Mukadder Özdemir Balakoğlu, 23 Nisan 1960’ta, Biga, Dereköy’de doğdu. 1984’te Marmara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Resim-İş Eğitimi Ana Sanat Dalı’ndan mezun oldu. 2000 yılında Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde “Çağdaş Türk Resminde Natürmort” konulu yüksek lisans tezini tamamladı. Aynı üniversiteden öğretim görevlisi olarak emekli oldu.
2015-2023 yıllarında Yıldız Teknik Üniversitesi Eğitim Fakültesi Temel Eğitim Bölümü’nde sanat eğitimi ve görsel sanatlar öğretimi derslerini yürüttü. Görevi boyunca yürüttüğü dersler ile ilgili araştırmalar, ulusal ve uluslararası bildiri ve sunumlar yaptı ve sergiler açtı.
2019 yılında “Pşaşe-Ğaşon” (Kızların Efendisi) belgeselini yönetti ve Çerkes (Circassian) Film Festivali’nde yarıştı.
Bazı resimleri özel koleksiyonlarda bulunan Balakoğlu sanat çalışmalarını Balat, İstanbul’daki kişisel atölyesinde sürdürmekte.
Sanat Gezgini dergisinde sanatçının yaklaşımı şöyle yorumlanmış:
“Sanatçı resmin dinamiklerini kullanırken, sanatın doku elemanını akıp giden zamana karşı direncin sembolüne dönüştürüyor. Resimlerinde organik bir doğa parçasını ele alışında olduğu gibi tematik imgeleri çözümlemesinde de izleyiciyi duygu dünyasında buluşmaya davet ediyor. Objelerde doğanın biriktirdiklerinin dokuya dönüşümünü sağlayan yığıntı ve tekrarlar, figüratif eğilimlerde izleyiciyi geçmiş zamanın tortulu yığınlarca duygusuna götürüyor. Resimlerde dokuların ve yalınlıkla ele alınan renklerin etkisi, izleyicinin iç yolculuğuyla kesişiyor ve onları kendi tefekkürüne şahit ediyor.”
-Öncelikle söyleşi isteğimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Basın tanıtımlarından alınan yukarıdaki satırlar, resimleriniz, “ve “Sanat Eğitiminde Duyusal Algı ve Estetik” ve Duyusal Algı Eğitiminde Resim Uygulaması” isimli kitaplarınız ile sizi tanıyoruz. Okurlarımız için siz kendinizi nasıl tanıtmak istersiniz?
-Ben de etnik kimliğimin ait olduğu Çerkes kültürünün yayın organı olan Jineps gazetesinin röportajında sanatçı ve sanat eğitimcisi kimliğimle bulunuyor olmaktan duyduğum memnuniyeti belirterek size ve gazetemizin ilgili kişilerine teşekkür ederim.
Kendimi öncelikle sanat eğitimcisi olarak gördüğümü belirtmek isterim. Bu öncelememin sebebi yalnızca aidiyet duygularımı ifade etmek değil, sanat eğitimciliğinin öneminin altını çizerek, sanatçı olmaktan daha ciddi bir uğraş olduğuna ve önemine değinmektir. Sanata gelince; onun, insan hayatına kattığı anlam ve değerler ile toplumu yükselten, kültürü zenginleştiren bir lokomotif olduğuna olan inancım da sanat eğitimini önemsememde etkili olmaktadır. Hatta “ben sanatın dünyayı kurtaracağına” inanan bir sanat eğitimcisiyim, diyebilirim. Biliyoruz ki sanata engel yoktur, herkes sanat yapabilir ama bu ona sanat eğitimcisi olma hakkı vermez ve sanatçı sadece sanatını izleyen kişilere hitap etmek durumundadır.
