Geleli 111 gün geçti…
Bir sebep, bin sebep…
…
Eğer rüzgâra karşı yürüyecekseniz hiç gelmeyin…
Dolayın boynunuza yeşil atkınızı, mavi gözünüzle, mavi gökyüzüne bakarak, rüzgârla birlikte yol alın…
Gözünüz kamaşacak, çünkü güneş zaptedilmemiş henüz…
“Güneşi zaptedeceğiz,”diyor, sarı saçlı mavi gözlü…
…
Bir sebep daha buldum kendime…
Oldum olası kütüphaneleri severim, severim değil çok severim…
Beyazıt Kütüphanesi, Şamil Vakfı Kütüphanesi, British Library, Beyoğlu Kütüphanesi ve Ahşap Masası, New York Şehir Kütüphanesi, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, Folkestone Şehir Kütüphanesi…
En yenisi ise Bakü Milli Kütüphanesi…
Geleli yüz günü geçti, yüzüm olmadı, gidemedim, sahafta arasam bulsam diyorum, pazar sabahlarında sahaf bulamıyorum…
Haşlanmış yumurta, Beluga havyar, zeytinyağı, limon, kara ekmek…
Pazar sabahları bir şampanyam eksik…
…
Şair tepeden bakmış şehre…
Ateşin şehrine, rüzgârın şehrine…
…
Muhterem biri sormuştu; “Nâzım, neyin şairidir” demişti…
Bilemeyince, ‘umudun’’ demişti…
…
‘Küçelere su serpmişem…’
Şarkı, şiir, söz…
Bakü küçelerinde yankılanıyor, İçeri Şeher, taş duvarlarında güneşi çoktan zapt etmiş…
…
En iyisi, Milli Kütüphane diyorum…
Bakü’de Milli Kütüphane…
İlk yedi adım, sonrasında bir nefes molası…
Soluklanıp, merdivenleri çıkmaya devam ediyorum…
Nâzım Hikmet’in şiir kitaplarını arıyorum, diyorum…
İlk şiir kitabı mı?
Evet, ilk şiir kitabı…
1928…
“Güneşi İçenlerin Türküsü…”
Karakalemle yazılmış kitabın adı, eski Türkçe basılan ilk kitap…
Nâzım’ın ilk kitabı 1928 yılında Bakü’de basılmış…
Türk dili ile Azerbaycan’da…
Umutla, bir yudumda içilen bir türkü…
Türküler unutulmaz, şarkılar unutulmaz, şiirler unutulmaz, yazılan çizilen hiç unutulmaz…
Acı unutulur, sevinç unutulmaz…
İyilik unutulmaz, kötülük unutulur…
…
Şairin kitabı önümde, sayfaları rüzgârla çevriliyor…
Yüzüm yoktu, yüzüm oldu şimdi…
…
“Akın var
güneşe akın
Güneşi zaptedeceğiz
Güneşin zaptı yakın!”
…
Küçelere su serpmişem…