(Mandalina Bahçesi)
Bağımsızlığını yeni kazanan Gürcistan’ın Rus destekli “ayrılıkçı” bölgesi Abhazya’da etnik Estonyalıların yaşadığı kırsal bir köyde, Ivo (Lembit Ulfsak) ve arkadaşı Margus (Elmo Nüganen); bir zamanlar büyük olan mandalina üreticisi topluluklarından savaş nedeniyle Estonya’ya kaçmayan sadece ikisi kalmıştır. Savaşın başlamasından sonra Margus, kazançlı mandalina mahsulünü hasat edene kadar ayrılmayı ertelemek ister. Bir marangoz olan Ivo, toplanmamış tüm mandalinaları almaya yetecek kadar tahta sandık yapmaya çalışır; ancak kalma nedenini açıklamaz.
Abhaz “ayrılıkçı”larla birlikte savaşan iki Çeçen paralı asker ortaya çıkar ve barışçıl bir şekilde ayrılmadan önce Ivo’dan yiyecek talep ederler. Ancak Margus’un evinin önünde Gürcü ordusu askerleriyle çatışmaya girerler ve her iki taraftan sadece birer kişi hayatta kalır. Hayatta kalan Çeçen Ahmed (Giorgi Nakashidze) ve Gürcü gönüllü Nika (Mikheil Meskhi) ağır yaralıdır ve Ivo, sağlıklarına kavuşturmak için onları evine getirir.
Ivo her ikisinden de kendi çatısı altında herhangi bir misillemede bulunmayacağına dair söz alır fakat her iki taraf da iyileştiklerinde birbirlerini öldüreceklerini söyleyerek devamlı atışırlar. İki rakip küçücük evde günlerce iyileşmeye devam ederken aralarında ciddi bir gerilim oluşur. Buna rağmen zamanla, yavaş yavaş birbirlerinin onurunu ve insanlığını görmeye başlarlar. İkili, kıdemli ve bilge Ivo’nun ahlaki denetimi altında düşmanlıklarını ve husumetlerini kısmen saygı ve dostluğa dönüştürür.
Aslan’ın komutasındaki Abhaz gönüllüler eve geldiğinde Ivo, Ahmed’i onlara Nika’nın da Çeçen olduğu ancak kafasındaki yaranın onu konuşamaz hale getirdiğini anlatmaya ikna eder.
Yerel askeri devriye mandalinaları planlandığı gibi toplamayı başaramayınca Margus çaresiz kalır. Yakınlarda kamp kuran Aslan, Ivo’ya ekibinden Abhaz arkadaşlarla iki gün içinde mandalinaların toplanmasına yardım etme sözü verir. Ancak o gece ne taraftan geldiği belli olmayan bombardıman köye isabet ederek Margus’un mülkünü yok eder. Sonrasında Ahmed çaresizlik içindeki Margus’a paralı askerlikten kazandığı büyük miktarda parayı teklif eder; ancak Margus “bu şekilde kazanılan” parayı reddeder.
Abhazlar ve Çeçenlerle müttefik olan Rus birlikleri daha sonra Ivo’nun evine giderek Ahmed ve Margus’u dışarıda bulur ve Ahmed’i, haksız yere, Gürcü olmakla suçlar. Nika onları evden tüfekle vurduğunda onu idam etmek üzeredirler. Çatışmada Margus, Rusların açtığı ateş sonucu öldürülür. Ahmed ve Nika, Ruslarla savaşmak için ortak hamle yaparlar, çatışma sonunda Nika, yaralı bir Rus tarafından vurularak öldürülür.
Ivo ve Ahmed, Margus ve Nika’yı gömer. Sonrasında Ivo, Nika’nın cesedini, Ağustos 1992’de savaş başladığında öldürülen kendi oğlunun yanına defnettiğini Ahmed’e itiraf eder. Ivo, Ahmed’e, Nika yerine Ahmed ölseydi, onu da oğlunun yanına gömeceğini anlatır. Ahmed, Ivo’ya kendi ailesini özlediğini söyler ve iki yıldan kısa bir süre sonra benzer kanlı bir savaşa sürüklenecek olan Çeçenya’ya doğru arabayla yola çıkar. Film Nika’ya ait kasetteki Gürcü müziğiyle ve Kafkas Dağları’nın görüntüsüyle finale erer.
Filmin internette tanıtımı böyle…
Yapım yılı: 2013
Yapım ülkesi: Estonya, Gürcistan
Yapım şirketi: Allfilm, Georgian-Film
Süresi: 87 dakika
Kategori: Dram-Savaş
Yönetmen: Zaza Urushadze
Senaryo: Tatjana Mülbeier, Zaza Urushadze, Artur Veeber
Oyuncular: Elmo Nüganen, Giorgi Nakashidze, Lembit Ulfsak, Misha Meskhi
Ödüller: 1 Oscar adaylığı. 12 ödül & 7 adaylık
IMBD puanı yüksek ve vizyona girdiğinde epeyce beğenilmiş; hatta Estonya’dan Oscar adayı olmuş filmin genel eleştirisi; savaşın insanlığın her yönüyle kaybedildiği hem doğaya hem değerlere büyük darbe vurduğunun, Sovyet döneminin dayanışma kültürünün altını oyduğunun, geleceği belirsizleştirerek yok oluşa kapı aralayan bir felaket olarak vurgulanması şeklinde tanımlanabilir.