Alanımdaki diğer çalışmalarımın kısaca üstünden geçecek olursak, bugüne kadar 10 kişisel sergi ve pek çok karma sergiye katılmak olarak özetlenebilir. Hatta sanatsal faaliyetlerimin büyük çoğunluğu Van YYÜ’de hem öğrencilere duyduğum sorumluluktan hem de o yılların Van sanat ortamına katkı çabalarımın yansımaları olarak görülebilir. 2008 yılından beri İstanbul’a dönmüş olmam, benim ait olduğum Çerkes kültürü ve kimlik üzerine yoğunlaşmama fırsat oluşturdu. 2023 yılından beri de (pandemiden sonra) artık ders vermeyi tamamen bıraktığım için kendime eğilme ve öz kültürümü araştırma ve resimlerime odaklanma olarak özetleyebileceğim bir sürecin içindeyim.
-“İnsanın eylemlerinin bütünselliği içinden bakacak olursak sanat da hayatın içindedir, yaşamdan gelir ve yaşama yansır” demişsiniz. Okurlarımız için biraz daha açıklamak ister misiniz?
-Yaşamın akışı içinde insan genellikle dar zamanda sürekli seçimlerde bulunur. Bizi kuşatan çevrede gerçekten her şey vardır ama karmaşıktır. Bu durum bir sözlükte bütün kelimelerin olması ama sözlüğün eser olmamasına benzetilebilir. Nasıl ki bir şair sözcükleri anlamlı ve etkili kullanarak şiir yazar, edebiyatçı roman yazarsa, plastik sanatçı da sanatın elemanlarını kullanarak yüzey üzerinde anlamlı bir bütünlük/kompozisyon oluşturur ve bize duyumsanacak bir ileti sunar. Böylece eser katına çıkan obje, izleyenin duyularına ve algılarına ulaşarak doğrudan yaşama katılır.
Bunu biraz da izleyen açısından açıklayalım… Bir eserin hayat sahibi olması izleyende etki oluşturması ile gerçekleşir. Bu ise eserden anlam çıkarabilen, görsel okuryazar olan, estetik duyarlılığı gelişmiş bireylerde mümkündür. Bir eseri kendi duyumları ile algılamak/idrak etmek çoğu insanda gerçekleşmez. Bunun önündeki temel engel, güzel diye öğrenilmiş, duyusal algıları devre dışı bırakan önyargılarımız ve peşin kabullerimizden özgür olamamaktır. Oysa görme algısını geliştirecek bir eğitimle bireylerin seçiciliği gelişir. Böylece çeşitli cazip etkilerle önümüze konanlardan, aldatıcı olanları ayırma yetkinliğine ulaşmış olanlar, görebilme yetileri ile güzelliği çoğaltabilirler. Yeni olanın, keşfetmenin ve yaratımın kapısı böylece açık kalır.
-“Hayatın içinden gelir” tanımlaması bana bireysel ve toplumsal yaşanmışlıklardan beslendiğini de düşündürdü. Bu anlamda sizin bireysel ya da toplumsal, tarihsel yaşanmışlıklarınızın eserlerinizdeki etkilerini merak ettim.
-Girişte de değindiğim gibi özellikle son yıllarda resimlerim, ait olduğum etnik kimlik alanıyla kurduğum bağın izlerini taşımaktadır. Resimlerime özellikle bilinçaltındaki çocukluk anılarımın imgeleri ve kültürel veriler kaynaklık etmektedir. Kapalı Çerkes kültüründe geçen çocukluk anılarım, çocuk oyunları kadar şahit olduğum bazı ritüelleri de barındırıyor. Bu durumda, bilinçaltımda kalan, unutulmuş anılarıma yoğunlaşarak kendime eğilmek durumumda olmam, sanatçı kişiliğimi etkilerken, çalışma isteğimi sıcak ve sürekli tutarak beni besliyor. Ancak burada amacımın illüstratif bir arayışla, konuların betimlenmesi değil, soyut da olsa çalışmalarımdaki örüntü ve yığıntıların dahi, geçmiş zamanların acısına direnen varoluş biçimleri olduğunu ifade edebilirim.
