler değil pek çok farklı etnik grup için geçerli bir durum. Her toplumda fikir, yöntem, siyaset bakımından farklılık gösteren oluşumlar var. Ortak müştereklerde ya da olağanüstü hallerde birleşmek çok da zor olmamalı. Geçmişte örnekleri var, Abhazya savaşı döneminde kurulan Kafkas-Abhaz Dayanışma Komitesi’nin kuruluşunda Kafkasya ile ilgili faaliyet gösteren yüz küsur oluşumun imzası vardı. Benzer durum Kafkas-Çeçen Dayanışma Komitesi için de geçerliydi. Daha yakın bir örnek verecek olursak Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonrasında ilan ettiği seferberlik nedeniyle pek çok Kafkasyalı Türkiye’ye geldi ve bunların insani ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla KAFFED, ÇERFED, İstanbul BKD, Şamil Vakfı, Alan Vakfı, Kafkas Vakfı ve daha başka kurumların bir araya gelmesiyle Kuzey Kafkasya İnsani Kriz Komitesi kuruldu ve çeşitli çalışmalar yapıldı. Bu örnekler belki kalıcı değildi fakat acil durumlarda bir araya gelebilerek birlikte çalışılabileceğini kanıtladı. Her ne kadar bu birliktelik birilerini rahatsız etse de örnek teşkil eder.

Bahsettiğimiz çalışmalar genel olarak geçici ya da olağanüstü bir duruma karşı oluşturulmuştu, fakat soykırım ve sürgün, anadil eğitimi ya da anadilde eğitim, çifte vatandaşlık hakkı, Ruslan Ğuaşe ve Martin Kochesoko örneklerinde olduğu gibi insan hakları ihlalleri gibi toplumun ekseriyetinin kabulünü alabilecek konularda ya da dönem dönem karşılaşılabilecek spesifik konularda faaliyet gösterecek kalıcı bir kurumun mümkün olduğuna şahsen inanıyorum.

Mutlaka kolay olmayacaktır, her cenahta çok fazla bagajı, önyargısı olan, egosuna esir düşmüş, hatta bir noktadan sonra kişiselleşmiş ya da kişiselleştirilmiş sorunları olan insanlarımız var. Bunun yanı sıra böyle bir birliktelikten rahatsız olacak ve gerçekleşmemesi için her türlü girişimde bulunacak DÇB ve onun Türkiye’deki uzantıları da var ama bütün bu olumsuzluklara rağmen bence mümkün.

 

-Dünya Çerkes Birliği’ni nasıl değerlendiriyorsunuz? 1997’de UNPO’da, Çerkeslerin XIX. yy’da yaşadıklarının sürgün ve soykırım olduğunu, Çerkeslerin çifte vatandaşlık ve tarihsel topraklarına koşulsuz dönüş haklarının olduğu kararlarının alınmasını sağlayan DÇB gerçeğinden hareketle kamuoyumuzda ‘2000 öncesi ve sonrası ‘DÇB’nin iki farklı yanı oldu’ değerlendirmelerine katılıyor musunuz? Nasıl bir Dünya Çerkesleri Birliği/Uluslararası Birlik hayal ediyorsunuz? Diaspora merkezli birlik düşüncesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

-J.Y.: Aslına bakarsanız DÇB ilk kuruluşu itibariyle de sorunlu bir kurumdu. Kurulduğu günden itibaren içerisinde Çerkes toplumunun faydası için çalışan, çabalayan Kalmuk Yura, Nalo Zavur, Şhalakho Abu, Açumiz Ruslan, Kazanuko Eduard, Hatajuko Valery, Almir Abreg, Murat Hatukayev, Aleksandr Okhtov, İbrahim Yağan gibi insanlar olduğu gibi Rusya’nın âli menfaatleri için çabalayan, Hafıtse Muhammed, Sohrokov Hauti ve avenesi gibi insanlar da vardı. Kalmuk Yura bile “Beni buraya neden koydular, neden başkan yaptılar anlamadım” diyor, başkanlık sürecinde yaşadıkları üzerine.

Bütün bu çekişmelere rağmen bazı vatansever isimlerin çalışmalarıyla UNPO’da kazanımlar elde edildi, fakat süreç içerisinde fiili baskılarla karşılaşan bu kişiler 2000 yılındaki operasyonla DÇB’den tamamen uzaklaştırıldı, hatta bazıları yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kaldılar.

