Kumakhova Zairat Khasanbievna*
Kuzey Kafkasya, ataerkil ve geleneksel yapısıyla her zaman öne çıkmıştır. Yazarlar, gezginler ve etnograflar yüzyıllar boyunca Kafkasya kadınlarının yaşamlarının kendine özgü özelliklerine odaklanmışlardır. Kafkasya ile ticaret ilişkileri kurmaktan halkının tarihini ve günlük yaşamını incelemeye kadar çeşitli nedenlerle bu bölgeye gelen Avrupalı gezginlerin günlükleri ve anıları, Çerkes kadınının sosyal konumu, toplumdaki statüsü ve kendisine yüklenen sosyal rollerin incelenmesine katkılarda bulunmuştur. Bu makale, yukarıda belirtilen kaynakları kapsamlı bir şekilde inceleyip sınıflandırmayı ve Adige kadınlarının yaşamlarının hangi yönlerinin yabancı araştırmacıların dikkatini çektiğini belirlemeyi amaçlamaktadır.
Materyaller ve yöntemler: Kuzey Kafkasya’yı çeşitli dönemlerde ziyaret eden yabancı yazarlar, önemli bilgiler bırakmışlardır. Bu bilgiler; denemeler, notlar, anılar, gezginlerin kişisel günlükleri, mektuplar ve raporlar şeklinde sunulmuştur. Bu makalede atıfta bulunulan belgelerin kapsamı kronolojik olarak 17-19. yüzyıllarla sınırlıdır. Bu çalışmalar, Adige kadınlarının geleneksel toplumdaki statüsüne, aile ve evlilik kurumundaki konumlarına, mülkiyet ve miras haklarına önemli ölçüde dikkat çekmektedir.
“Geleneksel Adige toplumunda, çocuk yetiştirme sürecine ve yöntemlerine yaklaşımlar cinsiyete göre farklılık gösterirdi”
Geleneksel toplumda Çerkes kadınlarının statüsüne ilişkin yabancı yazarların eserlerine dayanan araştırmaların ortaya koyduğu temalar şu şekilde sınıflandırılabilir:
1) Ataerkil bir Çerkes ailesinde bir kız çocuğun doğumuna yönelik tutumlar, yetiştirilme yöntemleri, sosyalleşme süreçleri;
2) Genç bir kızın, genç erkekler de dahil olmak üzere, hareket ve iletişimde sahip olduğu özgürlük derecesi ve gelecekteki eşini bağımsız olarak seçebilme hürriyeti;
3) Evli bir kadının aile içindeki statüsünün dönüşüm koşulları, eşi ve hane halkı üzerindeki etki derecesi;
4) Kadınların atalık kurumu, kan davalarının uzlaştırılması ve akrabalık kurulması gibi sosyal ilişkilerdeki düzenleyici işlevleri;
5) Çerkes kadınının akrabası olmayan erkeklerle iletişim kurmada sahip olduğu özgürlük derecesi.
Geleneksel Adige toplumunda, çocuk yetiştirme sürecine ve yöntemlerine yaklaşımlar cinsiyete göre farklılık gösterirdi. Bu farklılıklar, bebek doğduğu andan itibaren şekillenirdi. Çerkesler arasında yaklaşık üç yıl yaşayan İngiliz ajan James Bell, erkek çocukların doğumu onuruna düzenlenen kutlamaları şöyle anlatır: “Erkek çocukların doğumu için görkemli törenler düzenlenirken, kız çocukların doğumu için hiçbir kutlama yapılmaz. İlk ve sonraki erkek çocukların doğumlarında da aynı tören tekrarlanır, ancak ne yazık ki bir kız çocuğun doğumu için bu asla gerçekleşmez” (2, s. 518).
Bir diğer yazar, Alman doğabilimci Karl Koch, bu bağlamda, kız çocukların doğumu onuruna bazı kutlamalar yapıldığını, ancak büyük ölçekte olmadığını ve çoğu durumda yalnızca prens ailelerinde yapıldığını açıklamıştır (7, s. 585).