-“Zihin algıları ile kazanılan öğrenme türleri zekâmızı geliştirirken, sanatsal öğrenmeler farkındalığımızı ve kişiliğimizi geliştirir” cümleniz çok çarpıcı. Bu bana sanat eğitiminin tıpkı felsefe eğitimi gibi bireyin tercihine bırakılmaksızın tıp, ekonomi, mühendislik gibi zihin algılarına dayalı eğitimlerin de bir parçası olması gerektiğini düşündürdü. Siz ne dersiniz?
-Nasıl ki insanlar eğitim almadan saydığınız mesleklerde hak ve yetki sahibi olmuyorsa, sanat dünyasına eser katabilmek de sanatsal liyakat/yetkinlik gerektirir. Burada soruya eğitim bağlamında cevap vererek, eseri alımlamak için de liyakat gerektiğini bilmeliyiz. Eserle bağ kurabilme ve alımlama yetisi olmadan yorumlayan bazı bireylerin, kendi yetersizliğini, eseri aşağılayarak/değersizleştirerek kapatmaya çalıştıklarına zaman zaman rastlanmaktadır.
Sorunuzda “… sanat eğitiminin tıpkı felsefe eğitimi gibi bireyin tercihine bırakılmaksızın tıp, ekonomi, mühendislik gibi zihin algılarına dayalı eğitimlerin de bir parçası olması gerektiğini düşündürdü” şeklindeki ifadenizi çok değerli bulduğumu söyleyebilirim. Değiştirmem gereken yönü, bu eğitimin zihin algılarından önce duyusal algılar alanı olduğudur. Zihinsel bilgi baskın olduğunda duyular kendini gösteremez ve elimizden kayar gider. Biz çevreyle bağımızı bilgiden ve zihin operasyonundan önce duyusal algılarla gerçekleştiriyoruz. Ses duyusu nasıl ki müzik alanını kapsıyorsa, görme duyusu plastik sanatlar alanını kapsar. Burada temel problem duyusal algı alanı ile ilgili temel sorumluluğun sanat alanında yok sayılması, zihin algılarına feda edilmesidir.
Sorunuzun kapsamlı olması nedeniyle bazı detaylara değinmiş olduk. Ancak medyatik yayınlarda alan yoğun konulara girmek risk taşır. İnsanlara bilmediği konuları anlattığınızda küçümseme ve dışlamaları ile karşılanması ihtimaline rağmen estetik farkındalığı ve teknik yeterliliği olmadığı halde kendine sanatçı diyenlerin de benzer şekilde sanatsal kirliliğe sebep olduklarını belirtelim. Sorunuz vasıtası ile bu konulara değinmiş olmamızın okurların olumlu düşüncelerini ve sanata inançlarını artıracağını umuyorum.
-“Sanat; insani bir üretim, bir edimdir, estetik ise bu edim üzerine yapılan felsefi bir düşünmedir” demişsiniz. Farkındalığın ve kişiliğin gelişmesi daha çok sanata mı estetiğe mi ilişkindir?
-Aslında bu ifade estetiğe sanat felsefesi yönü ile yaklaşanların görüşüdür. Felsefeden ayrılarak ayrı bir bilim olan estetik, duyusal algıları inceleyen yönü ile felsefi düşünmeden de ayrılır. Yani bu bilim zihinsel bilgiler alanı değil, duyusal algılar alanıyla ilgilidir. Bu kadar alan yoğun bir açılımın okuyucuyu sıkacağını düşünmekteyim. Yine de cevap vereceğim ama isterseniz bu kadar alan yoğun bir soruyu da çıkarabilirsiniz.