Sonuç olarak, olaylı 2000 kongresiyle DÇB, tamamen gayri milli düşüncedeki insanların elinde kalarak diasporayı dizayn etme aparatına dönüştü.

Bu dönemde bir diğer enteresan boyut daha var. Kafkasya’da çok büyük bir siyasi hareketliliğin yaşandığı 1989-1993 sürecinde, dönemin en önemli siyasi aktörlerinin başında gelen “Adige Khase”lerin ve Kafkas Halkları Konfederasyonu’nun (KHK) faaliyetleri KAFDER-KAFFED “üst aklı”nca hep görmezden gelindi. 21 Mayıs’ı ilk defa anma günü olarak kabul eden, antidemokratik yeni RF anayasasına karşı çıkan, Kıyı Boyu Şapsığ bölgesinin sorunlarına derman olmaya çalışan ve Abhazya savaşında kardeşlerine tam desten veren, sınır ve toprak anlaşmazlıkları yaşayan kardeş halklara arabuluculuk yapan, ama Çeçen Savaşı döneminde pasifize edilen KHK’nın sanki hiç var olmamışçasına yok sayılması çok ilginç idi.

DÇB’nin günümüze kadar yaptıkları ettikleriyle ilgili herhalde artık çok bir şey anlatmaya gerek yok, zira yıllardır anlata anlata sadece dilimiz damağımız değil artık maalesef dimağımız kuruyacak hale geldik. Hauti’nin günlük olağan mesaisinin gerekleri olarak karşıladığımız “Büyük Rusya” söylemleri, yaşanan insan hakları ihlalleri karşısındaki sessizlikleri gibi pek çoklarını sıralayabileceğimiz eylem ve söylemler kamuoyumuzca zaten malum. DÇB ve taifesi hangi büyük kazanım adına kutlandığı meçhul olan 20 Eylül Çerkes Bayramı’nı kortej yaparak kutlarken ve Türkiye diasporasından bu mühim kutlamalara katılan birtakım zevat korteje ve “kutlamaların coşkusuna” övgüler düzerken az ötede gençlerimiz Kanjal provokasyonu yüzünden Rus OMON birliklerinin saldırısına maruz kalıyordu. Bu sözde Çerkes toplumunun faydası için “biz kurduk” denilen kurum ve taifesinden kimse yoktu orada. İnsan hakları aktivisti Valeri Hatujuko olayların ortasında canını dişine takmış gençleri kurtarmaya çalışıyordu. Son deprem yardımları konusunda sergiledikleri marifetleriyle de sayelerinde artık Çerkeslerin de bir kayıp milyon davası var, ne diyelim?

Sizin sorunuzdakinden farklı olarak iki ayrı DÇB olduğunu şöyle düşünüyorum, geçtiğimiz yıllarda yaşadığımız ‘DÇB’den çıkalım, içinde kalalım, düzeltelim’ tartışmalarının yaşandığı dönemde gördük ki hiçbir zaman zaten gerçekten üye olmamışız. Türkiye’de yapılan genel kurulda oylanması gereken üyelik oylanmadığı gibi zaten bizim bildiğimiz DÇB ile o günkü DÇB aynı değilmiş, iki farklı DÇB kurulmuş, bize oynanan oyun, izletilen tiyatro sandığımızdan daha vahimmiş.

Bakın, bu durum şu tarihlere bakınca zaten ortaya çıkıyor:

-KAFKUR: 1991-1993 (Resmiyeti yok) tarihleri arasında faal,

-KAFDER: Kuruluş: 1993, Kapanış: 07.12.2003,

-KAFFED: Kuruluş: 03.07.2003,

-Birinci DÇB (Uluslararası Çerkes Derneği): Kuruluş: 20.05.1991, Resmi Tescil: 25.09.1991, Resmi Kapanış: 20.12.2010,

-İkinci DÇB (Uluslararası Çerkes Halkını Bütünleştirme, Çerkes Diasporasının Tarihi Anavatan ile Bağını Geliştirme Derneği): Kuruluş: 30.03.2001.

Burada görüldüğü gibi tam 9 sene iki ayrı DÇB aynı anda faaliyet gösteriyor, yani durum öyle birilerinin iddia ettiği gibi biri diğerinin devamı ya da merkez Maykop’tayken açılan banka hesaplarının kapanması falan değil.

