Daha önceki yazılarımda da zaman zaman işlediğim konulara ait gelişmeler çerçevesinde yeniden yazma ihtiyacını duydum. Burada konu Çerkesler, kültürel değerleri ve bu değerlerin geleceğe taşınmasıdır.
Çerkeslerin tanımının yapılmasını kime sorarsak, birkaç ana başlığı istisnasız duyarız. Çerkes dansları ve müziği, Çerkes mutfağı, kibarlıkları ve âdetleri, çağdaş, aydın kadın-erkek eşitliği ilkesi içinde geleneklerine bağlı olarak yaşamaları. Tüm bu anlatımlar dünyanın neresinde olursanız olun, Çerkesler hakkındaki soruya alınacak yanıttır. Buradan hareketle, binlerce yıllık kültürel birikimi olan bu toplumun; savaşlar, sürgünler nedeni ile yüzyıllardır dünyanın birçok farklı coğrafyasına dağılmış olmasına rağmen kültür birliğinin korunmuş olmasının asıl sebeplerini araştırmakta fayda vardır. Küreselleşen dünyamızda toplumların bu değerlerinin tektip insan ve toplum yaratma hareketinden etkilenmemesi de mümkün değildir. Burada mutlak korunması gereken, özdeğerlerin yaşatılması adına verilecek mücadele ve çalışma şeklinin belirlenmesidir.
Türkiye’de halen faaliyette olan dernek, vakıf ve bazı inisiyatifler üzerinden yürütülmekte olan çalışmalar ne kadar bağımsızdır? Son yılların baskın ve akıcı dinci anlayışının bu toplum üzerinde yarattığı etkileri görmemek mümkün müdür? Bu etkinin toplum üzerindeki yaşama, geleneklere ve hatta kültürüne dair ne varsa yok ettiği görülmektedir. Bugün Türkiye’de ve dünyada örgütlenmiş Çerkes yapılanmalarına baktığımızda bunu çok net fark etmekteyiz. Bunu toplumda örnek kişiler vasıtası ile ortaya atarak kazanımlar elde etmeye de çalışılmaktadır. Toplum yaşamına ağır ağır işlenen bu uygulamalar toplumun bugüne kadar taşıdığı en güzel ortak değerleri bir bir yok etmektedir. İslam inancı adı altında zerk edilen bu dayatmalar Arap-Bedevi yaşamının kabul edilmez bir uzantısıdır. İnanç özgürlüğünün toplum üzerindeki bağımsız varlığı, bu yeni baskın kültürel dayatmalarla bir başka şekillere evrilmektedir.
Dünyadaki egemen güçlerin her daim kullandığı Çerkesler, tüm bu karamsarlıklara rağmen kültürel erozyona karşı koyabilmiş bir halktır. Siyasi yapılanmaların içinde yine toplumsal değerleri ile öne çıkan Çerkesler bu alanda da kullanılmaktadır. Bunun örneklerini bugünkü güncel siyasi yapılamalarda da görebiliriz. Bu iki tehlikenin yanında, Çerkes tanımının en bariz tanınma örneği de folklorundadır. Halkın müzik ve dans ile olan beraberliği bu kültürün en önemli bağlayıcı faktörüdür. İşte tam bu noktada da toplumsal hafızamıza, özdeğerlerimize yapılan bazı hamleleri görmekteyiz. Bu çıkışların bazıları masum olabilir. Ama dansa, müziğe, kostüme yapılan her kültürden uzaklaştıran dokunuş, onu daha görselliği öne çıkarırmış gibi aktarmasına rağmen, zaman içindeki kayıpları nedeni ile bu topluma ait olmayan bir folklor ortaya çıkaracaktır. Folklor değerlerinin mutlak korunması ile ilgili yeterli bilimsel çalışmalar bugüne kadar yapılamamıştır. Toplum örgütlenmesi içinde bulunan kurumlar da konuyu bu manada ele almamakta, görsellik ve sunum üzerinden gelişmelere daha çok yer vererek belki de bilmeden bu kültürün yozlaşmasına yardımcı olmaktadır. 50 yıl önce toplumun paylaşımlarını, düğünlerini, folklorik kostümlerini, müziğini, danslarını bugüne göre değerlendirecek olursak bu deformasyonun da hangi noktalara geldiğine net bir şekilde şahit oluruz.
Değişim kaçınılmazdır. Tarih boyunca değişimin etkileri ile birçok kültür ve uygarlık, baskın kültürler tarafından yok edilmiş, işgal edilmiş ve sahiplenilmiştir. Doğru olan, her alanda özdeğerleri kendi özü ile gelecek kuşaklara aktarmaktır. Dünyadaki küreselleşme ve olağanüstü gelişen teknoloji ve ona bağlı haberleşme tüm yerel ve halk kültürleri için ciddi bir tehdittir. Bütün bu gerçekler üzerinden sonuca ait bir değerlendirme yapacak olursak, öncelikle Çerkesler yaşadıkları ülkelerde o ülkenin vatandaşları olarak geleceğini tayin edecek, başta dil olmak üzere tüm kültürel özdeğerlerini korumalıdır. Bunu örgütlendikleri kurumlar üzerinden halkla iç içe sürdürmelidir. Bu kurumlara ve toplum öncüleri değerlere sızan, onları kendi amaçları için kullananlara asla prim vermeyecek bir olgu içinde olunmalı ve yönetimleri oluştururken de bu hassasiyetler göz önüne alınmalıdır. Değişen yeni dünya düzeni içinde var olmanın en güçlü etkisi, yüzyıllardır bu toplumu çağdaş, kültürlü ve yeniliğe açık şekilde var eden “Khabze”sidir. O özü bozmadan geleceğe aktarmak, gelecekte de bu toplumu var edebilmenin en etkin gücüdür. Tüm dünya halklarının kültürel değerlerine yapılan saldırının gerçek nedeni, küresel sermayenin ve onunla hareket eden işbirlikçilerinin önündeki yerel halkları ve birlikte oluşturdukları gücü ortadan kaldırmaktır. Onları birbirine bağlayan dilini, kültürünü ortadan kaldırdığında biat edecek topluluklar haline getirdikleri bu halklara kendi çıkarları ve menfaatleri adına her şeyi yaptırabilirler. Ortadoğu’da ve dünyanın değişik bölgelerinde yaşanan gerçeklerde olduğu gibi…
Toplumu koruyan dili; yaşatan, var eden de kültürüdür. Çerkes varlığı ve tüm halkları bu özde yaşatılmalıdır. Bizim de görevimiz bu amaçla mücadelesini vermektir.