Her ne kadar günümüzün sanat yöneticisi yetiştiren kurumlarından/okullarından mezun olan genç küratörler estetiği sanatın metafizik yönü gibi gösterme ve sanatı kavram alanına çekme gayretinde de olsalar, bu yaklaşımın onların uygulama bilmemelerine bağlı olduğunu düşünüyorum. Bu açıklamayı yapmamın sebebi, estetiği dışlayan yaklaşımların ve eleştirilerin varlığına işaret etmek içindir. Bu konudaki görüşüm ikisinin de birbirini tamamladığı şeklindedir. İkisi de farkındalığın gelişmesinde birbirinin içine geçmiştir. Hatta öyle ki, sanat eğitimi içinde uygulamanın duyuları da eğittiği kabul edilerek duyusal algıların eğitimi yönüyle estetiğin algı eğitimi yönü ihmal edilir. Bu konu daha çok su kaldırır ama ben bu kadarla yetinelim derim.
-Çok teşekkürler, olduğu gibi paylaşmamız okurlarımızdan da kabul görecektir diye düşünüyorum…
“Estetik eğitimi için bel bağladığımız estetik algı; özel bir bilinçlilik halidir, bir farkında olmadır. Bu özel bilinçlilik hali, beğeni, yetenek, eğitimsel ve kültürel farklılıklar gibi öznel nitelikleriyle, bilimsel ve sıradan algılardan farklılaşarak kendine özgü bir hale gelir ve bireyin yaşantısına doğrudan katılır. O, eğitim ve terbiye ve yeteneğin bileşiminden oluşan bir seviyeye işaret eder.” demişsiniz. Gündelik hayatın içine dahil olmuş bir estetik algıdan söz ediyoruz sanırım. Biraz da kültürün kendisini oluşturan bir algı şeklinde anlıyorum. Bu durumda farklı toplumsal grupların, halkların farklı estetik algıları olduğunu mu düşünmeliyiz?
-Birey kendi öz duyuları ile gerçekleştirdiği duyusal algılarını direkt kazanımlar şeklinde yaşamında kullanır ve bu bilgi yoluyla kendini konumlandırarak pek çok durumdan korur. Birey gördüğü şeyi kaydeder ve resmi alımlayan birey artık o resmi unutmaz. Eli yanan çocuk bir daha sobaya yaklaşmaz ve bu örnekler böyle artar gider. Öyle ki, duyu kazanımları hafızamız yok olsa da kaybolmaz, alzheimer olmuş eski bir balerinin, müziği duyunca hareketleri hatırlaması videolarını izleyenler hatırlar. Bu örnekler çizim yapan, bisiklet süren gibi pek çoklarıyla artırılabilir.
Duyusal algıların farkındalık oluşumuna ve varlığın anlam kazanmasına etkileri yanında farkındalığın başlangıcı ve temeli olduğunu da söyleyebiliriz. İncelmiş estetik duyumlar bir toplumun sanatını ve değerlerini seçkinleştirir, ifade biçimini güçlendirir ve toplumun düzeyine işaret eder.
Sorunuzun son bölümü için diyebilirim ki, elbette çeşitli tarihsel dönemlerde, kültürlerde, grupların, halkların, milletlerin farklı estetik algıları vardır. Ben çocukluğumdan tanıdığım Çerkes çarşafının Osmanlı sarayındaki çarşafla aynı olduğunu fark edince, bizim köyün sarayı takip ettiğini düşünerek şaşırmıştım. Sonra büyüdükçe ve araştırdıkça anladım ki, Çerkes kadınlar Osmanlı sarayını etkilemiş. Aynı şeyi Rus askerlerinin Çerkes kıyafetinden esinlenen paltoları için de söyleyebiliriz.
-Bu anlamda; mesela Çerkes sanatçıların kültürlerini ürettikleri sanat eserlerine yansıtmaları kaçınılmaz mıdır, bir tercih midir? Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
-Doğal olarak her sanatçı yaşadığı kültürden beslenmesine rağmen Çerkes diasporası için sanatçıların beslendiği etnik kültürün dinamikliğinden bahsedemeyiz. Kaldı ki zaten içinde yaşadığımız Türk kültürünün sanatında da tarihten günümüze kadar gelen kimlik sorunlarının ve benzer sanat problemlerinin varlığı, resim sanatçılarının bilinçli kültür politikaları ile desteklenmesini daha da gerekli hale getirmektedir. Gerçeği söylemek gerekirse Çerkes sanatçıların kültürlerini ürettikleri sanat eserlerine yansıtmalarının kaçınılmaz olarak gerçekleştiğini değil, tam dersine bilinçli bir iradeyle gerçekleşebileceğini düşünüyorum.
Toplumumuzdaki sanat ve sanatçı sorunlarını Çerkes toplumunda da görüyoruz. Burada sıklıkla yaptığımız, öz ve biçim ilişkisi gibi evrensel değerleri dışlama kolaycılığının çıkmaz yol olduğunu belirtmek de isterim. Nasıl ki her heveslinin yaptığı resim, coşkusu nedeniyle sanat katına çıkamaz ise benzer nedenlerle Çerkes temalarını işlemek, çalışmaları eser katına çıkarmaz. Plastik değerleri tematik eğilimlerin gölgesinde bırakacak boyutta olmasının bir sebebi de resimleri plastik değerler yönü ile ele alacak yetkinlikte akademik insanların ve sanatçıların hem toplumun genelinde hem de Çerkes sanatçılar arasında az olması veya yön vermekten uzak, etkisiz yerlerde bulunmasıdır. Bu durumu iyileştirmeye katkı olacak bazı pratik önlemler alınabilir. Plastik sanatlar kurulu veya sergi sorumluları her sergi için ayrı kavram belirleyebilir. At gibi çok sevilen temalar için “artık yapmayın” demek yerine herkesin at yapabileceği temalar seçilebilir. Bunun dışında alan uzmanlarından mutlaka yapılabilecek pek çok fikir gelecektir.
Görünen o ki, pek çok Çerkes sanatçımız kaybolan değerlerin ucundan yakalamaya çalışırcasına iyi niyetli bir çaba içindeler. Resimlerin sanat değeri kazanması ve sanat yoluyla etki oluşturması için beslenme kaynakları bulması ve geçmişe erişim gerekir. Günümüzde kültürümüz ile ilgili bilimsel araştırmaların artmış olması umut vericidir. Bu araştırmaların sanat alanına yansımaları, roman, şiir, müzik, resim gibi sanat alanlarında üretilenlerin eser düzeyine çıkması ile taçlanacaktır.
Bu açıdan baktığımızda uluslararası tanınırlığı olan sanatçıların hem anavatanda hem Ürdün gibi Ortadoğu Çerkesleri arasında ve ülkemizde de kültürümüzü evrensel boyutta tanıtan sanatçıların varlığını görmek gurumuzu kabartmaktadır ve umut vericidir.
-Kafkasya’daki sanat ortamını takip edebilme şansınız oluyor mu?
-Sanatla geçen hayatımın uzun bir bölümünün Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde geçmiş olması, döndükten sonra da devam ettiğim eğitimciliğin benim tüm çabamın ve emeğimin büyük bir kısmını alması nedeniyle pek bağlantım olmadı. Ancak 2024 Ağustos ayında anavatanda kültür sanat etkinlikleri kapsamındaki uluslararası karma sergiye katıldım. Elbette artık gitmeyi de arzu ediyorum. Tabii gidip gelmek de kolay değil, onların da sosyal medyası biraz kapalı. Yine de ışığı bize de gelen, değerli sanatçı büyüğümüz Bırsır Abdullah’ın resimlerim ile ilgili yorumunu bana mesaj yoluyla özellikle göndermiş olmasından duyduğum onur, sergiye katılmak kadar değerliydi. Ayrıca çalışmalarını izlediğim Rüstem Yahihanov, eserleriyle yaşayan Feliks Petuvaş, Givi Smir anavatandaki izlediğim ressamlar arasında ilk sayacağım kişilerdir.
