Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti

0
1641

Sürgünün en yoğun yaşandığı yıl 1864’tü… Bir milyonu aşkın Çerkes Osmanlı İmparatorluğu’na sürülmüş, başta Samsun, Kayseri, Düzce ve Adapazarı olmak üzere farklı farklı şehirlere yerleştirilmişlerdi. Birçok farklı milletin bir arada ama kendi içlerine kapalı bir şekilde yaşadığı Osmanlı İmparatorluğu’nun Çerkesleri kabullenmesi kolay olmayacaktı.

Tarihler 23 Temmuz 1908’i gösterdiğinde Osmanlı İmparatorluk tarihinin en kritik dönüm noktalarından birine gelinmişti. Daha fazla baskılara dayanamayan II. Abdülhamit anayasayı tekrar yürürlüğe sokmayı kabul etmek zorunda kalmıştı. II. Meşrutiyet’in ilan edilmesinin ardından hemen seçimlere gidilmiş ve yeni Meclis açılmıştı. 32 yıllık sıkıyönetim rejiminden “hürriyet” rejimine geçilmiş, çoğulcu ve çağdaş bir yönetim modeline yönelik çalışmalar hızla başlamıştı.

Çerkeslerin Osmanlı coğrafyasında kurdukları ilk cemiyet “Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti” idi. Ağustos 1908 tarihinde ilk toplantılarını yapan cemiyet kurucu üyeleri arasında birçok general ve paşanın yanı sıra dönemin önde gelen aydın ve edebiyatçılarını da görmekteyiz.

İlk kez Arap harfli Adige Alfabesi’ni hazırlayan Ahmet Cavit Therket Paşa, “Kafkas Tarihi ve Hattiler” gibi birçok başyapıta imza atan Met Çunatuko İzzet Paşa, Kurtuluş Savaşı’nda büyük başarılar kazanan General İsmail Berkok, ünlü yazar ve yayıncı Ahmet Mithat Efendi, Prof. Aziz Meker, Mareşal Berzeg Zeki Paşa ve General Pooh Nazmi Paşa bu isimlerden birkaçıdır.

İlerleyen yıllarda Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti’nin misyonunu sırtlanacak olan Çerkes kadınlardan öncü ikisi Hayriye Melek Hunç ve Seza Pooh cemiyetin en aktif kadın üyeleriydi. Cemiyetin kurucu ve üyelerinin diğer bir ortak özelliği ise hemen hepsinin Osmanlı topraklarında doğmuş olmasıydı.

Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti üyelerinin tek hedefi “Geçmişi Bir, Geleceği Ortak” bir Çerkes milleti yaratmaktı. Onlar için üstlendikleri bu misyon tüm siyasi ideolojilerden daha ulvi ve önemliydi. Bu misyonun formülünü ise Çerkeslerin milli benlik ve kültürlerini kaybetmeden medeni milletler seviyesine taşımak, kültürel açıdan tutucu; politik ve eğitim açısından ilerici politikalar üretmek olarak bulmuşlardı.

Hayriye Melek Hunç Hanım

Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti resmi olarak 1919 yılında kurulmuş olsa da gerçekte faaliyetlerine 1918 yılında başlamıştır. Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti’nin destekleri ile kurulan bu cemiyet beş Çerkes kadın tarafından faaliyete geçmiştir.

Bu kadınlar ilk üniversite mezunu kadınlardan biri olan Seza Polar Hanım, General Reşit Paşa’nın eşi Emine Zalique Hanım, milletvekili Mazhar Müfit Bey’in eşi Makbule Hanım, Hayriye Melek Hunç Hanım’ın kardeşi Faika Hanım ve ilk kadın yazarlardan Hayriye Melek Hunç Hanım’dır.

Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti’nin kurulmasından (1908) Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti’nin (1923) kapanmasına kadar geçen 15 yıllık Çerkes Cemiyetleri dönemine damgasını vuran birkaç öncüden biridir Hayriye Melek Hunç Hanım.

Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti 1919 yılında kuruluncaya kadar Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti’nde ve Ğuaze dergisinde aktif olarak çalışan Hayriye Melek Hanım, 1910 yılında romanı “Zühre-i Elem”i yayınlamıştır. Musavver Kadın, Mahasin ve Türk Yurdu gibi dergilerde makaleleri ve kısa hikâyeleri yayınlanan Hayriye Melek Hunç Hanım’ın en çok “Ğuaze” dergisinde yazıları yayınlanmıştır. Makalelerinin her birinde oldukça kışkırtıcı bir dil kullanan Hayriye Melek Hanım’ın üslubu sert ve keskindir.

Hayriye Melek Hanım için aile, kültür, yerel değerler çok önemliydi ve bunlara dayanmayan bir feminizm kabul edilemezdi. Hunç’un bütün eserlerinde sömürgeci Batılı feminizmine ve Batılı feminizme körü körüne bağlı olan “İstanbul Feminizmi”ne sert bir eleştiri vardır. Hayriye Melek Hanım için kadınların özgürleşmesinin yolu eğitimden ve kendi kültürüne özgü bir kadın hareketi yaratmaktan geçiyordu.

Hayriye Melek Hanım’ın yazın hayatı devam ederken Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti’ndeki faaliyetleri de hız kazanmıştı.

Çoğunluğu Latin harflerinden oluşmuş yeni bir alfabeyi kullanan Çerkes Numune Okulu yönetimi, bu açıdan da adına yakışır bir hamle daha gerçekleştirmişti. Derslerin Çerkesçe olarak düzenlendiği Çerkes Numune Mektebi’nde İngilizce dersi de verilmekteydi. Çocuklara piyano ve Çerkes ulusal çalgısı pşıne de öğretiliyordu.

Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti, Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti’nin eksikliğini hissettirmemek, Çerkeslerin sesi olmaya devam etmek için 1920 yılında Diyane (annemiz) adıyla bir dergi çıkarmaya başladı. İlk bakışta bir kadın cemiyetinin çıkardığı “kadın” dergisi olarak görülse de dergi içeriği bakımından dönemin kadın dergilerine benzememekteydi. Tek sayı yayınlanan Diyane dergisinin ana konusu sadece “kadınları ilgilendiren” meseleler değil, “Çerkes milletini” ilgilendiren genel konulardı.

Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti’nin etkisinin yitirildiği, Guaze gazetesinin yayımlanmadığı, Şimâli Kafkas Cemiyeti’nin kapatıldığı dönemlerde beş Çerkes kadın tarafından kurulmuş olan Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti, Çerkes milletinin sesi olmaya devam etmiş, devir aldıkları mirası başarı ile gelecek kuşaklara aktarmıştır. Kararlılıkları ve iradeleri ile tüm zorlukların üstesinden gelerek birçok ilke imza atmayı başarmış olan Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti, sadece Çerkes tarihinde değil, Osmanlı ve Türkiye tarihinde de özel bir sayfaya sahiptir.

(Elmas Zeynep Arslan / BİA Haber Merkezi – Kısaltılmıştır)


“Bütün insanlık, özellikle bütün küçük ve zayıf milletler gibi Çerkeslik de bugün ağır ve acı bir sınav dönemi geçiriyor. Biz bunu tüm ağırlığı ve acılığı ile hissediyoruz. (…) Yüz sene Rus Çarlığı önünde eğilmeyen Çerkeslik, kendisindeki cengâverlik özelliklerinin ne kadar temiz ve yüksek bir dereceye vardığını dünyaya göstermiştir. (…) Şimdi ise Çerkes varlığı artık başka bir alanda savunma bekliyor. Fikirlerini yaymak amacıyla çıkardığı dergiye “Diyane” adını veren Çerkes kadınları, bu halkın savaşta gösterdiği cengâverlik duygu ve heyecanının diğer özelliklerine zarar verecek oranda gelişmiş olmasından korkuyorlar. Cesaretlerin en büyüğünün savaşırken gösterilen olmadığı gibi en büyük zaferlerin de savaşta kazanılanlar olmadığını düşünüyorlar.”

Hayriye Melek Hunç

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz