Yetenekli ve mesleklerinde çok başarılı kadınlar Jülide (Kural) ve Leyla (Kılıç)
Bu yazıda mesleklerinin zirvesindeki iki kadından bahsetmek istiyorum: Jülide Kural ve Leyla Kılıç… İkisi de mesleklerinde çok başarılı, yetenekli ve güçlü Çerkes kadınları… Biri tiyatro sanatıyla, diğeri sanatını konuşturduğu el emeği göz nuru yemekleriyle pek çok kişinin hayatına dokunuyor. Yolları açık olsun…
*Freie Universität, Berlin
Jülide Kural çok yetenekli bir tiyatrocu. Onunla son oyunu “Ben Rosa Luxemburg” sayesinde geç de olsa tanıştım, bundan sonra tüm oyunlarını izlemek için dört gözle bekleyeceğim. 20 Ocak 2024’te Omayra’nın (Devrimci İşçi Sendikaları Federasyonu-DIDF) davetlisi ve organizasyonu ile Berlin’e gelen Jülide Kural, tiyatrosunun adı olan “Ateş” gibi bir oyunu harika bir performansla gerçekleştirdi. Rosa Luxemburg gibi güçlü bir kadını, bu kadar güzel bir performansla oynamak kolay değil. Üstelik oyunun hem yazarı, hem yönetmeni ve hem de tek oyuncusu; tabii ki oyunu hazırlayan kocaman bir ekiple çalışıyor. 70 dakika boyunca Jülide Kural, Rosa Luxemburg’un politik mücadelesi, bu mücadele için yaptığı seyahatler, hapishanelerde yaşadıkları, 1917 Devrimi öncesi Lenin’le ayrışmaları hatta istenmeyen kişi ilan edilmesi ve buna rağmen devam eden mücadelesini sanki o anda yaşanıyormuş gibi seyirciye aktarabiliyor…
Oyunda Rosa Luxemburg’un eğitim ve politik yaşamı nedeniyle yaptığı seyahatlerde gittiği belli başlı kentleri gösteren bavulların kiminin üzerinde Berlin, kiminde Zamosch, kiminde ise Paris, Varşova veya Zürih yazıyor. Bu bavullar Rosa’nın hayatındaki istasyonları temsil ederken, örneğin ülkesi Polonya’da kadınlar üniversitede okutulmadığı için Zürih’e gidişi ve sadece üniversiteyi değil doktorayı da bitirişi, Jülide’nin (Kural) kostüm dolabı görevini de görüyor. Her seyahat öncesi gideceği kenti gösteren bavulu açarak içinden çıkan aksesuarlarla yeni kıyafetine bürünerek oyununa devam ediyor. Bavulların birinden hoş bir şapka, diğerinden hoş bir fular ya da Rosa Luxemburg’un eleştirel bir yazısı çıkabiliyor. Jülide Kural canlandırdığı karakterle o kadar bütünleşmiş ki, onun 5 yaşında kırılan ve alçıya alınan ancak kalça kırığı nedeniyle düzelmediği için aksayan sağ bacağını oyun boyunca hiç unutmuyor. Rosa’nın uğradığı istasyonların isimlerini taşıyan bavulları taşırken, sağ bacağını sürükleyerek sahnenin bir köşesinden diğerine koşturuyor, seyirciye yaklaşıyor ya da sahnenin arkasına yürüyor, bazen de bavulların üzerine çıkarak onları ateşli konuşmalarını yapmak için kullanıyor.
Devrimci, karizmatik ve politik bir kadının hayatındaki aşkların da oyunda anlatılması insana dair güzel bir özelliği hatırlatıyor… Örneğin Rosa’nın büyük aşkı ve yoldaşı Gustav Lübeck’le Berlin’e yerleşmesi ve daha sonra ayrı düşmesinden de bahsediliyor.
