Mısost Ayşen Göksu Dağıstanlı’nın özenle hazırlanmış ‘Kökler ve Kanatlar-Çerkes Aile Hikayeleri’ kitabını, kendi adıma, büyük bir heyecanla bekliyordum. Papirüs Yayınları tarafından basılan kitap beklediğimize değdi doğrusu. Sadece fotoğrafları görmek bile Çerkes diaspora hikâyelerini gözümüzde, zihnimizde canlandırmamıza ve eksik parçaları tamamlamamıza hizmet ediyor.
Ayşen Göksu Dağıstanlı’nın temiz anlatımıyla bizlerle paylaştığı anekdotlar ve yaşanmışlıklar, yeni coğrafyalarda kimliğimizle hayatta kalmanın, yok olmamanın hikâyelerini anlatıyor aslında. Okuruyla kucaklaşması dileğiyle…
Birgül Asena Güven
-Öncelikle, nasıl yoğun bir çalışmanın ürünü olduğuna yer yer şahit olduğum kitabın tamamlanması ve yayımlanması ile ilgili olarak kutlamak isterim. Okurlarımız kaleminizi daha önceki keyifli yazılarınızdan da tanıyorlar zaten. Siz kendinizi nasıl tanıtmak istersiniz?
-Çerkes bir ailenin Ankara’da doğup büyüyen en küçük üyesiydim. Doğduğum andan itibaren evdeki yoğun insan trafiğinin içinde oldum. Babaannem ve yaşıtı Çerkes büyüklerinin arasında kâğıt bebekleriyle oynayan bir çocuktum. Daha sonra ODTÜ Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü’nde öğrenciyken, 45 derece açıyla duran bir yüzeyde, yukarıdan bırakılan bilyenin belli bir sürede aşağıda olmasını sağlayacak maket veya zeytin çekirdeği çıkarmaya yarayan ev aleti projesinin maketini yaparken, Uzunyayla’dan, Tokat’tan gelmiş büyüklere bu tuhaf işlerin istendiği nasıl bir okulda okuduğumu açıklamak bazen zor oluyordu.
Ertesi günkü sınava hazırlanmak üzere çalışırken bile evimize gelen her misafire hoş geldiniz dememiz, yanlarında bir süre oturmamız, yolcu ederken üç kat aşağıya inerek uğurlamamız gerekiyordu. Abimlerin askerliğe gelenleri birliğine teslim etmek, yaşlı misafirleri evine kadar götürmek gibi birçok ve daha fazla zaman gerektiren sorumlulukları vardı. Ama evin kızı olarak benim sorumluluklarım daha hafifti. Böylece ben daha çok yanlarında olarak konuşmalarına, paylaştıkları anılara şahit oldum.
“Kökler, Çerkes toplumunun ortak değerlerini, kanatlar ise gelecek kuşakları temsil ediyor”
-”Kökler ve Kanatlar” son derece şiirsel ve anlam yüklü bir başlık. Bu ismi seçme hikâyeniz nedir? Kitabınızın özüne nasıl karşılık geliyor?
-“Kökler ve Kanatlar” ismini şiirsel ve anlam yüklü bulmanıza sevindim. Ben de özünde kanatları temsil eden gençlere, kökleri temsil eden geçmişte yaşayan büyüklerimizin yaşam hikâyeleri üzerinden bir iz bırakmayı amaçlamıştım. Ancak isim romantik bir esinti taşırken, bulunma hikâyesinin oldukça sade ve nesnel olması da ayrı bir anı malzemesi oldu.
Önce kitabımda paylaştıkları anılardan, yaptıkları Rusça, Osmanlıca, Çerkesçe çevirilere kadar birçok kişinin emeği olduğunu söylemeliyim. Süreç boyunca destek veren kişilerin de kitapta iz bırakmış olması, birlikte birçok yeni anı biriktirmiş olmamız benim açımdan yaptığım işi daha değerli kılıyor. Bir de kitaba destek verirken, kültüre daha fazla yakınlaşmış olduklarını düşündüğüm gençler oldu. Kapak tasarımını üstlenen yeğenim Selin ve soyağaçlarını hazırlayan evin küçüğü Emirhan gibi…
Sıra kitabın ismine geldiğinde ise büyük abimi ziyaret için Viyana’daydım. Kitabın isminde de bir başka iz, bir başka anı olması için isim bulma konusunu onlara yükledim. Abimin eşi Fatoş o günlerde çok popüler olan ChatGPT ile kitabın içeriğiyle ilgili bilgiler paylaşıp öneriler aldı. İçlerinden hemen “Kökler ve Kanatlar”ı beğendik. Böylece yazımı yıllar süren kitabın ismi, bugünün teknoloji dünyasının yeni araçlarından birinin yardımıyla birkaç saatte bulunmuş oldu. Bize de yıllar sonra da gülümsetecek bir anımız kaldı.
