Ölenin Ardından Konuşulmaz Derler Ama Ölen Ecevit Olunca Gel de Konuşma!  

0
464

Aylarca Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nde bitkisel hayatta kalan eski Başbakan’lardan Bülent Ecevit 5 Kasım 2006 günü öldü. Ecevit çıkarılan özel yasayla, 11 kasım tarihinde devlet töreniyle devlet mezarlığına gömüldü… Devlet, hak ettiği değeri büyük bir titizlikle gösterdi… Cenaze töreni geleneksel statükocu güçlerin gösterisine dönüştü… Binlerce insan “halkçı Ecevit”, “Türkiye laiktir laik kalacak” sloganlarıyla kendisini uğurladı… Ancak üzüntüsünü belirtenler veya üzülmüş görünenler sadece statükocu güçler değildi…Solcusundan, sağcısına,dincisine kadar yarışırcasına bir çok kesimden insanlar derin üzüntülerini belirttiler… Her kesimin Ecevit’i sahiplenmesinin farklı gerekçeleri vardı…  

Şüphesiz ki Ecevit sıradan bir insan değildi… Uzun süren politik yaşamında önemli roller üstlenmiş bir kişilikti… Dolayısıyla toplumsal yaşamı etkileyen ve o yaşamdan etkilenen konumlanışını tarihsel süreçteki duruşunu irdelemek gerekiyor…. Söz konusu konumlanışı ve duruşu net bir şekilde tahlil edebilmenin yolu, ilgili dönemin ilişki ve çelişkilerini değerlendirmekten, toplumsal muhalefetin neresinde yer aldığının tespitinden geçiyor…  

Kimileri Ecevit’in değiştiğini eskiden solcuyken daha sonradan sağcılaştığını ifade ediyorlar… Bu yaklaşım doğruysa nedenleri nelerdir? Bireysel bir özellik mi yoksa toplumsal nedenleri mi var? Hemen ifade etmek gerekir ki, bu abartılı ve biçimsel bir değerlendirmedir… Ecevit’te ciddi bir değişikliğin olduğunu iddia etmek doğru değildir… Şartlara göre pragmatik tutum aldığını, siyasal iklime göre biçimsel duruş sergilediğini özde ise değişmediğini söylemek daha gerçekçi olur… 12 Eylül öncesi bazı konuşmaları ve sloganlarıyla sosyalistleri aratmayan bir söylem geliştirdiği doğrudur :”Ne ezen ne ezilen insanca hakça bir düzen” veya “toprak işleyenin su kullananın” sloganları, şüphesiz ki milyonlarca insanın etkilenmesine ve Ecevit’in bir umut olmasına yol açmıştı… “Halkçı Ecevit” “Karaoğlan” ve “Dürüst Adam” imajı geniş emekçi kitleleri etkilemişti… Sokaklara dağlara taşlara “Umudumuz Ecevit” sloganları yazıldı…  

Ama bütün yazılanlar söylenenler kulaklarda hoş bir seda olarak kaldı… İktidara geldiğinde toprak reformunun yapılacağı, sömürü düzenine son verileceği, kontrgerillanın dağıtılacağı ve hesap sorulacağı beyanları biliniyor… Ama iktidara geldiğinde hiçbir adım atılmadı… Ne 1 mayıs katliamını yapanlar açığa çıkarıldı ne de kendisine suikast yapmak isteyenler… Ne de diğer karanlık cinayet ve katliamlar… Tam tersine Maraş katliamından sonra sıkıyönetim ilan edilerek yönetim resmi düzeyde de askerlerle paylaşıldı… Toprağa verildiği gün bir gazetenin başlığında “arşivden çıkan müthiş sır başlığı” atılmıştı… Belgede “MİT’teki MHP hakimiyeti” anlatılıyormuş… “105 kişinin öldüğü Maraş olaylarında MİT’in parmağı olduğu” yazılıymış… Ecevit’in ise bu imzasız belgeye sadece “çok ciddi bir kaynaktan gelmiştir” notunu düştüğü ifade ediliyordu… Yani emekten yana olmak, kontrgerilladan hesap sormak sadece lafta kalmıştı… Belgeler sümen altı edilmiş arşiv belgeleri haline gelmişti…  

Öte yandan 12 Eylül sonrası süreçte emekçiden yana sol söyleme de ihtiyaç kalmamıştı… Çünkü köprünün altından sular akmış devran değişmişti… O söylemin oy getirisi de kalmamıştı… Daha da önemlisi gerçek sol güçlerin önünü kesme işlevine ihtiyaç kalmamıştı… Çünkü sol ağır bir yenilgi yaşamıştı… Emekçilerin nefes boruları kesilmişti… 12 Eylül faşist askeri darbe toplumsal muhalefeti susturmuş,emekçilerin değerleriyle oynamış siyasal iklim değişmişti… Artık emekçileri geniş halk kitlelerini etkileyen sloganlar ne yazık ki ezilmişliğe ve sömürüye karşı çıkan, adalet ve özgürlük isteyen talepler değildi… Şimdi Kürt Sorunu’nda demokratik-siyasal çözüm talebine karşı ezen ulus milliyetçiliğinin pompalanması zamanıydı… Şovenizm sonuna kadar kullanılıyor emekçiler zehirleniyordu. Oluşturulan yeni iklimde bölücülük ve irtica kavramları etrafında fırtına koparılarak, milliyetçilik körüklenerek kitleler etkileniyor, esir alınıyordu… Karşı çıkanlara saldırılar düzenleniyor linç edilmeye çalışılıyordu… Oluşturulan atmosferde hamasi nutuklar eşliğinde IMF ve dünya bankasının Uluslar arası emperyalist güçlerin emirleri bir bir yerine getiriliyordu… Emekçilerin kazanımları teker teker ellerinden alınıyordu… Özelleştirme ve taşeronlaştırmayla işçiler örgütsüzleştirilip susturuluyordu… Devlet güdümlü konfederasyonlar da sesiz kalıyorlardı… Grevli TİS hakkı isteyen, demokratik hak ve özgürlükleri için direnen kamu emekçilerine ise sahte sendika yasası dayatılıyordu… Kamu emekçilerini bölmek için ırkçı-dinci temelde devlet güdümlü örgütlenmeler yaratılıtıyordu… Cezaevlerinde katliam yapılarak F tipi hücrelerle siyasi tutuklular tecrite konuyordu… Tecride karşı güçlü bir iradeyle mücadele veren, bedenlerini siper eden onurlu güçlerin sesleri boğuluyordu… Bu ve benzeri gelişmeler olurken Ecevit iktidardaydı… Ecevit’in ortama uyduğunu sorumlunun sadece derin devlet olduğunu söylemek kendisini küçümsemek olur… Bu ortamın oluşumunda ciddi katkıları vardı… Bu katkılar kendisinin özde değişmediğini, “halkçı” özelliğinin biçimsel olduğunu gösteriyordu…  

Ecevit toprağa verilirken bir film şeridi gibi olan biteni düşünmemek mümkün değildi…  

  

Sayı : 2006 12