Son bölümde ise Rosa Luxemburg’un 1. Dünya Savaşı sonrası artan milliyetçilikle ilgili eleştirileri dolayısıyla Alman Sosyal Demokrat Partisi’nden ihracı, Karl Liebneck ile birlikte kurduğu ve daha sonra Almanya Komünist Partisi’ne dönüşecek “Spartakistler” ve Alman devletine yönelik şiddetli eleştirileri nedeniyle hapse atılması… Hapisten çıktıktan sonra Adolf Hitler’e yakınlığıyla bilinen hükümetin emriyle, Karl Liebneck’le birlikte bulundukları otelden alınıp, bayıltılıp öldürülerek Landwehr Kanalı’na atılmaları… Oyunda kanala atıldıktan sonra bile Rosa’nın düşüncelerinin dile getirilmesi, sanki o an ölmemiş ve yanınızdaymış hissini veriyor.
Günümüzde Berlin’de bu kanal üzerinde Rosa Luxemburg’un adını taşıyan bir köprü, Tiergarden’da Karl Liebneck adına bir anıt, ayrıca her ikisi ve tüm devrimciler adına kurulmuş anıt mezarlık var. Her yıl onların ölüm yıldönümü kabul edilen 15 Ocak’ta anma yürüyüşleri ve anıt mezarda törenler yapılıyor, bütün mezarlık karanfillerle donatılıyor. Bu yılki törenlerin sonuna yetişebilsem de aşağıdaki fotoğrafı çekebildim, anıtın üzerinde “Ölüler bize hatırlatıyor” yazıyor.
Ayrıca Rosa Luxemburg’un adını taşıyan vakıf pek çok eleştirel araştırmaya ve araştırmacıya ev sahipliği yapıyor. Yine bir köşesinde Halk Sahnesi, diğer köşesinde benim de müdavimlerinden olduğum Babylon Sineması’nın yer aldığı Rosa Luxemburg Meydanı’na gittiğinizde sarı metallerle yerlere onun sözlerinin kazındığını görürsünüz. Büyük bir soykırım uygulamış olan Almanların bir özelliği de tarihte yaptıkları kötülüklerden utanç duyarak onunla yüzleşme çabaları…
Oyun sonrasında Jülide Kural salondaki tüm kadınları sahneye davet etti ve katılanlarla toplu bir fotoğraf da çektirdik. Ertesi günkü oyununa yetişmek için aceleyle tren istasyonuna gitmeden önce kendisiyle çok kısa bir sohbet etme şansım oldu. Bu yetenekli sanatçıyla tanışmak onur verici. “Ben Rosa Luxemburg” Kadıköy’deki Ateş Tiyatrosu’nda oynamaya devam ediyor, gitmenizi şiddetle öneririm.
Ateş Tiyatrosu: https://www.tekperde.com/ben-rosa-luxemburg-ates-tiyatrosu/
Bu yazıda bahsedeceğim ikinci güçlü ve yetenekli kadın ise Leyla Kılıç. Kendisi Beyoğlu Kallavi Sokak’taki Fıccın Restaurant’ın (Çerkes ve Anadolu Mutfağı) kurucularından. Nefis yemekleriyle gerek Jineps okurları ve farklı sivil toplum örgütlerinden aktivistlerin, gerekse Beyoğlu’nun yerleşik halkı ve müdavimleri ile pek çok gazeteci, meslek erbabı, öğrenci ve sanatçıların uğrak yeri… Benim ve benim gibi yurtdışında yaşayan pek çok İstanbulsever için gidildiğinde uğranılacak, arkadaş ve kuzenlerle buluşulacak, kendimizi evimizde hissettiğimiz ve annemizin yemeklerinin tadını bulduğumuz bir mekân… Leyla ve kardeşi Süheyla’yı uzun süredir tanıyorum. Bu yazıda Beyoğlu’ndaki Fıccın’ı değil, Berlin’deki Maksim Gorki Tiyatrosu’nun mutfağında Fıccın’ın yemeklerinden yaparak, başta tiyatro emekçileri ve yöneticileri, tiyatroda etkinlikler hazırlayan gazeteci, sanatçı ve entelektüeller ve Leyla’nın dost ve yakınlarının gönüllerini fethini anlatacağım.
