Bağımsızlık Demokrasi Özgürlük Eşitlik Birlik

Politik olmak ya da olmamak… 44’üncü yılında YÖK: Üniversite aslında kimin? – 2. Bölüm

Yükseköğretim Kurulu yani bildiğimiz adıyla YÖK, 44 senedir hayatımızda. 6 Kasım 1981 yılında kurulan YÖK, 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrası kurulan Milli Güvenlik Konseyi tarafından hazırlanan yükseköğretimi askeri hükümetin fikirlerine göre yeniden düzenleyen 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu uyarınca kuruldu. Artık 1961 Anayasası ile üniversitelere tanınan özerklik ortadan kalkmıştı, tüm yükseköğretim kurumları tek kuruluşa bağlıydı. Sahip olduğu geniş yetkiler o günlerde tartışma konusu haline gelmişti. Akademik ve idari pozisyonlar yeniden tanımlanmış, atama usulleri yeniden planlanmıştı.

Üniversitelerin başına getirilen bu denetim ve karar mekanizmasının ardındaki başlıca neden öğrenci hareketinin üniversitelerdeki ve Türkiye’deki devrimci mücadeledeki rolüydü. Sosyalist düşüncenin farklı fraksiyonlarına ait devrimcilerin ve ideologların yolunun kesiştiği yerler kampüslerdi. Amfiler, bahçeler nice mücadeleye tanık olmuştu. Aile evinden ayrılan ve yetişkinliğe adım atan gençlerin sorduğu, sorguladığı ve bilimle tanıştığı üniversiteler her anlamda özgürlüğün ve özgür düşüncenin alanıydı. Bu da darbe yönetimi için anarşi demekti. Üniversitelerdeki özerklik bozulmadıkça sorgulayan ve hesap soran bir kuşak daha yetişecekti.

Akademinin tahribatının mimarlarından biri de İhsan Doğramacı’ydı. Hacettepe Üniversitesi’nin kurucusu olan Doğramacı, 1960’lardan itibaren yükseköğretim politikalarıyla ilgilenmiş hem ulusal hem uluslararası düzeyde tanınan bir akademisyendi. YÖK Yasası’nın hazırlanmasında başrol oynaması, onun yeni sistemin doğal uygulayıcısı haline gelmesini sağladı. 1981’de YÖK Yasası’nın yürürlüğe girmesinin ardından dönemin Devlet Başkanı Kenan Evren, İhsan Doğramacı’yı ilk YÖK Başkanı olarak atadı. Bu atama herhangi bir seçim süreciyle değil, doğrudan askeri yönetimin kararıyla yapıldı. Doğramacı, 1981’den 1992’ye kadar yaklaşık 11 yıl boyunca bu görevi sürdürdü.

90’lı yıllara geldiğimizde YÖK’ün baskıları had safhaya yükselmişti. Amacı öğrenci hareketini baskılamak olan kurum, getirdiği yaptırımlarla apolitik öğrencileri bile politikleştirmişti. 6 Kasım 1996 YÖK eylemleri, Türkiye’de üniversite öğrencilerinin YÖK ve onun temsil ettiği merkeziyetçi, otoriter üniversite sistemine karşı yürüttüğü en kitlesel protestolardan biri olarak tarihe geçti. Öğrenciler, “Üniversiteler Bizimdir” diyerek hem YÖK’ün varlığına hem de üniversitelerdeki polis şiddetine, harç zamlarına ve özgürlük kısıtlamalarına karşı ses yükseltiyordu.

6 Kasım 1996’da YÖK’ün kuruluş yıldönümünde Türkiye’nin birçok ilinde üniversite öğrencileri sokağa çıktı. İstanbul, Ankara, İzmir, Eskişehir, Diyarbakır, Trabzon ve Adana gibi şehirlerde binlerce öğrenci yürüyüş ve oturma eylemleri düzenledi. Öğrenciler “YÖK kalkacak, polis gidecek, üniversiteler bizimle özgürleşecek” sloganları atıyor, pankartlarda “YÖK’e, harçlara, baskılara hayır” yazıyordu. Polis müdahaleleri sertti; birçok şehirde öğrenciler gözaltına alındı ve eylemler şiddetle bastırıldı. Ancak bu baskıya rağmen 6 Kasım eylemleri, 1990’ların gençlik hareketinin en güçlü simgelerinden biri haline geldi.

