Bağımsızlık Demokrasi Özgürlük Eşitlik Birlik

Evimizde gibiydik anavatanda

Geçen iki yıl boyunca arkadaşlarla ne zaman bir araya gelsek 2015 Abhazya gezisinin anılarını hatırladık, zaten fırsat buldukça bir bölgesini gezelim isteği hepimize hakim olduğu için bu yıl Nalçik, Maykop ve Sohum turu yapalım dedik. Nalçik ve Maykop hepimiz için ayrı bir heyecan unsuruydu; binlerce yıldır var olduğumuz toprakları, terk etmek zorunda kaldığımız coğrafyayı görecektik.
Nalçik il durağımız. 25 yıl önce Kabardey’e yerleşen arkadaşlarımız Gupse ve Hüsnü bizi öyle sarıp sarmalıyorlar ki “evimizde gibiyiz” değil “evimizdeyiz” diyoruz. İlk güne Leyla Kafe’de muhteşem bir kahvaltı ve sohbetle başlıyoruz. Üç gün bize eşlik edecek Kabardey şoförümüzle tanışıp yine Gupse-Hüsnü çiftinin mihmandarlığında yola çıkıyoruz, ancak hüzünlüyüz. Suruç’ta yitirdiğimiz Ferdane ve Nartan’ın, onlardan kısa süre sonra kaybettiğimiz Mansur Balcı’nın bahçelerine, umutlarımızı yeniden çoğaltan ‘Nartan’ların bahçesine gidiyoruz. Nalçik’te öğrenciyken gördüğü bu bahçedeki evde ileride yaşamanın düşünü kurmuş Nartan. Mansur da bu düşü, orayı bir gençlik ve kültür merkezine dönüştürerek gerçek kılmak umuduyla yola çıktı. Kafkasya’da, diyasporada çok çaba harcadı projeyi yaşama geçirebilmek için. Halen dekorasyonu devam eden evi dolaşıp, dallardan taşan elma ağaçlarının olduğu bahçeyi geziyor, verandasında oturuyoruz, oradan ayrılmak istemiyoruz.

Nalçik denince akla ilk gelen, parkı. Kilometrelerce uzunluktaki parkta insan bir gününü rahatlıkla geçirebilir. Huzur dolu. Dev ağaçların gölgesinde soluklananlar, kitap okuyanlar, bisikletle gezenler… Biz de bu güzel parka, Nartların lideri Sosruko’nun adıyla anılan tepeden şehri gördükten sonra telesiyejle iniyoruz, koskoca bir gölün üzerinden süzülerek… Sonra şehri gezmeye başlıyoruz. Yaya geçidine ayağımızı bastığımız anda bütün araçlar duruyor, aynı İstanbul! Üstelik yaya geçidi çok sempatik, notalar çizilmiş yola, devamı Kabardinski Caddesi. Araç trafiğine kapalı caddede çocuklar, yürümeyi neredeyse yeni öğrenmiş minikler bile kaykaylar, patenler, bisikletlerle geziyor, renk renk, cıvıl cıvıl. Bankta oturan yaşlı amca, çiçeklerinin arasında balkondan bakan teyze ile cadde, film sahnesi gibi, duvardaki fotoğraflar da bu sahneyi tamamlıyor. O sırada bir müzik duyuyoruz, muhteşem bir ses ve ona eşlik eden koro. Bir binanın önünde çalan pikaptan geliyor müzik. Plağı edinmek istiyoruz ama satılık değil diyerek başka bir plak hediye ediyor genç adam. Sadece Kafkas müzikleri değil, caz, rock her türden plak var arşivinde. Genç takı tasarımcısı Jan’dan söz etmişlerdi, dükkanını ziyaret edip tanışıyoruz, harika işleri var, buraya tekrar gelmeli! Güneş batarken parlamento binasının aksettiği havuzun önündeyiz. Lenin ile fotoğraf çektirmeden olmaz, biraz da sitem ediyoruz tabii… Artık hava karardı, istikamet Leyla Kafe, muhteşem yemekler ve bitmesini istemediğimiz sohbetler….

İkinci günün kahvaltısı Gupselerin köy evinin bahçesinde. Bugüne çok şeyi sığdırmak niyetimiz. Pazarı mutlaka görmeliyiz, e tabii müzeyi de. Çegem Şelalesi ve Mavi Göl muhakkak gezilmeli. İnanamayacaksınız ama hepsini yetiştirip yarım saat gecikmeyle akşam yemeğine yetişiyoruz. Gün boyu doğayla iç içeydik, fırsat buldukça artık aramızda olmayan arkadaşlarımıza kaldırdık kadehlerimizi, bir de gezimize katılamayan arkadaşlarımıza, gece de aynı seremoni devam ediyor, binlerce yıldızın altında…
Bugün büyük gün. Avrupa’nın en yüksek tepesi olarak bilinen Elbruz’a, biz Kafkasyalılar için çok pek çok anlam ifade eden Kaf Dağı’na, Oşhamafe’ye çıkacağız. Simurg efsanesine konu olan, Nart Sosruka’nın tanrıların içeceği şarabı zirvesinden küp ile dökerek insanlara hediye ettiği, yine tanrılardan çalarak insanlara verdiği ateş için zincire vurulan Nesren Jake’yi kurtardığı Oşhamafe… Nalçik’ten araba yolculuğumuz yaklaşık iki saat sürüyor. Baksan Vadisi’nde kimi zaman iyice dikleşen ama sıra sıra ağaçların hiç eksilmediği yol boyunca pek çok Balkar ve Kabardey köyünden, kasabasından geçiyoruz. Mola verdiğimiz kafede ve civardaki diğer kafelerde dağcılar var. Önce iki ayrı bölümden oluşan teleferiğe biniyoruz. Çıktığımız noktadaki manzara nefes kesici. Sonra da tek kişilik telesiyejlere binerek 3780 metreye çıkıyoruz. İnanılmaz bir manzara var ve hava var, yükseklik arttıkça soğumasına aldırmıyoruz. Dağcı olmayanlar genellikle teleferik ya da en fazla telesiyejin çıktığı istasyonlara kadar yol alıyorlar, çünkü daha ötesi hem özel giysiler gerektiriyor hem de mide bulantısı ve baş ağrısına neden olabiliyor. Biz ilk gruptanız ancak tank paleti gibi çalışan römorklu dağ aracını görünce dayanamayıp 4050 metreye kadar ulaşmaya karar veriyoruz.

Açıkta oturuyoruz, yukarıya tırmandıkça hava daha da soğuyor. Önünden geçen her bulutla başka bir renge bürünen Oşhamafe M harfi oluşturan çifte zirvesiyle kimi zaman bulutların arkasına gizleniyor, kimi zaman da bize kendini gösteriyor. Oldukça dikkatli kullanıyor sürücü. Yürüyerek çıkan dağcılarla birbirimize yol veriyoruz. Daha önce buraya gelenlerin çaktığı plaketlerin olduğu tepeciği gösteriyoruz birbirimize, ancak o noktaya yürümek ne mümkün, 4050 metreye geldiğimizde indiğimiz kar aracına birkaç anı fotoğrafı çekip eşsiz manzarayı biraz izledikten sonra tekrar binip dönüşe geçiyoruz.
Zirvedeki bulutlar dönüşümüzde dağıldı, şimdi bir başka türlü Elbruz! Dağlara doğru esen rüzgardan korunmak için cepte ellerimiz. Yine de manzaradan alamıyoruz gözlerimizi. Aşağıya inince güzel bir çorba olsa diyoruz. Çıkıştaki görüntüyü bu kez inişte izlerken bir taraftan birbirimizi yüreklendiriyor, bir taraftan da kulak tıkanmasını, baş ağrısını unutup alkışlarla, şarkılarla tempo tutuyoruz. Kafeye geldiğimizde hem mantar çorbası hem de güzel bir sıcak şarap karşılıyor bizi, çok şanslıyız! Nalçik’e dönüş yolunda hepimizde bir mahmurluk; şoförümüzle Adigece sohbet eden arkadaşımız Erdoğan’ın sesi ninni gibi geliyor, arada yola bakıyor, arada kestiriyoruz.

Nalçik’te son akşamımız. Ancak Cevizli Park’ı görmeden olmaz, karanlıkta da olsa geziyoruz “şarkısının sözleri burada mı yazılmıştı” sorusuna cevap arayarak. Sonra tabii ki Leyla Kafe’deyiz, bu akşam gençler de davetli, bizim için müzik çalıyorlar. Nesren akordeon, Kanşav peçiç. Anılar, anılar, derken danslar, muhteşem yemekler, bütün bu güzellikler için kaldırılan kadehler… Veda anı geliyor. Türkiye’den gelip burada yeni yaşamlar kuranlara, öğrencilere, bizim gibi kısa süreli gelenlere annesini, ablasını aratmayan Leyla Abla, Maykop yolculuğumuz için sandviçlerimizi bile hazırlamış. Böyle bir sevgi sarmalıyla uğurlanıyoruz Nalçik’ten… Bir diğeri, bizi Maykop’ta bekliyor.
Yaklaşık 6 saatlik araba yolculuğundan sonra, iki yıl önce İstanbul’u arkasında bırakıp Maykop’a yerleşen arkadaşımız Hüsamettin’in evindeyiz. Öyle şirin bir müstakil ev ve bahçe ki! Yetiştirdiği domates, salatalık, biberler… Adige peyniri ve has ekmek… Kokuları enfes reyhan, roka, maydanoz demetlerini biz topluyoruz bahçeden çiseleyen yağmura aldırış etmeden. Geleceğe dair oluyor sohbetimiz, sonra ver elini Maykop’un caddeleri, parkları. Bir güne ne sığdırılabilir ki! “Doyasıya gezmek için tekrar gelmek gerek, o zaman sohbete devam” diyerek bir bira fabrikasına giriyoruz. Aynı zamanda otel odaları da olan bir bina. Dekorasyonuna bayıldığımız mekanın biralarını da sırayla deniyoruz, laf lafı açıyor, Soçi’ye tren saatimiz gelmiş bile. Hüsamettin’in eşliğinde vagonumuza yerleşiyoruz. Tatilde bir yerden bir yere giderken uğurlayanlarımızın olması ne enteresan bir duygu. Hızlı trenimiz oldukça yavaş yol alıyor! Keşke camları açılan, kolunu dışarı sarkıttığın, rüzgarı yüzünde hissettiğin eski trenler olsa, diyorum. Günbatımını ağaçların arasından, ara sıra tren yoluna yakın akan ırmak eşliğinde izliyoruz.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
Gül Yılmaz
Gül Yılmaz
1965 yılında İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Sosyal Antropoloji Bölümü’ndeki lisans eğitimini 1986’da tamamladı. İÜ Çocuk Sağlığı Enstitüsü Oksoloji Bölümü’nde yüksek lisansını yaparken Milliyet gazetesinde düzeltmenliğe başladı. İÜ Sosyal Antropoloji Bölümü’nde 1990 – 1992 yıllarında üstlendiği okutmanlık görevinden sonra iki yıl Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda çalıştı. Cumhuriyet gazetesiyle döndüğü düzeltmenliği, emekliliğinin ardından Radikal, Karşı Gazete’de ve serbest düzeltmen olarak çeşitli yayınevlerinde sürdürdü. “Çocuk İsimleri Sözlüğü” adlı kitabı yayına hazırladı (Epsilon Yayınevi). Bazı yurtdışı gezilerine ilişkin izlenimlerini yazdı (Cumhuriyet, Jıneps, Hürriyet Seyahat). Dönem dönem Ruhi Su Dostlar Korosu koristi ve Kafkas halk dansları oyuncusu oldu. 2018-2019’da İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin “Türkiye’de Kültürel Çoğulluğun Bağımsız Araştırmacıları ve Sivil Toplum Kuruluşları İçin Ağ Oluşturma ve Eğitimi”ne katıldı. Halen Hürriyet Gazetesi/Ekler’de yarı zamanlı düzeltmenlik yapıyor ve Aralık 2018’den bu yana Jıneps gazetesi yayın kurulu üyesidir.

Yazarın Diğer Yazıları

‘Tıbze Adıgabze’

Ocak ayının başında İstanbul Kafkas Kültür Derneği’nin (İKKD) bir duyurusu oldu: “Anadilin öğrenilmesinin öneminden hareketle, İKKD olarak ilk kez deneyimleyeceğimiz, -Voredlerle -Oyun ve dramatizasyonlarla -Ritim ve orff’la -Renkli ve...

‘Derin gönül bağı ile dayanışarak ürettik’

Depremde hayatta kalanlardan birçok kez duyduk “bir tas sıcak çorba”nın önemini. İstanbul Galatasaray’daki, Leyla ve Süheyla Kılıç kardeşlerin işlettiği, okurlarımızın daha çok Çerkes mutfağı...

Maratonda Abhaz bayrağıyla koştu

Almanya’da yaşayan Zeki Kapba, 3 Nisan’da 22 kilometrelik Berlin Yarı Maratonu’nda Abhaz bayrağıyla koştu.   Almanya’nın başkenti Berlin’de 41. kez gerçekleştirilen yarı maratona 121 ülkeden 33...

Sosyal Medyalarımız

4,890BeğenenlerBeğen
1,353TakipçilerTakip Et
4,000TakipçilerTakip Et

Son Yazılar

- Advertisement -spot_img