Temmuz başında İstanbul Berlin uçağından inip pasaport sırasında beklerken, arkadan adımın seslendiğini duyup döndüğümde karşımda Leyla Kılıç’ın gülümseyen yüzünü gördüm. Aynı uçaktaymışız, birlikte pasaport kontrolüne ilerlerken sohbete başladık. Berlin Maksim Gorki Tiyatrosu’nun sanat yönetmeni/genel müdürü Shermin Langhoff’un davetlisi olarak Berlin’e gelmiş. Langhoff gazeteci ve yayıncı iken, aralarında Fatih Akın’ın “Duvara Karşı” projesinin de olduğu pek çok çalışmada yer almış. 2013’ten beri de Maksim Gorki Tiyatrosu’nda. Leyla’yla pasaport kontrolünden geçerek valizlerimizi beklemeye başladık. Kocaman valizlerini görünce “Bu kadar ne taşıyorsun” diye takıldım. İki gün sonra yemek organizasyonu olduğunu ama pek çok malzemeyi, acıka dahil burada bulamayacağı ve kısa sürede edinemeyeceğini düşünerek yanında getirdiğini, getiremediklerini de Berlin’den tamamlayacağını söyledi. İçimden ‘Umarım gümrük memurları bizi durdurup malzemelere el koymazlar’ diye geçirdim çünkü ara sıra yapıyorlar, kime denk gelirse… Neyse ki kazasız belasız gümrükten geçtik. Ayrılırken Leyla beni etkinlik için Maksim Gorki Tiyatrosu’na davet etti.
Cuma günü davete gitmeden önce, en güzel hediye evdeki Çerkes peynirinden biraz götürmek diye düşünmüştüm, iyi de oldu ama yeterli değildi. Gittiğimde Leyla sabahtan beri mutfakta çalışmış, son düzenlemelerini ve süslemelerini yapmakla meşguldü Diğer taraftan tiyatronun bahçesinde güzel bir sofra kurulmuştu. Davetlilerin çoğunluğunu Maksim Gorki Tiyatrosu’nun sanatçıları, küratörleri, gazeteciler ve politikacılar oluşturuyordu. Ayrıca benim gibi Leyla’nın davetlisi olup Berlin’de yaşayan akademisyen, öğrenci ya da yolu Fıccın’dan geçmiş, hatta düğün yemeklerini Fıccın’da yapmış bir çift de vardı. Davetliler gelirken güzel çiçekler ve küçük hediyeler getirmişlerdi. Tahmin ettiğim gibi Leyla Çerkes peynirini taşıyamamış ama bir arkadaşından rica etmişti, o da yemek öncesinde yetişti ve peynir kızarmış haliyle sofrada yerini aldı…
Tüm davetlilere servis yapılıp ilk açılıştan sonra söz sırası Leyla’ya geldiğinde yemekleri kısaca tanıtıp ev sahibine ve davetlilere teşekkür ederken, Maksim Gorki Tiyatrosu’nun mutfağını işleten ve kendisine açan çifti de unutmadı. Yemekte neler yoktu ki… Favadan tutun da fesleğenli enginara, acıkalı Çerkes tavuğundan Çerkes mantısına [psıhalive], kızarmış Çerkes peynirine kadar… Davetlilerin bir kısmı yıllardır İstanbul’a gidemediklerini, Leyla’nın yemekleriyle Berlin’de bir İstanbul esintisi yarattığını söyleyerek memnuniyetlerini dile getirdiler. Tabii ki sonra kavanozlarda kalan acıkadan ben de nasiplendim. Ocak ayında İstanbul’a gittiğimde arkadaş ve kuzenlerimle buluşma yerimiz yine Fıccın’dı, başka bir etkinlik için Londra’ya giden Leyla’yı göremesek de kardeşi Süheyla bizi en güzel şekilde ağırladı.
Fıccın: https://www.ficcin.com/