-Tarihten biraz uzaklaşıp günümüze gelirsek; dünya ve Türkiye özelinde günümüzün sanat ortamını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sanat üretimi ve bireyin sanat ilgisi anlamında bir karşılaştırma yapabilir misiniz?
-Bu konularda araştırma yapmış değilim ama elbette kendi tecrübelerimin ve sanata bakış açımın yansıması olan değerlendirmeler yapabilirim.
Günümüzdeki gelişmelerin sanata yansımaları yeni yaklaşım biçimleri oluşturmaktadır. Sürat çağında hızla değişen değerler sanat türlerini, sanat tarzlarını, sunuş biçimlerini etkilemiş ve değiştirmiştir. Artık bireyin belirleyici rolü ve sanat eserinin nitelikleri tartışılır durumdadır ve bu durumun sanat eserini tüketim nesnesine dönüştürmesi kolaylıkla gerçekleşmiştir. Bir kısım sanatçılar bu durumda çözüm önerileri geliştirmiş ve kendini gösterme yoluna girerek, network oluşturmanın ve sanat baronlarına ulaşmanın kaygısına düşmüştür. Gerçekten de bir muz üzerinden yapılan spekülasyon bize, sanata yön verenlerin sermaye sahipleri olduğunu gösteren örneklerden en çarpıcı olanıdır. Artistik gücüne inan, sanata adanmış idealist sanatçılar ise kanaat önderi gibi davranan bir tutumla sessiz kalmış ve hak ettiğine inandığı değeri bulamayınca içine kapanarak kısmen özgür kalmayı seçmiştir.
Bireyin sanat ile ilişkisi de yaygın haliyle parası olanların gücünü ve seçkinliğini yansıtan bir gösterge şeklinde yaygınlık kazanmaktadır. Sanat borsası güçlenmekte ve sanat eseri yatırım aracı olarak değer görmekte, pek çok sanatçı da bu pastadan payını almaya çalışmaktadır.
Düşünce ve ifadenin en canlı şekli olan sanat bir yandan da çok kırılgandır ve köklenmesi çok zordur. Yurtdışında katılma fırsatı bulduğum sergilerdeki gözlemim ise; onlarda da sanat kapitalizmin aracı olmasına rağmen, sergi gezen halkın sanattan anlama ve ilgilenme düzeyinin bizden daha nitelikli olduğunu söylemeliyim. Türkiye’de olsa izleyicinin ilgisini çekmeyecek olan doku ağırlıklı resimlerime olan ilgi sanata inancımı tazelemişti. Benzer durumu Azerbaycan’da da yaşamış olmam gibi nedenler bana sanat eğitimimizin sağlıklı bir sanat dünyası oluşturma gücü taşımadığını düşündürmektedir.
-Sanat, kendi öznel süreçleri ile ortaya konulmuş olsa da alıcısı ve satıcısı olan bir ürün. Bu anlamdaki araçları da dünya ve Türkiye özelinde karşılaştırmanız mümkün mü? Sergi salonları, galeriler, müzayedeler…
-Aslında ürün sözü iktisadi bir terminoloji. Sanatçının çıktısı iktisadi bir ürün olmadan önce sanat eseridir. Ancak günümüzde çok hızlı olan bilimsel ve teknolojik gelişmeler sanat alanını etkilemekte ve yeni yaklaşım biçimleri oluşturmaktadır. Bileşenlerin bu kadar çok olduğu bu durumun yansımaları ülkemizde de görülmektedir.
