“Çocukları öldürdüler, öldürdüler onları. Herkesin her yerde cinayet işlediğini biliyordu. Gözleri hâlâ kapalıydı. Ekmeğin kokusu çok trajik ve mide bulandırıcı geliyordu ve her şey karmakarışık…’’
William Saroyan
Ermeni halkının yaşadığı soykırım mı?
Ülkenin tarihsel bir süreçten geçtiği bu dönemde, 24 Nisan 1915’te Ermeni Soykırımı üzerine Çerkes halkların demokrat yayınını yapan JİNEPS Gazetesi’nde yer almak beni onurlandırdı diyerek yazıma başlamak isterim.
Tarihsel açıdan, Çerkes halklarının yaşadığı kırımı ve tehciri göz önünde bulundurursak, bu süreçleri yaşayan halkların Ermeni toplumunun ruh halini daha iyi anlayabileceğine inanıyorum.
Bugün ise Türkiye’nin gündeminde barış konuşulurken, esas olanın tarihle yüzleşmek ve bunun, kalıcı bir barış zemininin oluşması için en önemli adım olduğunu hatırlatmak isterim.
Yazımı okuyan arkadaşlar, Ermeni halkından olmam bağlamında yanlı olabileceğimi düşünebilirler. Bu anlamda, Ermeni toplumunun yaşadıklarını, okuyucuların yorumuna bırakmayı daha doğru buluyorum.
Raphael Lemkin kimdir?
Birleşmiş Milletler’in “Soykırım Kabul maddeleri” üzerine yorum yapmadan önce, bu maddelerin çalışmasını yapan Raphael Lemkin’i tanımak gerekir.
Raphael Lemkin, Polonya vatandaşı, Aşkenaz Yahudisi bir avukattır. “Genocide” yani soykırım terimini ilk kez kullanan kişi ve Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin çalışmalarının öncüsüdür. Bu sözleşme, 9 Aralık 1948 tarihinde kabul edilmiş ve 1951 yılında tam anlamıyla yürürlüğe girmiştir. Bu yasayı daha sonra yaklaşık 150 ülke kabul etmiştir. Raphael Lemkin, bu çalışmaya başlamasına neyin vesile olduğu sorulduğunda, Ermeni Soykırımı’nı fark ettiğini söylemiştir (Araştırıldığında kendi sesinden açıklamalarına YouTube’dan ulaşılabilir).
Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi
(a) Öbek üyelerinin öldürülmesi;
O tarihlere bakıldığında coğrafyada insanın kıt olduğu bir dönemde Ermeni ve Hıristiyan toplumu yaklaşık olarak ülkenin beşte birini oluşturuyor. Yani 12 milyonluk bir coğrafyada yaklaşık 2,5 milyon Ermeni yaşamakta. Bu bilgileri teyit etmek zor değil. Neredeyse tüm vilayetlerde Ermeni yerleşim yerleri var ve Ermeni halkından insanlar bulunuyor. Günümüze baktığımızda ülke nüfusunun 80 milyonu geçtiği malumunuz. Buradan yola çıkacak olursak; sadece bu topraklarda yaşayan Ermeni sayısının istatistiksel olarak en az 15-20 milyon olması gerekmekte. Sizce şu anda Türkiye’de ne kadar Ermeni yaşıyor? Yakın dönemde yapılan Ermeni vakıf seçimlerimizde görüldü ki ülkede 40 binden fazla Ermeni yaşadığını söylemek bile neredeyse imkânsız. Diyebilirsiniz ki: “İyi de Murad, buradan göç eden Ermeniler de var.” Ben de sizlere o zaman “Dünyada Ermeni nüfusu Ermenistan da dahil 7 ya da 8 milyon civarında. Yani bizlere, neredeyse siz artık kalmadınız demek gibi bir şey” derim.
(b) Öbek üyelerine fiziki ya da ruhsal açıdan zarar verilmesi;
1909 Adana olayları, 1915’in kısmi bir provasıydı. Kilikya bölgesinde yaşayan 35 bin Ermeni vatandaşın katledildiği bilinir. Bu olayları daha sonra Ermeni aydınların tehciri ve özellikle mülklerin el değişimi takip eder. Yaşamsal baskılar o günlerde neredeyse devletin de olağan kabul ettiği bir durumdur. Bu maddenin Ermeni toplumu için ne anlama geldiğini yine size bırakayım.
(c) Öbeğin, fiziki varlığını tümüyle ya da kısmen sona erdirecek yaşam koşullarıyla yüz yüze bırakılması;
Özellikle son yıllarda tehcir sözü devlet tarafından kısmen kullanılmakta. Der Zor ve Şam tehcirleri, Talat Paşa arşivlerinde zaten gün yüzüne çıktı. Arap çöllerindeki sürgünün ne koşullarda olduğunu her şeyiyle anlatmak uzun olacaktır. Kendi ailemin bir teneke kurtlu su için bir sarı lira vermesi nesilden nesile anlatılır. Yolda Bedevilerin sürgündeki insanlara saldırmaları, özellikle genç kadınların yolda satılması… Neler var neler!!!
Bu koşullara baktığınızda yukarıdaki soykırım maddesinin yorumunu bu sefer nasıl size bırakayım?
(d) Öbek içi çoğalmanın engellenmesi;
En başta söylediğim gibi coğrafyanın beşte birini oluşturan halk olan Ermenilerin bugünkü mevcut nüfusuna bakıldığında sanırım bir çıkarım yapılabilir. Tehcir sırasında ilk önce erkeklerin evlerinden alınması, bu maddede bahsedilen amaca paralel görülebilir.