1990’lardan itibaren özellikle sol, sosyal demokrat ve özgürlükçü partiler YÖK’ün kapatılmasını savunmuştur

YÖK’ün kaldırılmasını ya da köklü biçimde reforme edilmesini isteyen siyasetçiler, Türkiye’nin farklı dönemlerinde ve farklı siyasi geleneklerinden gelse de ortak bir noktada buluşmuşlardır: YÖK’ün üniversite özerkliğini ortadan kaldırdığı ve merkezi bir vesayet organına dönüştüğü eleştirisi. 1990’lardan itibaren özellikle sol, sosyal demokrat ve özgürlükçü partiler YÖK’ün kapatılmasını savunmuştur. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), çeşitli dönemlerde hazırladığı yükseköğretim reform taslaklarında YÖK’ün yerine üniversitelerin kendi kendini yöneteceği özerk bir kurul modelini önermiştir. Demokratik Sol Parti (DSP) de 1990’larda “YÖK’süz üniversite” söylemini benimsemişti.

2000’li yıllarda Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) de YÖK’ü “askeri vesayet döneminin ürünü” olarak tanımlayarak kaldırmayı vaat etti. Ancak iktidara geldikten sonra YÖK’ü kaldırmak yerine, kendi politik çizgisine uygun biçimde dönüştürdü ve kadrolaşma aracı haline getirdi. Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve çeşitli liberal çevreler de zaman zaman YÖK’ün yeniden yapılandırılması gerektiğini savundular.

YÖK’ün bugününe geldiğimizde ise bizi her geçen gün artan üniversite ve diplomalı işsiz sayısı ile düşüşe doymayan akademik özgürlük yüzdeleri karşılamaktadır. 2023 verilerine göre hazırlanan Akademik Özgürlükler Endeksi (Academic Freedom Index-AFI) raporlarına göre, Türkiye’nin AFI skoru geçen 10 yıl içinde giderek azalarak 0.09 değerine düşmüştür (0 en kötü, 1 en iyi). Bu puanla Türkiye, 179 ülke arasında akademik özgürlüklerin en çok kötüleştiği 10 ülke arasında ve en alt yüzde 10’luk dilimde yer almaktadır. Diğer bir gösterge olan Hukuk Devleti Endeksi’nde ise Türkiye’nin ortalama puanı 2015’te 0.46 iken, 2023’te 0.41’e düşmüş ve sıralamada 142 ülke arasında 117. sıraya gerilemiştir. Akademik niteliğe yönelik uluslararası göstergelere bakıldığında ise 2023-2024 URAP Dünya Sıralaması’nda Türkiye’den ilk 500’e giren üniversite bulunmamaktadır, ilk 1.000’e giren üniversite sayısı ise 2012’de 20 iken şu an 9’a düşmüştür.

Tüm bunlara rağmen üniversiteliler 6 Kasım’da çeşitli eylemlerle sokaklarda olmaya, kampüslerinden “YÖK’e Hayır!” sloganlarını atmaya devam ediyorlar. Artan baskı ve şiddet mekanizmalarına, geleceksizlik ve güvencesizliğe karşı duran üniversiteliler ülkenin dört bir yanında özgür ve özerk üniversiteyi savunmaya devam ediyorlar. Bu kararlılık, yükseköğretimdeki kurumsal çürümeye, siyasi vesayete ve akademik liyakat krizine karşı bir direniş odağı oluştururken, aynı zamanda üniversitelerin sadece birer eğitim kurumu değil, aynı zamanda demokratik taleplerin ve toplumsal muhalefetin de canlı merkezleri olma misyonunu YÖK’ün tüm engellemelerine rağmen sürdürdüğünü bizlere göstermektedir.

Yazarın Diğer Yazıları

Hişt, hişt!* Yuvayı bozan dişi kuşlar

1999 yılında Birleşmiş Milletler tarafından 25 Kasım “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” olarak ilan edildi. Tarihin 25 Kasım olması Dominik Cumhuriyeti’nde diktatörlüğe...

Bir kişi daha eksilmemek için kurulacak feminist bir Boğaziçi var

Merve Altıntaş Capra 30 Ağustos 2025 Cumartesi tarihinde Boğaziçi Üniversitesi Güney Kampüsü’nde 15 yaşındaki Hilal Özdemir 20 yaşındaki Ayberk Kurtuluş tarafından katledildi. 24 ayrı suç...

Politik olmak ya da olmamak… 2025 Türkiye’sinde tüm mesele bu – 1. Bölüm –

Merve Altıntaş Capra Türkiye’de bu yıl 21-22 Haziran’da yapılan Yükseköğretim Kurumları Sınavı’na (YKS) 2 milyon 560 bin 640 aday katıldı. Barajı geçenler arasında 1,1 milyon...

Sosyal Medyalarımız

4,890BeğenenlerBeğen
1,353TakipçilerTakip Et
4,000TakipçilerTakip Et

Son Yazılar

- Advertisement -spot_img