“Kökler ve Kanatlar” ismi, yazmaya başladığımda hedeflediğim iki başlığı da anlatıyor. Ben anılarımı yazmaya hep yanımızda olacaklarını düşündüğümüz büyüklerimizi kaybettiğimizde, soracak meğer ne çok şey olduğunu fark ettiğimde başladım. Çocuklarımız da bir gün merak ettiklerinde bizi yanlarında bulamadıklarında benim duyduğum pişmanlığı yaşamasınlar istedim. Bizim dönemin ebeveynleri için kullanılan ‘helikopter ebeveynler’ terimini, çocuklarının her ihtiyacını çocuk daha dile getirmeden karşılamaya çalışan ebeveynler olarak algılıyorum. Ben de bir helikopter ebeveyn olarak tanıma şansı bulduğum büyüklerimizi ve tanıklık ettiğim dönemi bugünün gençlerine bir iz olsun diye bırakmak istedim. Ayrıca kişiler ve aile hikâyeleri üzerinden, geldikleri toplumsal altyapının değerlerini gençlere aktarmaya çalıştım.
-Kitapta “kökleri” ve “kanatları” temsil edenler kimler? Örneğin, ailenin büyükleri mi kökleri, genç kuşak mı kanatları simgeliyor, yoksa bu ikisi her karakterde iç içe geçmiş durumda mı?
-Kökler, Çerkes toplumunun ortak değerlerini temsil ediyor. Bu değerleri, en yakından bildiğim ailem ve tanıdığım kişilerin hikâyeleri üzerinden anlatmaya çalıştım. Kitapta anlattığım insanlar ve ailelerin yaşadıkları bire bir aynı olmasa da aslında Çerkes toplumunun kuşaklar boyunca aktarılan o çok belirgin karakterini yansıtıyor. Onlar yaşadıkları türlü sıkıntılara, yokluklara, kayıplara rağmen bulundukları ortamlarda hep güzel izler bıraktılar. Ürdün devletinin temelindeki organizasyon becerisiyle, Kurtuluş Savaşı’nda cesaretleriyle, günümüz futbolunda mumla aradığımız centilmenlikleriyle, en basitinden birçok örnekte gördüğüm anne-babasız çocuğa sahip çıkan vicdanlarıyla insanlık değerlerini temsil ettiler. Küçük bir nüfusla, çok büyük bir güce karşı onca yıl amansız bir mücadele verdiler, darmadağın olarak yeniden başladıkları hayatlarında gururla ‘Ben Çerkesim’ demeye devam ettiler.
Kanatlar ise gelecek kuşakları temsil ediyor. Ben çevremde hızla birbirine benzeyen kültürler arasında sıkışmış bir dünyada, önlerindeki büyükleri izleyerek öğrenecekleri eskisi gibi bir sosyal ortam bulunmamasına rağmen gençlerin Çerkes kimliğinden kopmadıklarını görüyorum. Hatta kültürümüze bizim kuşaktaki Çerkes kimliğinden uzaklaşmış anne-babalarından daha yakın olduğunu gördüğüm gençler tanıyorum. Onlar bu yakınlığı belki bizim bildiğimizden daha farklı ifade edecekler ama toplumumuzun kanatları onlar olacak.
-”Kökler” sizin için ne ifade ediyor? Bir coğrafya ve aile bağı mı, gelenekler, hatıralar, değerler ve hatta travmaların toplamı mı? Peki ya “kanatlar”?.. Bu kavramı özgürlük, kişisel tatmin, yeni başlangıçlar veya kültürün yeniden üretilmesi olarak mı okumalıyız?