(e) Öbek bünyesindeki çocukların başka bir öbeğe aktarılması;
Bu, günümüzde etkisi çok belirgin bir maddedir. Genelde dostane söylenir: “Biliyor musun Murad? Benim nenem Ermeniydi.” Bu söz aslında iyi niyetli bir cümleymiş gibi yorumlanır. Hemen böyle bir aileniz varsa lütfen kendiniz sorun. Neden nineniz Ermeni? Daha da ileri gideyim; neden hiç enişteniz, amcanız yani erkek olan Ermeni değil?
Şimdi de özellikle Yusuf Halaçoğlu’nun tezi üzerinden bir değerlendirme yapalım. Anadolu’da özellikle Kürt ve Alevilerde kripto Ermenilikten söz edilir. Eğer bu kripto Ermenilik varsa, o insanlar neden Kürt veya Aleviliği benimsemişler? Sizce, bu tez bile soykırımı kabul etmek anlamına gelmiyor mu? Bana göre zaten dinlerini, inanışlarını, gelenek ve göreneklerini yaşamamaları-yok sayılmaları en büyük soykırımdır. Maddeler arasında resmi tezlere verilecek en büyük cevap bu maddedir.
Şimdi yukarıda kısaca yazdığım Birleşmiş Milletler’in “Soykırım Kabul ana maddeleri”ne baktığınızda eğer bir tanesi bile uyuyorsa, yaşananlar soykırım olarak uluslararası anlaşmaya göre kabul ediliyor. Yani sürekli duyduğunuz “Şu ülke de Ermeni Soykırımı’nı kabul etti” durup dururken ortaya çıkmış değil.
Buna göre siz okuyucuların karar vermesi en doğrusu olacaktır.
Ya soykırım kabul edilirse ne talep edilecek?
Belki de bu başlık, Ermeni Soykırımı’nın en can alıcı sorularından biri oluyor. Tabii ki Ermeniler de tek homojen bir halk değildir. Ancak bana göre, olması gerekenler, ülkenin az kalan halkları için olduğu kadar çoğunluğu için de önemlidir.
İlk olarak, ölen tüm canlar için en azından sembolik bir yas tutulması gerektiğini düşünüyorum.
*Kökeni bu topraklarda olan diaspora Ermenilerine koşulsuz yurttaşlık verilmesi, bu insanların yaşadıkları ülkede iyi niyet elçileri olarak görülmesi,
*Sınırı tek taraflı kapatan Türkiye’nin Türkiye-Ermenistan sınırını önkoşulsuz açması,
*Soykırım faillerinin basında ve ders kitaplarında ifşa edilmesi, inkârcılığı sürdürenlerin ifşası ve onlarla her türlü işbirliğinden kaçınılması,
*Ermeni halkına ait okul, hastane, kilise gibi tüm kamusal alanların restorasyonu ve iadesi,
*Türkiye burjuvazisinin 1915 sonrası sermaye birikiminin hesabını vermesi ve soykırım mağdurlarına verilen zararın tazmini,
*Soykırımı inkâr propagandası için kurulmuş organizasyonların lağvedilmesi ve devletin inkâr için harcadığı bütçenin toplumsal yüzleşmenin sağlanmasına ayrılması,
*Türkiye’deki tüm halkların kolektif haklarının tanınması ve halkların bir arada barış içinde yaşaması için gerekli eşit yurttaşlık koşullarının sağlanması,
Fakat en önemlisi halkların kuracağı gerçek diyalog ortamının oluşturulması.
Son söz…
Bilinmelidir ki barış, diyalogla başlar. Bir barışın kalıcı olması, öncelikle geçmişi iyi anlamak ve bunu sağlayacak demokratik bir ortam yaratmakla mümkün olur. Eğer bir değişim isteniyorsa, önce kendi aile tarihinizle başlayarak, ardından ülke tarihiyle de yüzleşmek en doğru yaklaşım olacaktır.
Barışın hamalı ve emekçisi olmak, geleceğin aydınlanması için atılacak en büyük adımdır. Bu yazıyı tamamlarken, barışın sadece sözde değil, her alanda eylemle, empatiyle ve hoşgörüyle yaşanması gerektiğini unutmamalıyız. Geleceği inşa etmek için geçmişin acılarına, yanlışlıklarına ve hatalarına duyarsız kalmamalıyız. Geçmişi anlamak ve ondan ders almak, barışın sağlam temeller üzerine kurulmasını sağlar.
Her birey, barışı savunarak ve emek vererek bu sürecin bir parçası olabilir. Bu sadece büyük siyasi adımlarla değil, aynı zamanda günlük hayatımızda gösterdiğimiz küçük ama önemli tutumlarla da desteklenebilir. Birbirimizi dinlemek, anlamak ve saygı göstermek, barışa giden yolu kısaltacaktır.
Sonuç olarak, barış bir süreçtir; bir hedef değil, sürekli bir çaba gerektirir. Bizler, bu çabanın bir parçası olabilirsek, daha güçlü, daha huzurlu ve daha adil bir dünya inşa edebiliriz. Gelecek, barışı emekle şekillendirenlerin olacaktır.
*DEM Parti Meclisi ve MYK Üyesi, Göçmen ve Mülteciler Kom. Eşsözcüsü. Yazar, Ermeni Siyasetçi.