TÜYAP bünyesinde artık gelenekselleşen ulusal sanat fuarı, antika fuarları, belediyelerin geniş kapsamlı sanat organizasyonları, kültür yolu fuarları ve İstanbul Bienali gibi uluslararası organizasyonların sanat alanını geliştirmesi, sanatçıları desteklemesi, sanatın sınırlarını ve gelişim ağlarını göstermesi açısından önemini vurgulamak gerekir. Ancak özlemini duyduğumuz orijinal ve özgün eserler ve bize özgü işlerden ziyade satış kaygılarının önde olduğu hissini vermektedir. Bu kanıya ilgi çeken işlerin tekrarlarından ve/veya birbirine benzeyen sevimli, şık işlerin sıklığından kapılıyoruz…
Müzayedelere gelince; ülkemizde pandemiden sonra iyice yaygınlaştıklarını görüyoruz. Evrensel boyutta baktığımızda müzayedelerin sanatçı olmanın temel göstergelerinden olarak görülmesi, sanatçılar açısından katılımı gerekli kılmaktadır. İkinci el sanat eserlerinin alanı olan müzayedelerin sanat ürünlerini ticari dolaşıma katmakta etkili olduğunu söyleyebiliriz. Biz sanat eğitimi veren okullarımızda sanat eserinin takdimi ve satışı ile ilgili hiçbir bilgi öğretmeden mezun ettiğimiz ve hocalar olarak biz de bilmediğimiz için bu işin satışını da sanatçı ve eser açısından sert bulduğumu söylemeliyim. Öyle ki, çerçeveciler bile içindeki resme değil, çerçevesine fiyat vererek müzayedeler düzenlemektedir. Buradan sanattaki kirliliğin boyutu anlaşılabilir. Umulur ki zamanla daha düzeyli bir seviyeye ulaşılır. Koca koca hocaların birkaç bin liraya resminin inip çıkması, diğer yandan sırf çerçevesi için eseri ezici rakamların dönmesi gibi birkaç gözlemim, beni bu alandan uzak tutmaktadır. Umulur ki, bu faaliyetlerin sanat dünyasına katkıları, sanat dünyasını geliştirmek olur.
-Son soru; Çerkes sanatçı olmanın zorlukları ya da avantajları var mıdır?
-Günümüzde anlam arayışları toplumsallığın uzağına düşerken, insan yalnızlaşmakta ve bir yandan da bireyin niteliklerini güçlendirecek kazanımların önemi artmaktadır. Bu çağdaş sorunlara bir de Çerkes toplumunun tarihinde gelen yıkımlar, ırkının kültürel özelliklerinin farklılıkları ve bu değerleri yaşatma kaygısı gibi temel varlık sorunları da eklenmektedir. Ayrıca çok öne çıkan ticari kaygıları da eklemeliyiz.
Çerkes kültürel hareketi içinde geliştirilmeye çalışılan sanat, kendi atmosferini oluşturma yolunda çabalarını sürdürmektedir. Grup sergilerimizde etnik kimliğe ait değerleri yansıtma çabası ve sorumluluğun önde olduğu resimler dikkat çekmektedir. Tüm bunlar sanatsal kaygılardan önce izleyiciyi memnun etmeye ve satmaya dönük çabalarla ele alınıyor izlenimi de vermektedir.
Olabildiğince popülist tutumlardan, sanatın istismara çok müsait olan göz boyamalarından uzak durarak samimiyetle yol almaya çalışmalıyız. Kaybolan kimliklerin bedelini kimseye yüklemeden; kolektif hafızanın yok olup gidişini önlemek çabasındaki topluluk bilincini canlı tutmak ve sanat grubunun varlığı ile buna destek olmak sürdürülebilecek yöntemlerdendir. Bu açıdan bakınca grubun varlığını önemsediğimi belirtmek isterim. Bu vesile ile okuyanlara selamlar olsun ve hep yanımızda olsunlar. Burada “yanımızda olmak” ifadesinin satış amaçlarının ötesinde sanata değer veren bir atmosfere işaret ettiğini belirtmek isterim. Tekrar bu fırsatı vererek sanatın gündeme gelmesine katkı verdiğiniz için minnettar olduğumu belirterek teşekkür ediyorum…
-Değerli zamanınızı ayırdığınız için Jineps okurları adına teşekkür ediyoruz.