Suriye “sahasında” 8 Aralık gününden beri yaşananlar akla üç olası yönelimi getiriyor: 1) Suriyeli Çerkeslerin “yalnızlığının” derinleşmesi; 2) İsrailli Çerkeslerin özgül ağırlığının artması; 3) Çerkes “diaspora kimliğinin” güçlenmesi.
I. Suriyeli Çerkeslerin “yalnızlığının” derinleşmesi: Suriye’de Çerkesler bir kez daha “Sünni çoğunluk” tanımının sınırları içine hapsediliyor. Bu da beraberinde bir yalnızlığı getiriyor. Aslında Çerkeslerin yalnızlığı yeni bir şey değil. Çerkesler Manda Suriye’sinde de yalnızdı. Bugünden farklı olarak yalnızlıklarını Türkmenler ve Kürtlerle paylaşıyorlardı. Bu üç etnik grup Arap olmayan Sünni Müslümanlar idi. Fransa idaresinin böl-ve-yönet politikasının temelinde etnik değil sadece inanç faktörü olmasından ötürü Çerkesler, Kürtler ve Türkmenler hukuken “azınlık” olarak tanınmadılar. Bu durum da onları “yalnızlığa” mahkûm etti. Ne var ki başta nüfus potansiyelleri olmak üzere bazı pozitif etkenler Kürtler ve Türkmenlerin yalnızlığını hafifletti. Buna karşılık Çerkesler tamamen Milletler Cemiyeti ve Fransa’nın merhametine bırakıldılar. Çerkesler 1925 yılından 1938’e kadar defalarca “etnik azınlık” olarak “de jure” tanınmak için başvursalar da karşılık bulmadı.
Bugün Arap Sünni “çoğunluk” Suriye’nin en geniş yüzölçümüne sahip. Kürtler de “kendi” bölgelerinde yaşıyorlar. Türkmenlerin arkasında Türkiye Cumhuriyeti’nin desteği var. Nusayriler ve Dürziler için de otonom bölgeler kurulacak gibi görünüyor. Çerkesler ise Halep-Hama-Humus-Şam hattı boyunca Heyet Tahrir Şam’ın (HTŞ) kontrol ettiği topraklarda yaşıyorlar. HTŞ dini ve mezhebi azınlıkların güvenliğini garanti etti. Ama dikkatle bakıldığında bu açıklama Çerkesleri kapsamıyor. Çünkü Çerkesler dini ve mezhebi değil, etnik bir azınlık. Suriye’de birçok grup kendi kaderini tayin etme hakkına sahipken ya da bir yabancı ülkenin himayesi altındayken Çerkesler ise böyle bir güvenceden yoksunlar. Bu da Çerkeslerin -ilk örneği Manda idaresi altında görülen- “yalnızlığının” post-Esad dönemde derinleşeceği anlamına geliyor.
Bu koşullar altında iki şey yapılabilir: 1) Türkiye ya da Fransa’nın Halep-Şam hattı üzerinde yaşayan Çerkes nüfusun hamisi rolünü üstlenmesi için diplomatik girişimler başlatılabilir; 2) Türkiye, Ürdün, İsrail, Kosova, Körfez, Avrupa ve ABD’de yaşayan Çerkes diasporaları Suriye’deki soydaşlarının can güvenliği, ekonomik esenliği ve yaşam biçiminin zarar görmemesi için inisiyatif alırlar. Sağlıklı bir haber akışı tesis edilerek Çerkes diasporaları Suriyeli Çerkeslerin “dışarıdaki” sesi olur, olası hak ihlallerini dünya kamuoyuna duyurur. Bir başka somut öneri, Yahudi Ajansı benzeri bir Çerkes göç-iskân-uyumlandırma örgütünün kurulması için tez elden hazırlıklara başlanmasıdır. Söz konusu örgüt kriz bölgelerinden çıkmak isteyen Çerkesleri toplu halde kaldıracak, taşıyacak, yerleştirecek bir mekanizma olmalıdır. Yahudi Ajansı teknik olarak bir “dönüş” örgütüdür. Onun simetrisi olarak tanımlanan Çerkes Ajansı ise ne yazık ki bir dönüş örgütü değildir. Çünkü Kafkasya kapıları kitlesel dönüşe kapalıdır. An itibariyle yapabileceğimiz en iyi şey, tahliye edilecek Çerkeslerin tek bir ülke sınırları içinde olabildiğince toplu halde iskân edilmelerini sağlamaktır.
II. İsrailli Çerkeslerin özgül ağırlığının artması: İsrail Ortadoğu’da uzun bir süre baskın ve başat güç olacak, bu çok net gözüküyor. Buna paralel olarak Çerkes dünyası içinde İsrailli Çerkeslerin özgül ağırlığı artacak. İsrailli Çerkesler dendiğinde iki köyde yaşayan 5.000 kişiden daha fazlası akıllara gelecek. Beklentiler yükselecek ve çoğalacak. İsrailli Çerkesler etkin bir kulis faaliyeti yürütecekler. İsrail Devleti’nin Halep-Şam hattında yaşayan Çerkeslerin hamiliğini üstlenmesi için girişimde bulunulması seçeneklerden biri. Bir diğer senaryo, Golan Tepeleri’ndeki terk edilmiş Çerkes köylerinin yeniden iskâna açılması, hatta burada özerk bir “Çerkes yurdu” kurulması… Bu girişimlere öncülük edecek olan, kuşkusuz, İsrailli Çerkeslerdir.
III. Çerkes “diaspora üst-kimliğinin” güçlenmesi: Post-Esad dönemde Çerkes dünyası artık bir bütün görüntüsü vermeyecek. Anavatan ve diasporalar birbirine alternatif değil ama özgün birimler olacak. Aslında 2011 yılının mart ayında başlayan yarılma süreci, bugün adı konacak kadar kalıcı hale gelmiş bulunuyor. Yarılmanın doğal sonucu, ülkeler-üstü bir diaspora kimliğinin doğup güçlenmesi olarak tecelli edecek. Bu üst-kimliğin “Sürgün felaketi artı dönüş yapamama mağduriyeti ortak paydası” temelinde şekilleneceğini göreceğiz. Diaspora üst-kimliği, Çerkes dünyası üzerindeki etkisini uzun süre hissettirecek. Kafkasya kapıları dönüşe açılıp hayat normale döndüğünde bile diaspora-diaspora dayanışması temelli bu üst-kimlik, Çerkes sosyolojisinin yapısal bir özelliği olarak varlığını hep koruyacak.