“Kökler” ve “kanatlar” birbirine zıt güçler mi, yoksa sonunda bir dengeye ulaşılabilir mi? Sizce bir insan hem sağlam kökleri hem de güçlü kanatları aynı anda taşıyabilir mi?
-Ben insani değerler açısından çıtası yüksek bir toplumun içine doğduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum. Her insan kendi toplumu için böyle düşünebilir. Keşke öyle olsaydı ama dünyaya bakınca bunun doğru olmadığını da görüyoruz. Ben Çerkeslerle yolu kesişmiş bir tek insanın kötü anısına rastlamamış, hep olumlu hatta çoğu zaman minnet duydukları yardımları dinlemiş biri olarak başkalarının hakkımızda ne hissettiğinin bizi daha iyi anlattığını düşünüyorum. Kökler de geçmişimiz, geleneklerimiz, değerlerimiz, akrabalıklarımız, elbette travmalarımız da dahil, başkaları tarafından da tarif edilen, gurur duyulacak bu karakteri ifade ediyor.
Kanatların ise köklerinden güç alarak yeni başlangıçlara hazırlanan, toplumu ve kültürümüzü başka alanlara taşıyacak gelecek nesil olarak tanımlıyorum. Çerkes STK’larındaki projelerde ve kalabalık aile ortamında gözlemleme olanağı bulduğum gençlerle ilgili örnekler beni umutlandırıyor. Her insanın desteklendiği, onay gördüğü, mensubu olmaktan gurur duyduğu bir topluluğun parçası olmak istediğini düşünürüm. Biz büyüklerin de bu hissi kanatlara vermemiz gerekiyor.
“Kitabın bütününde hemen her bölümde duygusal olarak çok zorlandım. Her bölümün yaşattığı zorluklar oldu. Kendi çocukluğumu ve aile üyelerini yazarken ağladım”
-Aile hikâyesini yazmak, hele ki toplumsal gerçeklerle iç içe girdiyse ve temsil ettikleri varsa hiç kolay olmasa gerek. Bu hikâyeyi yazarken sizi duygusal olarak zorlayan kısımlar oldu mu?
-Kitabın bütününde hemen her bölümde duygusal olarak çok zorlandım. Her bölümün yaşattığı zorluklar oldu. Kendi çocukluğumu ve aile üyelerini yazarken ağladım. Çoğu zaman keşke zamanında öğrenseydim, araştırmaya erken başlasaydım da bunları sorsaydım diye pişmanlık duydum. Büyüklerimin bilmeden vefat ettiği, benim sonradan öğrendiğim bilgilere ulaştığımda (dedemin kardeşinin hayatta kalıp kalmadığı gibi) onlar hayattayken anlatabilseydim diye üzüldüm. Bazen yeni öğrendiğim bilgilerle, küçükken dinleyici olduğum babaannem ve yaşıtlarının sohbetinde ne sükse yapardım diye hayal edip güldüm. Bazen kitapta yer alan akraba ailelerin üyelerinin bile bilmediklerini onlarla paylaşınca yaşadıkları sevinç nedeniyle kendimle gurur duydum. “Kitabı çabuk bitir, çok zamanım kalmadı” diyen büyüklere kitabı yetiştiremediğim için çok üzüldüm.
Ancak kastedilen aristokrat aileler ile ilgili bölüm ise şöyle anlatayım… Daha anılarımı yazmaya başlarken oluşturduğum kurguda bu bölüm yoktu. Ancak dedemin Bolşevik İhtilali sırasına ve sonrasına ait anılarını yazarken onun mensup olduğu ailenin konumunu anlatmam gerekiyordu. Bu bölümün öncesinde eğer Çerkes aristokrasisini anlatmazsam, dedemin yaşadıkları, gençler veya toplumu tanımayan okuyucular tarafından anlaşılamayacaktı. Bu arada Çerkes aristokrasisine mensup ailelerin Kafkasya’daki hikâyesini anlatınca da Anadolu’daki aileler ve benim onlara dair tanıklıklarımı yazmak gerekti.