Filmde savaş sebebi ilk kez esprili bir biçimde Margus’un mandalinaları için çıktığı diyaloğundan toprakların paylaşılamamasına, Gürcistan’ın ya da Abhazya’nın toprağı olduğu “çekişmesine” kadar belirsizliğini koruyor.
Yönetmen, filmin finalinde Ivo’nun oğluna verdiği “tavsiye” dışında (Bu savaş kimsenin savaşı değil) net bir tavır ortaya koymuyor gibi duruyor.
Hatta filmin çatışmada bozulan arabaların uçurumdan atılma sahnesindeki diyalogda (Ivo araçların patlamamasına bozulan Margus’a “O sadece filmlerde olur, sinema büyük bir aldatmaca” der) olduğu gibi bu belirsizliği belgesel diline yaklaştırarak artırmak istediğini görüyoruz.
Sosyal bilimcilerin dediği gibi savaşın siyasetin farklı araçlarla devamı olduğu saptamasını ele alarak devam edersek buradaki tutumun Abhazya’da yaşayan Abhazlar açısından olduğu kadar adalet ve hakikat derdinde olanlar için de çatışmalar başlamadan önceki durumu dikkate almadığını fark edebiliriz.
Anaakım medyada sunulduğu gibi Gürcistan’ın ayrılıkçı bölgelerinin (G. Osetya ve Abhazya için böyle deniyor) Rus işgali altında bulunması, NATO ve AB üyeliği peşinde koşan Gürcü siyasetinin bir mağduriyeti gibi lanse ediliyor.
Filmde gördüğümüz, yerel halktan oldukları anlaşılan Abhaz gönüllülerle, sonradan gelen ve Ahmed’i sebepsiz yere infaz edecekken onu kurtaran Gürcü “tiyatro kökenli” Nika’yı son anda öldüren “Ruslar”ı ayrı şekillerde sunması bu jargonu tamamlıyor gibi görünüyor.
Oysaki o döneme bakan herkes görecektir ki o zamanların Rusya Federasyonu savaşın başlangıcından epeyce sonraya kadar Abhazya’ya ambargo uygulamış, dönemin “önemli” Gürcü poligarklarının etkisiyle Abhazya bağımsızlık mücadelesine mesafeli durmuştur.
Daha sonra federasyondaki Kafkas-Çerkes cumhuriyetlerinin baskısıyla Abhazya’nın yanında kısmen yer almıştır. Hafızayı arada bir tazelemek lazım.
Filmde konu edilen bölgede (Psou civarı, sanırım Sulevo Köyü yakınları çünkü havaalanının Adler’e çok yakın olduğu geçiyor bir yerde) nedense hiç Abhaz sakin göremiyoruz, sadece mobilize gönüllüler var, oysaki o bölgede yaşayan Abhazlardan birileri olmalıydı, kimse yok piyasada… Neredeler?
Bu ve benzeri birçok soru işareti, tabloya daha geriden bakmayı gerektiriyor ve geçen sayılarda işlenen “Corn Island” (Mısır Adası) filmiyle aynı sene Oscar’a Estonya’dan aday olan filmin üzerine epeyce gölge düşürüyor.
Yukarıda farklı araçlarla siyasetin devamı olduğuna vurgu yapmıştık, konunun geldiği yerde aslında sanatın da egemen güçlerin oyununa katkı yapmaya yarayan bir enstrüman olarak kullanılabileceği olgusu ortaya çıkıyor. Sinema, propaganda aracı olarak Hollywood’un eline olanaklar sağlanarak bir ideolojik aygıt haline dönüşebiliyor tabii ki.
Fakat hayat her zaman olduğu gibi sanatı çoğunlukla “aşıyor”. Gürcistan devletinde son zamanlarda ortaya çıkan “Etki Ajanı” yasasına karşı yapılan gösteriler ve yerel halkın yönetim tarafından dayatılan baskı, kontrol yasalarına tepkisi, kandırmaca siyasetlerinin belli bir kullanım ömrü olduğunu bize gösteriyor.
İleride farklı süreçlerin sonunda sağlanacak belli tanınmaların ve antlaşmaların sonrasında kurulacak ilişkilerde, sanatçı rolüyle halkın karşısına çıkan, sanatını satan bu insanlar ne yapacaklar göreceğiz.
Senaryonun bir kısmına (belki de bir sigorta olarak) Ivo’nun ağzından yerleştirdikleri “Sinema büyük bir aldatmaca” repliği belki sanatçı imajlarını kurtarmaya yarar, kim bilir ama Kafkasya insanının şeref ve haysiyet duygusunda artık yerleri olamayacağını şimdiden söyleyebiliriz.