Çeçenya Cumhuriyeti Bilimler Akademisi Etnografya Bölümü Başkanı, Çeçenya Devlet Üniversitesi profesörlerinden tarihçi Leichy Garsaev, “Ritüeller söz konusu olduğunda, insanların çoğu mistik eylemleri, korkunç büyücülük komplolarını hayal ediyor. Aslında hiç öyle değil. Ritüeller, etnik grupların kültürlerini oluşturan halk geleneklerinin bir parçasıdır. İlkel toplum döneminde ortaya çıktılar, insan ve doğanın etkileşimi ile ilişkilendirildiler ve insanların yaşamsal kuşkularını ortadan kaldırmalarına yardımcı oldular. Bu ritüelleri gerçekleştirerek kişi güven ve psikolojik rahatlık kazandı” diyor.
Meyve ağaçlarını kesmek yasaktı
Leichy Garsaev ve etnograf meslektaşları Zura Madayeva, Said-Emi Khasiev ve Zulay Khazbulatova uzun yıllar Çeçen geleneklerini ve ritüellerini inceliyor ve anlatıyorlar. Modern toplumda bu kültürel miras çoğu zaman geçmişin kalıntısı ya da bir çeşit eğlence olarak algılanmaktadır. Ancak biliminsanları, bunun atalarımızdan gelen tarihi bir mesaj olduğunu ve belirli bir ahlaki ders olarak hizmet ettiğini söylüyor. Örneğin eski zamanlarda Çeçenlerin meyve ağaçlarını kesmesi yasaklanmıştı, büyük bir günah sayılıyordu. Ne yazık ki bugün insanlar atalarının birçok âdetini olduğu gibi bu yasağı da unuttu. Bu ritüellerden bazılarını hatırlayalım.
Kaşık demeti
“Yedinci kuşağa kadar atalarının adını bilmeyen adam değildir.” Bu Çeçen atasözünün temeli, eski Çeçen ritüeli “kaşık demeti”ne dayanmaktadır. Düğünün ardından damadın annesi, oğluna ve gelinine üzerinde gelin ve damadın isimlerinin yazılı olduğu yüzük şeklinde yuvarlak bir halka içine yerleştirilmiş iki tahta kaşık verirdi.
Kaşıklar, yetenekli ustalar tarafından tek parça tahtadan oyulurdu. Bu, gençlerin kaderlerini sonsuza dek birleştirdiği ve onları yalnızca ölümün ayırabileceği anlamına geliyordu.
Gençler ilk akşam bu kaşıklarla yemek yerdi. Bir başka Çeçen atasözü de bu geleneğe dayanmaktadır: “Aynı yemeği paylaşanlar düşman olmaz.”
Daha sonra kaşıklar yeni evlilerin yaşadığı odanın duvarına asılırdı, bu kaşık demeti, Çeçen ailenin bir tür tılsımı ve gücünün simgesiydi. Eşlerden birinin ölümünün ardından ölen kişinin kaşığı kesilerek halkadan çıkarılırdı. İkisi de öldükten sonra duvarda sadece isimlerinin yazılı olduğu yüzük kalırdı. Zamanla bunlardan en az yedisi birikirdi. Torunlar, yedinci nesle kadar atalarının isimlerini bu şekilde unutmazdı.
Bu geleneğin bir devamı olarak eskiden Vedeno bölgesinde dostluğun gücünü simgelemek adına yakın arkadaşlara böyle bir kaşık demeti verilirdi.
Ritüel 1944 yılında Çeçenlerin sürgüne gönderilmesine kadar devam etti. Günümüzde neredeyse unutulmuştur.
Çoki ritüeli
Kadim Vaynakhların unutulan bir diğer ritüeli de düğün töreniyle ilişkilidir. Evlenecek gence (çoki) gelinlik giydirilmeden önce banyo ritüeli yapılırdı. Banyo teknesi aromatik bitkilerle tütsülenir ve içine şifalı bitki karışımları dökülürdü. Daha sonra kızın tenine sembolik şekiller çizilir ve gelinlik giydirilirdi. Ve son olarak gelinin teyzeleri ve arkadaşları gelinliğin eteğine bir iğne takarlardı. Efsaneye göre bu iğne, çizimler gibi genç kadını nazara karşı korurdu.
Kadınlar daha sonra sağlıklı çocuk sahibi olma dileklerinin bir işareti olarak çeyizin içine fasulye tohumu, mısır koçanı ve kayısı çekirdeği koyardı. Günümüzde geline bir düğün buketi verilirken, eski zamanlarda ise kurdeleyle sarılmış bir mendilin içinde gümüş para verilirdi. Bütün bu hediyeler bir tür hatıraydı ve yaşamın sonuna kadar saklanırdı. Bu ritüelin yalnızca iğneyle ilgili kısmı bazı ailelerde hâlâ uygulanmaktadır.