Bazı ailelere ait fotoğraf veya notlar paylaştığım sosyal medya aracılığı ile de bu konuya ilgi duyan araştırmacılardan, özellikle anavatandan çok sayıda soru ve mesaj almaya başladım. Ayrıca yine sosyal medyada yapılan bazı paylaşımlarda da yanlış bilgiler olduğunu gördüm. Mesela, Tokat’ın Alpudere Köyü’nün sayfasında köye sonradan yerleşmiş bir aileden gencin köyün kurucularını sormasına rastladım. Alpudere Köyü bir Abaza/Aşkharuva aile tarafından kurulmuştu; köye adını veren ailenin mensupları uzun yıllar önce köyden ayrılmıştı, köy sonradan yerleşen ailelerle artık yalnızca Abaza ailelerin yaşadığı bir köy değildi ve köy hafızası artık yok olmak üzereydi. Merak edilen o ailenin bir üyesi, benim Şahin Dede olarak seslendiğim bir akrabamızdı.
Yine Tokat’ta artık yaşayan bir üyesi kalmadığı düşünülen Khaziy veya Anadolu’ya hiç gelmedikleri bilinen Karamırzey ailelerinin yakınları da akrabalarımdı.
Kısaca haklarında bilgi toplanmaya çalışılan bu aileler Anadolu’da yaşarken de ilişkilerini devam ettiren, çocukken bizim evde salonda oturup sohbet eden, hatıralarımın olduğu ve bugünkü üyelerini tanıdığım ailelerdi. Bu büyükleri tanımış son nesilden biri olarak, o ailelerin de izini bırakmanın merak eden kişilere bir ipucu sağlayacağını umarak bölümü biraz daha genişlettim.
Bugüne kadar ihmal edilen, bir dönem adeta yok sayılan, bazıları hakkında yaşanmamış hikâyeler anlatılan, bazısının bugün temsilcisi kalmadığından veya daha erken asimile olarak toplumdan uzaklaşmış olan ancak geçmişin liderlik konumundaki ailelerini yok sayarsak toplumsal hafıza eksik olur. “Kökler ve Kanatlar”da yüzeysel de olsa yer vermemiş olsam benim anılarım da eksik olurdu.
-Kitapta değinmişsiniz ama belki biraz daha açıklık getirmek istersiniz. Toplumsal sınıf temsiliyetleri olan bir ailede yetişmenin olumlu ve olumsuz yönleri nelerdi? Zorlukları var mıydı diye de sorabilirim…
-Toplumsal sınıf temsiliyetinin gereği miydi, bir zamanlar şehre yerleşmiş her Çerkes ailenin şehir dışında yaşayan akraba ve soydaşlarına verdiği desteğin benzeri miydi, başta babaannem olmak üzere aile büyüklerinin geçmişinden gelen alışkanlıkları uygulama isteği miydi bilemiyorum. Bence hepsinin etkisiyle gerçekten de büyük bir şehrin ortasında 3+1 apartman dairesinde, tek maaşlık bir gelirle yaşayan bir aile olarak çevredeki komşularımızın, arkadaşlarımızın şaşkınlıkla izlediği bir hareketlilik yaşardık.
Birbiriyle sıkça görüşen bir grup aile dostu aileden birinin yaşıtım kızının söylediği cümle sorunuza cevap olabilir; “Önemli hadiseler sizin salonda, yaşanan komik olaylar bizim evde konuşulurdu” demişti. Toplumsal temsiliyete bağlayabilir miyiz bilmiyorum ama Çerkes toplumunun eğlenceli anların yaşandığı tarafından çok, daha bir ciddiyetin olduğu yerdeydik. Biz evin dışındaki etkinliklerde pek yer almazdık, daha çok ziyaret edilen haneydik.
Olumlu yön olarak; Ankara’daki çoğu Çerkes aileyi, Uzunyayla ve Tokat’ın bir bölümündeki aileleri tanımak veya aşina olmak, bu bölgelerdeki önemli gelişmelerin konuşulduğu, haberdar olunduğu ortamda bulunmak diyebilirim.
Olumsuz yön olarak; evdeki büyüklerin karakterinden mi kaynaklanıyordu, toplumsal temsiliyetin gereğiydi miydi bilmiyorum ama iyi örgütlenmiş bir hemşeri STK’sı gibi üyelerinin maddi-manevi her ihtiyacına yetişmeye çalışan bir ailenin içinde yaşamak, eğlenceli tarafları yanında, evet, epey yorucuydu.
