‘Çer_kes arabayı çe_ke_mez!’

0
35

Yıl 1970, Kayseri Çifteönü Mahallesi. Yaşlı, eski birbirine yaslanmış, halay çeken sarhoşların görüntüsünde iki katlı evler. Sokak boyunca yere döşeli, yıpranmış kırık dökük kaldırım taşları. Köşe başında taştan yapılmış, sümüklüböceklerin parlak izleriyle bezeli kocaman bir çeşme.

Hemen ilerisinde fırın var. Şalvarlı, peştamallı kadınlar omuzlarındaki büyük bakır leğenlerle hamur götürüp ekmek pişittiriyorlar.

Köyden yeni göçtük. Tuttuğumuz ev bu sokağın içinde. Kocaman bir tahta kapısı, kapının üstünde demirden yumruk şeklinde kocaman bir tokmak var.

Kapıdan girince küçük bir avlu, üç-beş basamak çıkınca birkaç odadan oluşan ev var. Siyah, irice elektrik düğmeleri, uzunca dilleri yukarı kaldırınca yanıyor, indirince sönüyor.

Gaz lambası aklıma gelince ‘Bu kadar kolay olmamalı’ diye düşünüyorum. Hiç hoşlanmadım. Gaz lambası zayıflayıp ışığı tükenince, yanındaki yuvarlak mekanizmayı çevirip o sönük, titrek ışık birdenbire canlanıverirdi. Bir mucize oldu sanırdım, yapanı da sihirbaz gibi görürdüm.

Sevemedim burayı. Rüyamda hep köyü görüyorum. Kapının eşiğine oturuyorum. Sokakta oynayan çocuklar var, ne dediklerini anlamaya çalışıyorum, büyük kısmını anlamıyorum. Bana bakıyorlar, sonra aralarında fısıldaşıp koro halinde bağırmaya başlıyorlar:

“Çer_kes arabayı çe_ke_mez!

Çer_kes arabayı çe_ke_mez!”

Peşlerine düşüyorum. Tuttuğumu indiriyorum, sonra bir sonrakinin peşine düşüyorum, onu da indirip yumrukluyorum. Kadınlar bağrışmaya başlıyor, dediklerini anlamıyorum. Eve kaçıyorum, bizimkiler korkuyor, büyük sürgündeki eziklik, ürkeklik iliklerine işlemiş sanki, tedirgin şekilde özür nazır, komşu kadınları uzaklaştırıyorlar.

Azar işitiyorum. “Arabayı çekemez” diyorlar, onlar çekebiliyorlarsa ben de çekerim” diyorum, “Uyma sen onlara” diyorlar. Bundan sonraki vukuatlarımı eve aksettirmemeye karar veriyorum.

Hep kapının eşiğinde oturuyorum. Çocuklar artık bulaşmıyorlar bana. Tombul bir çocuk sesleniyor: “Gel kardeş oynayalım. “Yaner sı…s woar Hoda kardaş” diye homurdanıyorum.

Zamanla diyaloglarımız artıyor, hiç başka dil duymamışlar, başka ırk görmemişler, ilgiyle izliyorlar. Benden Çerkesçe saymamı istiyorlar, sayıyorum:

“Zı, tu, şı … pşıkuz, pşıkut, pşıkuş … toşş.” Hoşlarına gidiyor, özellikle toşş (yirmi) deyince çok gülüyorlar. İnsan yirmi denince neden güler ki?

“Bakkal”ı keşfediyorum. Bakır kuruşlar var, abilerim veriyor. Leblebi, keçiboynuzu, hağaçıf (iğde) alıyorum, bir de gazozu keşfettim, içmesi çok hoş oluyor.

Bakkala her girişimde içerisini iyice kokluyorum, kokmuyor. Köydeki Alriza’nın bakkalı güzel kokardı, yarı karanlık, loş, tahta raflarda bayat bisküviler, köşeye yığılmış buğday öbeği, tahta sandıkta kurumaya yüz tutmuş şeker sucuğu, rahat lakum mistik bir hava verirdi; bu bakkalda yok.

Abim, bir arkadaşıyla birlikte çarşıya götürdü beni. Kocaman, geniş asfalt yollar var, fayton çoğunlukta, bir de tek tük arabalar; Hacımurat, Anadol, Şavrole.

Meydanın ortasında demirden bir çember var, ortasında beyaz eldivenleri ile düdük çalıp el kol hareketi yapan trafik polisi.

Abim bir palto aldı bana, yakası kürklü, çok beğendim. Eve geldik, sonra o akşam ailece sinemaya gittik. Şahin Sineması. Şehir meydanında, parkın yanında, etrafı yeşil brandalarla çevrili, tahta sandalyeli açık hava sineması. Yıldıray Çınar’ın filmi oynuyor, türkü söylüyor, anlamıyorum ama hoşuma gidiyor.

Çişim geliyor, huysuzluk yapıyorum. Dışarı çıkınca dökmek üzere lastik ayakkabılarımı çıkarttırıp içine işettiriyorlar.

Ertesi gün anne, baba, abiler, ablalar, gelinler, tüm aile fotoğraf çekinmeye gidiyoruz. Fotoğrafçı stüdyoda hizalıyor bizi. “Çekiyoruum, çekiyorum, çeekktim.” Tam o anda dilimi çıkarıyorum, öyle çıkıyor fotoğraf da.

Daha sonra fotoğraflar gelince evdekiler neden dilimi çıkardığımı soruyorlar, cevap vermiyorum, sadece gülümsüyorum. Oysa içimden ‘Kafamın içindeki dünya dışındaki bu lanet yapıya meydan okuyorum, kimse diz çöktüremeyecek bana’ diyorum çocuk aklımla.

Okul çağı geliyor. Birkaç yüz metre ötedeki bir okula yazdırıyorlar beni. Bozatlıpaşa İlkokulu.

Önden düğmeli siyah önlük, beyaz yaka, kocaman siyah bir çanta. Öğretmenim Pınarbaşılı Avşar, kırık Türkçemle alay ediyor.

“Getrof” diyor bana, ama sevgiyle gülümsüyor.

Orta yaşlı, altın dişli Avşar öğretmen.

Sınıfta iriyarı bir çocuk var, herkesle didişiyor, teneffüste dövüyor birilerini. Bana da bulaşıyor, pek oralı olmuyorum. Bir gün yanımda oturan mazlum bir çocuğu dövüyor okul bahçesinde, tutup yıkıyorum, üzerine oturup yumruklamaya başlıyorum, üzerinden zor alıyorlar beni. Daha sonraları uzak duruyor benden ama hep nefretle bakıyor.

Kış geldi, her yer diz boyu kar. Annem eldiven örüyor bana, parmak uçları gri, kendi siyah, yüksük parmağında da sarı simden işlenmiş yüksük. Birkaç gün sonra kaybediyorum eldivenleri. Arıyorum, tarıyorum bulamıyorum, annemden azar işitiyorum.

Daha sonraları iriyarı çocuğun sırasının altında buluyorum eldivenleri, çıkarıp sıranın üstüne atıyorum kaşlarımı çatarak, kafasını kaldırıp çaresizce sırıtarak yüzüme bakıyor, gözlerinde bir acziyet görüyor, acıyorum, başımı sallıyor ve gülümseyerek arkamı dönüp uzaklaşıyorum.

O günden sonra beni nerede görse başını eğip yolunu değiştiriyor. Diğer çocuklar soruyorlar: “Sende ne gördü de bu çocuk senden bu kadar korkuyor?” Onlara diyorum “Onurlu bir duruş gördü, hem o benden korkmuyor, sadece saygı duyuyor”.

Sınıftaki herkes beni seviyor, gözüme bakıyorlar, doğal liderleri olarak görüyorlar beni, bu hoşuma gitmiyor ve kabuğuma çekilmeyi tercih ediyorum. Derslerim çok iyi, dersin birinden iyi alıyorum, Avşar öğretmen kızıyor bana, “Bu sonucu kendine yakıştırıyor musun” diye soruyor. Bu lafını “yemuk heynape” olarak algılıyor, bir sonraki sınavda hemen düzeltiyorum. Karneleri alıyoruz, derslerimin hepsi pekiyi. Sevinçle evdekilere gösteriyorum, “Bakın” diyorum, “Türkçe bile pekiyi, oysa ben Türkçe konuşamıyorum ki”. Evdekilerin kahkahası evi çınlatıyor, ben de gülüyorum.

Yaz geldi, köye gideceğiz, yerimde duramıyorum, sabaha kadar uyuyamadım heyecandan. Erkenden kalktım, herkesi uyandırdım, “Hadi” diyorum, “Acele edin” diyorum.

Bıraksalar koşarak gideceğim.

Nihayet yola çıktık, Pınarbaşı’na kadar uzun burunlu Margıros’la, Pınarbaşı’ndan köye, köyün jetiyle yetiştik.

Oltadan kurtulan balığın tekrar suya canhıraş atlaması gibiydi durumum. O cendereden kurtulmuş, sonsuz özgürlüğe kavuşmuş gibiydim.

Koşarak köyün ortasından geçip tepeye tırmandım, bütün köy gözümün önündeydi, derin derin içime çektim, sararmış buğday başaklarını yalayarak gelen serin rüzgârı içime. Arkadaşlarım geldi yanıma, sevgiyle sarıldık. Hep ben konuşuyorum, hep ben anlatıyorum, bağıra bağıra, kendi anadilimle. Kimse ayıplamıyor beni, kimse alay etmiyor benimle”, “toşş” desem de kimse gülmeyecek bana. Trafik polisini anlatıyorum, arabaları anlatıyorum, gazozu anlatıyorum, merakla dinliyorlar beni. “Sarhoş ediyor mu” diye soruyorlar. “Eğer çok içersen gazoz sarhoş eder” diye sallıyorum. Gıptayla bakıyorlar bana, yerimde olmak istiyorlar, oysa ben onların yerinde olmak istiyorum, bilmiyorlar ki Alriza’nın bakkalının kokusu bin Kayseri eder.

Özgürlüğünü kaybetmeyen hürriyeti ne bilsin. Ahırı süpürmek zorunda olmak, kuzuları yaymak zorunda olmak, koyunları sağarlarken başlarını tutmak zorunda olmak; buna benzer şeyleri sıkıntı olarak gören arkadaşlarım esareti yaşamadılar ki anlasınlar.

Köydeki işler bitti bitiyor, beni bir sıkıntıdır aldı, lanet olası okul açılacak, Çifteönü’nün siyah taşlardan örülmüş, anlamadığım bir dilin anlamsız uğultusuyla sarmalanmış o kafese tekrar gireceğim. Nitekim öyle oluyor, rüya bitiyor, kâbus başlıyor. Tekrar Kayseri’ye dönüyoruz. Yine Çifteönü’nün bütün taşları omzuma yükleniyor, ezdikçe eziyor ama benliğimi asla yok edemiyor.

Tam 46 yıl geçmiş. Çifteönü yıkılmış, yerine büyük apartmanlar yapılmış, kıyıda köşede eskileri hatırlatan harabeler var, bazen geçiyorum, durup dinliyorum, yine duyuyorum o sesi, koro halinde söylüyorlar:

“Çer_kes arabayı çe_ke_mez!

Çer_kes arabayı çe_ke_mez!”

Benliğimi, dilimi, özümü, onurumu korumanın gururuyla hırsla mırıldanıyorum.

“Wollihi de çekaarım

“Billihi de çekaarım.”

 

Goşokoa Jiykıh Õnder İlhan – 2018

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz