Rusya’nın tarihi, özgürleşme çabalarının uğradığı başarısızlıkların tarihidir. Gürcü düşünür Merab Mamardaşvili (1930-1990) Rusya’da despotik rejimlerin norm olduğunu söylerdi. Özgürlüğe açılan parantezler ise istisna. Hoş, onlar da başarısızlıkla sona ererdi. Çünkü ne yapılacağı konusunda hiç kimsenin bir fikri olmazdı.
“Rejimin yumuşaması” Nikita Kruşçev döneminde başladı, Brejnev’in 1968 yılında Çekoslovakya’nın işgal edilmesi emrini vermesiyle sona erdi. Çelişkilerle dolu bir zaman dilimiydi. Özgürleşme adımları da atıldı; baskılar, yasaklar, Stalinciliğe geri dönüşler de yaşandı. Nelere tanık olunmadı ki? Macaristan’ın işgali (1956)… Novoçerkassk katliamı (1962)… Küba füze krizi… “Doktor Jivago” romanının yazarı Boris Pasternak’a reva görülen eziyetler.
İngilizce karşılığı “thaw” olan “rejimin yumuşaması”nı belki şu şekilde tanımlayabiliriz: Geçmişi anlama çabalarının, bir tür normalliğe dönüşün, yaygın yükseköğretim ve hızlı kentleşme gibi yeni sosyo-ekonomik koşullara uyum sağlamanın modernleşen Stalinciliğe eşlik etmesi. Bugünden geriye baktığımızda mutluluğun resmini görür gibi oluruz. Ama aynı resim, Rusya’da her mutluluğu karanlık zamanların takip ettiği gerçeğini teyit eder.
“Yumuşama” bir nevi yumuşak totaliterlik olarak karşımıza çıkar. Kalabalığa uyup onunla aynı sloganları atmak zorunda değilsinizdir. Ama suçlu sandalyesinde oturanı korumanız da mümkün olmaz. Pasternak’ın itibarsızlaştırılması böyle yaşanmamış mıydı?
Sistem, paradoksal biçimde pek sistematik işlemez. Belki de tutarsız uygulamalar terimini tercih etmek gerekir. Mesela Parti’nin hazırladığı bir bildiriye imza koymamak. Böyle bir eylem ceza almayı gerektirir. Ama bazı aydınlar ne işlerini kaybederler ne de Parti üyeliğinden atılırlar. Her şeye rağmen Sovyet sistemi bugünkü Rusya’nın devlet aygıtıyla mukayese edildiğinde daha öngörülebilirdir ve daha az kaotiktir. Halkın çoğu “pasif konformistler” kategorisine girmiştir. Zaman zaman “saldırgan konformist” çıkışlar da olmuştur. Ama bu saman alevi benzeri çıkışlar Stalinist geçmişe dönüş gibi algılanan durumlar karşısında gösterilmiş münferit tepkilerdir.
“Rejimin yumuşaması” Sovyet halkının zihnini özgürleştirdiği gibi 1980’li yılların reformlarına da kapıları aralar. Hatta “yumuşamanın”, 1990’lı yılların reformlarının temellerini attığı bile söylenebilir. Ne var ki “yumuşama” liberal bilincin ve demokratik kurumların kök salmasına imkân vermez. Bunun için süreç fazla kısa sürmüştür… Haddinden fazla ödün verilmiştir… İç çelişkiler taşınamaz durumdadır. Yönetim adım adım ilerleyen özgürleşmenin olası sonuçları hakkında içgüdüsel korkular duyar ve elbette felç haldedir. Kruşçev ve Yeltsin arasındaki en önemli benzerlik, ikisinin de katı otokrasi karşısında yenilgiye uğramış olmasıdır.
Bugün Rusya tarihi yeni bir döngüye girmiş durumda. Tünelin sonunda yeni bir özgürleşme süreci mi var? Kimsenin bir cevabı yok. “Rejimin yumuşaması” günün sonunda daha sıcak bir mevsime de evrilebilir, derin dondurucuya da girebilir. Baharın kapıda olduğunu sanırsınız, oysa bir de bakmışsınız “thaw” gelmiş. Elbette nereye evrileceği belli olmayan bir “yumuşama”dır söz konusu olan.