-Yine kitapta değindiğiniz toplumsal temsiliyetlerin bugünkü hayattaki karşılıkları nelerdir, yarın ne olabilir ve sizce ne olmalıdır?
-Bahsettiğiniz temsiliyet, Rus hâkimiyetinden önce toplumun yönetimiydi. Rus işgalinden sonra o hâkimiyet resmi halden gelenek haline dönüştü. Dedemin babasının silah taşımak için Rus bürokrasisinden almak zorunda kaldığı belge veya Rus ordusu adına Japonlarla Mançurya’da savaşmak zorunda kalması gibi…
Çocukluğumdaki büyüklerden gördüğüm veya anlattıklarından, o yıllarda hâlâ toplumsal temsiliyet adına sorumluluk duyduklarına ve toplumun bir kesiminin kendilerini hâlâ o konumda gördüğüne şahidim. İmkânları kısıtlı olsa da hayatlarını o konuma uygun yaşamaya gayret ettiler. Ancak bu insanlar o görevleri üstlenmek üzere, o motivasyonla yetiştirilmişlerdi.
Bugün ne toplumun dinamikleri, ne zamanın kurgusu böyle bir temsiliyet sorumluluğunu üstlenmek veya vermek için uygun değil.
-Bu kitap, yazma serüveninizde sizin için bir dönüm noktası oldu mu? Sizde nasıl bir iz bıraktı?
-Benim için dönüm noktalarından biri Çerkes olmayan dostlarımın yazım sürecindeki ilgisiydi. Kitapta da bahsettiğim gibi bugün ABD’de yaşayan Lübnanlı sınıf arkadaşımın doğum günümü WhatsApp grubunda Çerkesçe kutlama çabası, Çerkes olmayan tanıdıklarımın bana yardımcı olacağını düşünerek armağan ettikleri kitaplar bende kültürümüzün tanınmadığı ancak ilgi duyulduğu düşüncesini uyandırdı. Kitabın Çerkes olmayan okuyucu tarafından da anlaşılır olmasına bu noktada özen göstermeye çalıştım. Mesela benim için kitapta adı geçen kişilerin sülale adlarının yer alması önemliydi. Ancak Çerkesçe isimlerin sıkça tekrarlanmasının aşina olmayan dostlarımıza zorluk yaşattığını tahmin ediyorum.
-Yeni proje var mı, aile hikâyelerini genişletmeyi mi düşünürsünüz, yoksa farklı bir edebi macerayla buluşturur musunuz bizi?
-Artık bir nokta koymak gerektiği için kitapta yer almayan o kadar çok hikâye var ki… Ayrıca tamamlayamadığım ama hâlâ peşinde olduğum çok bilgi var. Hepsini yazılı bir iz olarak bırakmanın bir görev olduğunu düşünüyorum. Belki hikâyelerden oluşan bir kitap olabilir.
Ayrıca bu süreçte kendi tanıdıklarımı yazdıkça merak etmeye, araştırmaya değer bir konu olduğunu gördüğüm Tokat Çerkeslerini yazmayı çok istiyorum. Tokat’ın, yalnız Çerkeslerinin değil, şehir hafızasının tamamının ihmal edildiğini düşünüyorum. Tokat’ın geçmişine dair anıları, fotoğrafları biriktiriyorum, umarım bu konuda da bir iz bırakmak kısmet olur.
Bir de roman yazmanın başka bir uzmanlık alanı olduğunun gayet farkında olsam da aklımda beliren bir hikâyenin kahramanlarına engel olamıyorum. Rus genci İgor ve Vladimir Cherkassky adındaki kişi beni hikâyelerini yazmaya zorluyor. Onlara ‘Ben roman yazmayı beceremem ama siz anlatın, bakalım ne çıkacak’ diyorum.
Akıl ve beden sağlığımız ile ülke ve dünya gündeminin, iyi niyetle emek veren herkese imkân vermesini diliyorum.
-Aile tarihiniz, toplumsal tarihimizin önemli cephelerine ışık tutuyor. Güzel kaleminizle paylaştığınız için teşekkür ederiz.