Yağmur ritüeli
Halkların kuraklıktan korunmak için tasarladığı birçok ritüel vardır. Çeçenler eski zamanlarda yağışların sorumlusunun yılanlar ve kargalar olduğuna inanıyorlardı. Bu nedenle yağmur yağdırmak için birkaç yılanı öldürüp etrafa asmak veya bir karga yuvasını yok etmek gerekiyordu.
Yağmur yağdırmanın bir başka yolu da kuru bir nehrin yatağını sabanla sürmekti. Kadınlar ve erkekler ayrı ayrı gruplarla saban sürer, sabanın ortaya çıkardığı suyla kendilerini ıslatırlardı. Daha sonra nehri süren kadınlar köyde dolaşır ve onlara para veya yiyecek hediye edilirdi. Ancak en etkili ya da en azından en eğlenceli yöntem, yoldan geçen erkeklerin yolunu kesmek ve nehre doğru itmekti.
Çeçenya’ya İslam’ın gelişiyle birlikte başka bir ritüel ortaya çıktı: Nehre çakıl taşları atmak. Ancak bu etkinliğe yalnızca erkekler katılıyordu. Gençler topladıkları taşları mollanın ve Kur’an okuyabilen yaşlıların yanına koyardı. Duanın okunmasının ardından taşlar suya atılır, daha sonra köydeki tüm insanlar için kurbanlar kesilirdi.
Aynı ocağın insanları
Kafkasya’nın tüm halkları gibi Çeçenler için de ocak ve içindeki ateş, ailenin kutsal nesnesi ve değeriydi. Birlik ve refahın simgesiydi. Bu büyük aileye, Çeçencede “aynı ocağın insanları” anlamına gelen “Ts1anan 1siynan nakh” denirdi.
Kadim zamanlarda ateşin sahibi kadındı ve buna göre Çeçenler arasında ilk sıra kadına aitti. Daha sonra sosyal normlar değişti ve erkek, kadını ateşte yemek pişirecek konuma indirgeyerek ocaktaki baskın yerin sahibi oldu.
Çeçenlerin evle ilgili birçok ritüeli vardı. Yemekten önce yiyeceklerin en güzel parçalarını şömineye atıp aile için iyilik dilerlerdi. Yemekten sonra ateşe ekmek kırıntıları ve artan yiyecekleri atarlardı, çünkü “ekmek tanrının bir hediyesiydi” ve sanki yakılarak aileye geri dönüyormuş gibi düşünülüyordu.
Anne ve babasının evinden ayrılan gelin, ebeveynlerinin evine bir veda ritüeli gerçekleştirirdi: Yüzü kapalı olarak şöminenin etrafında üç kez dolaşırdı. Daha sonra gelini almaya gelen damadın akrabası gelinin elini tutar, ocağın zincirine dokunup sallardı. Bu ritüel, kızın babasının evinden ayrılışını simgeliyordu.
Ailede neşeli bir olay varsa, ocaktan yanan bir kütük alınır ve etrafına daire çizilirdi. Kadim Vaynakhlar, kıskanç ve kötü cinlerin bu şekilde evden uzaklaştıklarına inanıyordu.
Aileden birinin ölmesi durumunda ocaktaki ateş söndürülür ve üç gün boyunca yemek pişirilmezdi. Bu ritüelin bir benzeri hâlâ uygulanıyor; ölen kişinin evinde cenaze töreni sırasında yemek pişirilmiyor.
Çeçenler arasında ocağın olduğu bir odada işlenen suç en ciddi suç olarak görülüyordu. Kan davası bile ocağın yakınında işlenmezdi ve eğer kan davalı olan biri ocağın zincirine dokunmayı başarırsa konuk olarak kabul edilmesi gerekiyordu. Ocak zinciri, ocağın kendisi gibi kutsal kabul edilirdi. Birisi başkasının ocak zincirine sarılırsa, o kişinin korunmak istediği anlamına geliyordu.
Önemli bir yeni yıl ritüeli olan ocaktaki ateşi yenilemek ise çok eskilere dayanır. Yeni yıl için tüm yemekler sadece yeni yakılan ateşte hazırlanırdı. Ocağın içine kesilmemiş, oldukça uzun bir kütük, çoğunlukla meşe yerleştirilirdi. Ocaktaki kütük küçülünce evde şenlik başlardı.
(etokavkaz.com)
Çeviri: Serap Canbek