Çerkes ailelerinde kız çocukların yetiştirilme süreci hakkında bilgi çok ayrıntılı değildir; ancak, 17. ve 19. yüzyıl Batı Avrupalı yazarların eserlerinde bazı bilgiler bulunmaktadır. Örneğin, Yohann F. Blaramberg, sadece erkek çocukların değil, aynı zamanda prens ailelerinin kızlarının da yetiştirilmek üzere atalıklara verildiğini belirtmiştir (3, s. 160).
Diğer yazarlar da bir kızın başka bir aileye verilerek büyütülmesi geleneğine dikkat çekmişlerdir (5, s. 145).

Genç Çerkes kadınlarının hayatlarını anlatan hikâyeler, 17. ve 19. yüzyıllar arasındaki Avrupalı yazarların eserlerinde oldukça yaygındır. En büyük ilgi kızların dış görünüşlerine, giyimlerine ve davranışlarına gösterilmektedir. Bir kızın dış görünüşüne dair notlar, onun sosyal statüsünü tanımlamada önemli bir rol oynamadığını düşündürebilir, ancak Çerkes kadınları için durum böyle değildir. Güzellik unvanını kazanan bir kız, Adige toplumunda üst düzeye yükseltilir ve taliplerinden yüksek taleplerde bulunabilirdi. James Bell’in tanıklığı bunu göstermektedir: Batıdaki bir Çerkes köyünde, Zazioku ailesinden bir kız hakkında, onun olağanüstü güzelliği ve reddettiği birçok talibinin kaderiyle ilgili bir şarkı duymuştur (2, s. 465). İlginç bir şekilde, bu şarkı o sırada zaten evli olan bir kadına ithaf edilmiştir. Daha önceki kaynaklar da güzellikleriyle ünlenenlere duyulan yaygın hayranlığı ve popülaritelerine yöneltilen saygıyı belgelemektedir. 17. yüzyıl ortalarında yaşamış bir tarihçi, kavga eden eşler arasında geçen sitemleri bile şöyle aktarır: “Daha az çirkin olsalardı ve bazı kusurları olmasaydı, şu andakinden daha fazla hayranları olurdu” (13, s. 81). Dolayısıyla, güzelliğin Adige toplumunda bir kadının statüsünü yükseltmek için bir araç olduğu açıktır.
“Eşini sadece geceleri veya son derece gizli bir şekilde görebilecektir, çünkü eşiyle birlikte toplum içinde görünmek bir tür onursuzluk olarak kabul edilir”
Evli kadınların statüsü, Avrupalı gezginler için en büyük ilgi odağıydı; özellikle eşler arasındaki ilişkiler ve ailede kadının otoritesi meselesine özellikle dikkat çekiliyordu. Kaynaklara göre, Adigelerin günlük yaşamını dışarıdan gözlemleyenler için en ilgi çekici konu, eşler arasındaki kaçınma gelenekleriydi. Hemen hemen her yazar, anlatılarında bunlardan bahseder. P.S. Pallas, 18. yüzyılın ikinci yarısındaki Çerkes yaşamına dair gözlemlerinde, “Bir erkeğin genç eşini uzun süre gizlice, odasının penceresinden tırmanarak ziyaret etmesine” şaşırdığını ifade eder (11, s. 222). Blaramberg, Çerkesler arasındaki kaçınma geleneğini daha ayrıntılı olarak anlatır: “Ertesi gün şafak vakti (düğün sonrası), damat, eşini terk eder. Gelin, eşinin kendisi için konut olarak inşa ettiği ayrı bir eve taşınmak zorunda kalır. Artık, eşini sadece geceleri veya son derece gizli bir şekilde görebilecektir, çünkü eşiyle birlikte toplum içinde görünmek bir tür onursuzluk olarak kabul edilir. Gündüz tesadüfen karşılaşırlarsa, hemen ters yönlere giderler” (3, s. 162).
James Bell, hasta bir kadının tedavisiyle ilgili eşinin müdahil olamamasına dair ilginç bir açıklama yapar: “Hizmetçim bana, bir erkeğin, eşinin odasında neler olup bittiğini bilmemesi gerektiğini söyledi. Eşinin hastalığı döneminde bir erkeğin odaya girmesi veya tedavisine müdahale etmesi, yerleşik tüm kurallara tamamen aykırıdır. Bir erkek, eşinin kaderi için endişelenirse, bu onun adına aşırı bir korkaklık olarak görülürdü” (2, s. 499).
Ancak Bell, bu geleneği, kişinin içsel deneyimlerini yansıtmayan görgü kurallarının dışavurumu olarak görüyordu. Bu, hikâyesinin devamından açıkça anlaşılıyor: “Ona eşinin (bu arada, oldukça güzel bir kadın) maruz kaldığı tehlikeden bahsederken gözleri doldu ve zoraki bir kahkaha, birkaç yersiz söz, yaşadığı içsel mücadelenin tüm şiddetini ortaya koydu” (2, s. 499).
Bu olayların da gösterdiği gibi hem geleneksel olarak hem de modern zamanlarda hâlâ yaygın olan eşler arasındaki kaçınma gelenekleri, bir bireyin kişisel alanının sınırlarını bir dereceye kadar çiziyordu ve yabancıların bu sınırların ötesine girmesine izin verilmiyordu. Bu kısıtlamalar, öncelikle bireyselliklerini başkalarına ifade etmelerini sınırlıyordu. Belki de çoğu durumda buna değmişti. Avrupalı yazarlar, kaçınma geleneklerini genellikle “tıpkı birbirlerine ait olma hayali kuran âşıkların yaşadıkları zorlukların, genellikle yanılsamalarının uzamasına katkıda bulunması gibi, eşler arasındaki aşkın saltanatını uzatmak için icat edilmiş” olarak algılamışlardır (3, s. 162).
Evlilik ve aile konusu, zina gibi bir boyutu da içeriyordu. Geçmiş yüzyılların yazarları, sadakatsiz eşlere uygulanan ceza türlerini anlatan çeşitli vakalara atıfta bulunurlar. Örneğin, Taitbout de Marigny, bazı erkeklerin kadınları fiziksel olarak cezalandırabildiğini yazmıştır: Dayak veya sakatlama, eşlerinin burunlarının veya kulakmemelerinin ucunu kesme gibi. Ancak fiziksel şiddet gerçek anlamda erkeksi bir davranış olarak kabul edilmiyordu; bu nedenle, örneğin sadakatsiz bir eş satılabiliyordu. Marigny ayrıca, eşinin ailesinin talep edebileceği ciddi para cezasından çekinmelerinden dolayı çok az erkeğin bu kadar sert önlemlere başvurduğunu da açıklıyor (14, s. 69).
Jean-Baptiste Tavernier, eşini sevgilisiyle yakaladıktan sonra bile evden çıkıp bundan hiç bahsetmeyen bir erkeğin “nezaket”i hakkında tamamen zıt ifadeler aktarıyor (13, s. 77). Kadının davranışlarıyla ilgili tipik kısıtlamaya dair bir başka kanıt türü de 19. yüzyıl kaynaklarında yer almaktadır: “Erkek, aile çevresinde kendisini cezalandırır ve ona yeterince ilgi göstermediği için suçu üstlenir” (7, s. 588).
Adige kadınlarının evlilik, aile ve toplumdaki statüleri, Avrupalı yazarlar tarafından erkek misafirlere karşı davranışları üzerinden anlatılmaktadır. İletişim özgürlüğünü yansıtan birkaç görgü tanığı anlatımı sunuyoruz. 1630’larda Adam Olearius, Çerkes kadınları için “Bizi evlerine bile davet ettiler” diye yazmıştır. “Şu gelenekleri olduğunu söylerler: Yabancılar eşlerini ziyarete gelirse, kocalar gönüllü olarak ayrılır ve misafirlerin eşleriyle sohbet etmesine izin verirler” (10, s. 84). Ancak aynı Olearius, “Kadınların yine de eşlerine sadık olduklarını ve başkalarıyla cinsel ilişkiye girmediklerini” de kabul etmiştir (10, s. 84). Jan Janszoon Struys’un (1660’ların sonları) notları bu kaynakla neredeyse aynıdır: “Onlar (Çerkes kadınları) çok sosyal ve misafirperverdir. Yabancının siyah ya da beyaz olmasına bakmaksızın iltifat görmeye çok isteklidirler ve hatta orada bulunan eşleri bile hoşnutsuzluk göstermez. Halkımızdan bazıları onlarla şakalaşmaya başladı, hatta bazen onlarla daha yakın ilişkilere girdiler; ancak daha fazlasını yapmak isteyen herkes geri çekilmek zorundaydı” (12, s. 102). “Evlerinde ziyaretçi ağırlamayı severler, öyle ki eğer bir misafir bir soylu veya tüccarsa, ev sahibi ona her türlü nezaketi ve onuru gösterir. Kızları, hatta en soylu ve güzel kızlar bile, misafirden saklanmaz, elini öper ve kıyafetlerini temizlemeye özen gösterirler” (4, s. 64).
17. yüzyılın ilk yarısında Kefe’deki Dominik misyonunun valisi olan Giovanni Lucca, Çerkeslerin yaşamını yakından tanıyordu ve Adigelerin misafirperverliğine hayran kalmıştı: “Kızlar misafirlere yüzleri açık bir şekilde hizmet eder ve ayaklarını yıkarlar” (9, s. 71).
1711-1712 yıllarında Çerkes topraklarında seyahat eden Abri de la Motrais, yerel halkla karşılaşmasını anlatmış ve diğer ayrıntıların yanı sıra evin hanımı ve kızlarının kendisine gösterdiği ilgi ve özeni kaydetmiştir (1, s. 131).
Adige kadınlarının erkeklerle karşılıklı etkileşimlerindeki bağımsızlıkları, toplumsal katmanlaşma açısından ilgi çekicidir. Burada temsil edilen şey, (yazarlardan yapılan alıntılar bize kadınların iffetliliğini garanti etmektedir) özgürlükten ziyade, özel hayatta erkekler ve kadınlar arasında karşılaştırmalı eşitliğin incelikli işaretleridir ve cinsiyet ilişkilerinde katı bir gücün veya kadınların açıkça bastırılmasının olmayışıdır (15, s. 69).
“Kadınların yanında hiçbir cezalandırma ya da intikam eylemi yapılamaz ve özellikle hiçbir cinayet işlenemez; bunlar başka bir zamana ertelenir”
Bell ve Longworth’un eserlerinde bulunan iki hikâye, bir kadının aile içindeki etkisinin kanıtı niteliğindedir. İlki, Bell’in bir süre kaldığı bir Çerkes ailesini anlatır. Bell’e göre, ev sahibinin eşi evdeki her şeyi; eşyayı, insanları ve eşini kontrol ediyordu. Kadının otoriterliği ev halkını o kadar eziyordu ki Bell, ev sahibesini bir “evcil ejderha”ya benzetti ve eşinin sakin ve iyi huylu yapısı nedeniyle değişmesine mahal kalmadığını düşündü (2, s. 515). Longworth, bir başka kadından bahseder; onun da ev üzerindeki otoritesi mutlaktır ve bilgeliğiyle tanınan erkek de eşine boyun eğmektedir. Ancak ilk vakadan farklı olarak Longworth şunu yazar: “Bize rahatlık sağlayabilecek her şeyde sürekli ilgisi hissediliyordu. Bir ev hanımı olarak üstünlüğü apaçık ortadaydı” (8, s. 576).
Kadınların etkisine dair tüm bu kanıtlara rağmen, bu durumun mülk ve ailenin özel alanıyla sınırlı olduğu unutulmamalıdır. Kuzey Kafkasya halklarının kültürlerinde kadınlar, sosyopolitik, hukuki ve ekonomik alanlar da dahil olmak üzere tüm kamusal güç yapılarından dışlanmıştı. Bununla birlikte, kadınların ataerkil toplumda baskın konumlarda bulunan erkeklerin eylemleri ve kararları üzerindeki dolaylı etkisi iyi bilinmektedir (16, s. 271).
Kafkasya’da kadınlara yönelik saygı geleneklerinin varlığına etnografik literatürde yaygınca rastlanmaktadır ve yabancı yazarların metinleri bu tezi doğrulamaktadır: “Onlar (kadınlar), bu halkın ahlaki değerlerinden kaynaklanan önemli bir ayrıcalığa sahiptir; Çerkeslerin kadınlara ait olan savunma ve arabuluculuk hakkına duydukları saygıdan bahsetmek isteriz. Düşmanlar tarafından takip edilen bir erkeğin, bir kadın grubuna sığınması veya bir kadına temas etmesi, dokunulmaz olması için yeterlidir… Kadınların yanında hiçbir cezalandırma ya da intikam eylemi yapılamaz ve özellikle hiçbir cinayet işlenemez; bunlar başka bir zamana ertelenir” (3, s. 165).
*Doçent, Kabardey-Balkar Devlet Üniversitesi Rus Tarihi ve Kafkasya Çalışmaları Bölümü
Kaynak: Vladikavkaz Bilim Merkezi Bülteni. 2019. Sayı 1, s. 34-37
Çeviri: Serap Canbek
1. Абри де ла Мотр. Путешествие господина А.де ла Мотре в Европу, Азию и Африку. // Адыги, балкарцы и карачаевцы в известияx европейских авторов xiii-xix вв. Нальчик: Эльбрус, 1974. с. 119-147.
2. Белл Д. Дневник пребывания в черкесии в течении 1837, 1838, 1839 гг. // Адыги, балкарцы и карачаевцы в известияхx европейских авторов xiii-xix вв. Нальчик: Эльбрус, 1974. с. 458-531.
3. Бларамберг И.Ф. Историческое топографическое статистическое этнографическое и военное описание Кавказа. Нальчик: Эль-Фа, 1999. 403 с.
4. Д’Асколи Э.Д. Описание Черного моря и Татарии // Адыги, балкарцы и карачаевцы в известиях европейских авторов xiii-xix вв. Нальчик: Эльбрус, 1974. с. 61-67.
5. Дюбуа де Монпере Ф. Путешествие вокруг Кавказа у адыгов и абхазов, в Колсиде, Грузии, Армении и Крыму. т. е. 1 Нальчик: Эль-Фа, 2002. 284 с.
6. Клапрот Ю. Описание поездки по Кавказу и Грузии в 1807 и 1808 годах по приказу русского правительства Юлиусом фоном Клапротом, придворным советником его величия императора России, членом Академии Санкт-Петербурга и т. н. д. Нальчик: Эль-Фа, 2008. 317 с.
7. Кокс К. Путешествие по России и на Кавказские земли // Адыги, балкарцы и карачаевцы в известиях европейских авторов xiii-xix. вв. Нальчик: Эльбрус, 1974. с. 585-629.
8. Лонгворт Дж. А. Бог среди черкесов // Адыги, балкарцы и карачаевцы в известиях европейских авторов xiii-xix вв. Нальчик: Эльбрус 1974. с. 531-584.
9. Лукка Д. Описание перекопских и ногайских татар, черкесов, мингрелов и грузин Жака де Люка, монакса Доминиканского. ордена // Адыги, балкарцы и карачаевцы в известиях европейских авторов xiii-xix вв. Нальчик: Эльбрус, с. 68-71.
10. Олеарий А. Описание путешествия в Московию и через Московию в Персию и обратно // Адыги, балкарцы и карачаевцы в известияx европейских авторов xiii-xix вв. Нальчик: Эльбрус, 1974. с. 82-85.
11. Паллас П.С. Заметки о путешествияx в южные наместничества российского государства в 1793 и 1794 гг. // Адыги, балкарцы и карачаевцы в известиях европейских авторов xiii-xix вв. Нальчик: Эльбрус, 1974. с. 214-225.
12. Стрейс Я.Я. Описание города Терки // Адыги, балкарцы и карачаевцы в известиях европейских авторов xiii-xix вв. Нальчик: Эльбрус, 1974. с. 99-102.
13. Таверна Ж.Б. Шесть путешествий // Адыги, балкарцы и карачаевцы в известиях европейских авторов xiii-xix вв. Нальчик: Эльбрус, 1974. с.73-81.
14. Тебу Де Марини. Путешествие по Черкесии. Нальчик: Эль-Фа, 2002. 284 с.
15. Текуева М.А. Мужчина и женщина в адыгской культуре: традиции и современность. Нальчик: Эль-Фа, 2006. 260 с.
16. Текуева М.А. Повседневная жизнь женщины в адыгском традиционном обществе // Женский фактор в истории, 2012. в. 271-280.