Üstelik konunun acı olan bir boyutu da şöyle; Hauti bile durumu kabul edip, eski Genel Başkanımız Ümit Dinçer’e “Ya sen bu işi halledersin, büyütmeye gerek yok, gelirsiniz bir oylama yapar hallederiz” minvalinde konuşurken diasporadaki birtakım zatı muhteremler “Olur mu öyle şey, biz zaten üyeyiz” diyebiliyorlar.

2022’de yaşadığımız olağanüstü genel kurul sürecinden sonra, genel kurul kararı gereği (kişisel olarak hiç istemesek bile) konunun takipçisi olarak DÇB’ye bir yazı yazarak ‘hukuki eksiklerin giderilerek üyeliğin oylanması gerektiğini’ ilettik, onlar da ‘bir olağanüstü genel kurul düzenleyip zaten üyesiniz de yine de oylayalım’ diyerek “güya” üyeliği oyladılar. Bakın bu oylama tutanağının karar kısmında yazan şu:

Karar:

KAFFED’in 30 Aralık 2020 tarihli yazılı başvurusu uyarınca, KAFKUR ve KAFDER tarafından temsil edilen Türkiye delegasyonunun devamı olan KAFFED’in DÇB tüzüğünün 4.2. maddesi gereğince 5 Mayıs 2006’dan itibaren DÇB üyesi olduğu teyit ve kabul edilmiştir.

Bu durumda DÇB geriye dönük bir karar alıyor ve üyeliği teyit edip kabul ediyor. Bizim KAFFED yönetim kurulu görevini bıraktığımız 2023 genel kuruluna kadar konuyla ilgili üyelik işlemleri gerçekleştirildi diye bize gönderilmiş bu tutanak dışında Rusya Federasyonu’nun ilgili kurumlarından gelen bir tane resmi belge yok. Bizden sonra geldiyse mevcut yönetim buyursun yayımlasın. Keşke birileri iş edinip Rusya federal vergi dairesine sorsa, hatta sadece KAFFED üye mi değil mi diye de değil DÇB üyesi kuruluşların dökümü istense, bizler de hep beraber öğrensek bize karşı oynanan tiyatro devam ediyor mu, yoksa DÇB bu sefer gerçekten gereklilikleri Rusya Federasyonu nezdinde de yerine getirdi mi?

Türkiye diasporası merkezli bir uluslararası birlik fikrini şu aşamada çok mantıklı bulmuyorum, yaşadığımız ülkenin siyasi iklimi de buna uygun değil, daha demokratik bir ortamda, örneğin Avrupa’da, Brüksel’de ya da benzeri bir yerde faaliyet gösterecek bir birliğe ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.

Böylesine bir birlik, diasporaları bulundukları ülkelerdeki ulusal yapılardan ötesine, uluslararası alana dahil olunmasını sağlayacağı için önemli. Anavatanla ilişkilerin yanı sıra farklı diasporaların birbirleri ile olan ilişkisinin de tesis edilmesi gerekiyor. Diasporamızın bulunduğu ülkelerin bir kısmı çatışma içerisinde, bir kısmı da olası çatışma bölgesinde. Yugoslavya’nın dağılmasından Arap-İsrail savaşına, Suriye’deki iç savaşa kadar yaşadığımız coğrafyalarda gerçekleşmiş ve bizi etkilemeyen bir siyasi olay yok. Haliyle burada örgütlü olabilmek hayatta kalma mücadelesi bakımından bile elzem.

Aslında burada da tek sorun, sadece nerede olması gerektiği değil, bir araya gelmede ilke ve hedeflerin neler olacağı. Bununla ilgili bir çalışmamız da vardı aslında, federasyon yönetimindeyken içerisinde benim de görev aldığım DİAKİT isimli, diaspora ilişkileri üzerine çalışan bir komisyon kurmuş ve görüşmelere başlamıştık. Türkiye dışındaki diaspora örgütlenmelerimizin bir kısmıyla toplantılar düzenledik ve belirli bir zemine getirmek için çalışıyorduk, deprem felaketiyle karşı karşıya kalınca ara vermek zorunda kaldık. Sonrasında zaten yönetim değişikliğiyle bu çalışmaları tamamen sonlandırmak durumunda kaldık.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz