21 Mayıs 1864’ten bu yana tam 160 yıl geçti. Bu sürece nasıl gelindi? Uzun soluklu savaşların, sürgünlerin nasıl yorumlandığı, anlatılıp anlatılamadığı geleceğin belirlenmesi adına çok önemlidir. Bu, kuşaklar boyu Kafkasya coğrafyasında, içinde birçok siyasi, stratejik ve geleceğe dönük ekonomik güçler dengesini kapsar.
Bir tarafta Çarlık Rusya’sının güneye büyüme isteği, diğer tarafta bölge halklarının bu istilaya karşı savaşı. Askeri güç ve teknoloji ile donanımlı Çarlık Rusya’sı karşısında feodal beylikler ile yönetilip bölgesel bir birlik ve güç oluşturamamış dağlı halkları. Tarafların güç orantıları, savaşın başından itibaren bölgedeki yerel halkların tüm direnişlerine rağmen güçler dengesi yönünde yer alırken, Osmanlı İmparatorluğu’nda da kuzeyden gelecek Rus güçlerine karşı bir tampon görevi görecek olan Kafkas halkları. Diğer taraftan İngiltere ve bileşenleri için Afganistan üzerinden gelen ticari yolun açık ve risksiz olmasını sağlayacak olan yine dağlı Kafkas halkları.
Çarlık Rusya’sı ile savaşan bölge halkı, bu siyasi ve stratejik gerçeklerin de içinde olduğunu biliyor muydu? Veya beylikler bu bölgesel savaşta çatışan halkları için güçler savaşını ne kadar biliyordu?
Bu savaş, Doğu Kafkasya’da İslamiyet’in örgütlü başlattığı direnişler Şeyh Şamil’in önderliğinde yıllarca sürmüş, Şeyh Şamil’in Çarlık Rusya’sına teslim olması ile de bölgedeki halkların sürgün, katliam ve yok edilme süreçleri başlamıştır. Bu direniş, Karadeniz sahili üzerinde Abhaz-Abaza, Adige ve Ubıhların savunmaları ile 1878’lere kadar sürmüştür. Yıllarca süren bu savaşın galibi Çarlık Rusya’sının başlattığı soykırım ve sürgün politikaları, Kafkas halklarının çok büyük nüfus kaybına ve yıkımına neden olmuştur. Bu sürgün, Rusya’nın yumuşak karnı olan Kafkas dağlı halkları ile olan sorunlarına kökten bir çözüm getirecektir. Bölgedeki feodal düzenin yıkılması, devlet düzenine geçiş ve uygulamalara imkân sağlayacak bu trajedide, Kafkasya’daki feodal beylerin Osmanlı’ya sığınma kararları bu kitlesel göçü yaratmıştır. Osmanlı coğrafyasında yer alan birçok bölge askeri ve stratejik alan olarak seçilmiş, bu imparatorluğa savaşçı, korumacı, tarımda işgücü kazandırma anlayışı ile kıyı boyları ve Adigeler dahil toplam nüfusun %70’ine yakını vatanlarını terk etmek zorunda bırakılmıştır. Bu sürgün ve soykırımın yaşandığı süreçte 1.5 milyon Kuzey Kafkas halklarının 600 bininin yollarda öldüğünü biliyoruz.
Yaşandığı tarih itibari ile çok büyük bir toplumsal travmanın yaşandığı bu sürgün, dillerini bilmedikleri, yeni ülkelere gönderilen insanların çok acı anıları ile doludur. Osmanlı’nın Avrupa ve güneyindeki toprak kayıpları ile oluşan Türkiye Cumhuriyeti içinde ve imparatorluğun kaybettiği o bölgelerde oluşan yeni ülkelerde var olma mücadelesi veren Çerkeslerin kaderleri… Rusya’daki Sovyet dönemi… Kafkasya’da Gürcü-Abhaz savaşları sonunda kurulan bağımsız Abhazya Cumhuriyeti… Rusya Federasyonu’nda yer alan özerk cumhuriyetlerin yapılanması… Güney Osetya savaşı ve bölgenin tamamında Rusya’nın gücünün kırılması için başta Gürcistan’da NATO yatırımları ile Rusya’ya gözdağı verme politikaları… Diğer Avrupa ülkelerinin desteğiyle Ukrayna ve Rusya arasında başlatılan güçler savaşı içinde Kafkas halkları…
Bu karmaşık sistem içinde bakıldığında anavatan toprakları dışında diasporada yaşayan nüfusun Kafkasya’da yaşayanların çok üstünde büyük bir bölümünü kapsadığını da bilerek, yaşanmış bu büyük felaketin yaralarını nasıl saracağız? Son yıllarda toplumsal hafızanın kazanılması, bilişim ve iletişim ile dünyanın küçülmesi, ulaşılabilirliğin ortaya koyduğu gerçekler ışığında bir yol haritası çıkarmak gerekir. Batı’nın güçleri ile bölgesel güç Rusya’nın savaşları arasında bir strateji belirlerken, Rusya ile uzlaşı sağlamak mı? Anavatan dışında yaşayan diasporanın gücünü de kullanarak birlikte bir güç oluşturmak mı? Adige ve Abhaz halklarının kendi kaderlerini tek tek tayin hakkı mı? Yoksa tüm dünya üzerinde güçler dengesi içinde oluşacak yeni senaryolar üzerinde rol almak mı? Bütün bu karmaşıklığa ek olarak; her geçen gün dil ve kültürde asimile olma tehlikesi içinde, yaşanan her ülke gerçeklerinin yarattığı derin devlet ilişkileri ile sürece katılarak yok edilme. 21 Mayıs’ların asıl sorgulanması gerekeni bu olsa gerek. Bugün birçok dünya kentinde Çerkesler bu sorunun yanıtını arıyorlar. İşte bu yüzden, dünün beyleri, bugünün Çerkes aydınlarına çok iş düşüyor. Bu konuda aydınlarımız görevlerini yapabiliyor mu?