
Aslında bütün hikâye Fransa’dan Abhazya’ya gönderilen bir mektubun adrese ulaşıp ulaşmayacağı merakıyla başlıyor. Fransız-Amerikalı film yapımcısı Eric Baudelaire, “Göndericiye iade edilecek. Ülke mevcut değil” şeklinde bir geri dönüş bekliyor. Ancak tam tersi gerçekleşiyor ve mektup Abhazya’da eski Dışişleri Bakanı Maksim Gvinciya’ya ulaşıyor.
Böylece geçmişte tanışıklıkları bulunan ve aynı kuşaktan olan Baudelaire-Gvinciya ikilisi, 74 gün boyunca birbirlerine 74 mektup gönderiyorlar. Ardından yönetmen Abhazya’ya gidiyor ve “Letters to Max”ın çekimlerini yapıyor. Gvinciya ve Abhazya’daki yaşamı merkeze alan yapımda, de facto bağımsız bir Kafkas cumhuriyetini yakından tanımak mümkün.
Unutulmuş bir belgesel
“Letters to Max”ı bağımsız film platformu MUBI’de keşfettim. Fakat bu yazıda yönetmenin sinematografik tercihlerini analiz eden bir eleştiri yapmak mantıklı değil. Önemli olan tecrit altındaki Abhazya’yla ilgili uluslararası bir belgeselin yapılması. Bu anlamda Baudelaire’in çalışması, görünmezliği kırması açısından daha fazla insana ulaşmalı.
Ancak ne yazık ki “Letters to Max” kenarda köşede kalmış, pek bilinmeyen bir yapım. Abhaz-Abaza diasporasından birkaç kişiyle yaptığım görüşmede belgeselden haberlerinin olmadığını söylediler. Gvinciya’nın alışılmışın dışında bir diplomat olduğunu biliyorlardı, ancak 10 yıllık bu belgesel Türkiye’de hiçbir yerde yayımlanmamıştı.
İnsan gücünü göstermek
Baudelaire ve Gvinciya’nın yaptığı enteresan bir deneme. Avrupa’dan Kafkas cumhuriyetine mektup göndermek iyi bir fikir. Deniyorlar ve mektuplar gerçekten ulaşıyor. Rusya-Soçi hattı üzerinden gidip geliyor mektuplar. Ermenistan üzerinden geri dönenler de oluyor. Devletler iletişimi kesseler bile insanlar birçok şeyi devam ettirebilir. Sivil insanın gücü gösteriliyor.
Elbette özel sektör de sınır tanımıyor, bazı şirketler Abhazya’da varlık sürdürüyor. Devletlerin tanımadığı bir ülkeye şirketler girebiliyor. Bu şirketlerin genel merkezleri Abhazya’yı tanımayan ülkelerde. Küresel şirketler Abhazya’ya girip orada faaliyet sürdürebilirken, Abhazya vatandaşları özgürce seyahat edemiyor.
Dondurulmuş bir ülke
Belgeselde mektup tekniğinin kullanılması izleyiciyi nostaljik bir havaya sokuyor. Abhazya geçmişe takılıp kalmış, adeta dondurulmuş bir ülke görünümünde. Abhazya’daki birçok problem buzluğa atılmış gibi. 1992-93 yıllarında yaşanan savaşın öncesine özlemle bakılıyor. Sovyet Abhazya’sına gizlenmeyen hayranlık var.
Gvinciya’ya göre Abhazya’da o dönemler güzel bir hayat vardı. Ilımlı ve yaşaması kolay bir yer, aktif bir limana sahip, farklı yabancıların ziyaret ettiği, kültürlerin etkileşimde bulunduğu, dünya kültürlerine aşina olunan, diğer Sovyet bölgelerine göre daha açık, harika bir yer olarak tarif ediyor Abhazya’yı.
Sovyet özlemi ve gerçekler
Savaş çıktığında 16 yaşında olan Gvinciya’dan diplomatik bir müdahalede bulunması beklenemezdi. Ama yine de şimdilerde Abhazya ve Gürcistan’ın savaş olmadan da ayrılabileceği ihtimalini düşünüyor. Sovyetler Birliği dağılırken, iki ayrı ülke olarak yola devam etmek mümkündü. Ancak maalesef savaş çıktı ve çok acı yaşandı.
Gvinciya, farklı alternatifleri dillendiren bir diplomat. Savaştan sonra her şeyin yolunda gitmediğinden bahsediyor. Aşırı hız ve uyuşturucu yüzünden birçok arkadaşını kaybettiğini anlatıyor. Abhazya’da tozpembe bir tablo yok. Gerçekleri konuşmak aslında Abhazya’nın lehine bir tutum, çünkü teşhis konmadan tedavi zor.
İhtimalleri düşünmek
Diplomatın hikâyesi 2004’te Abhazya Dışişleri Bakan Yardımcısı olmasıyla başlıyor. Gvinciya ve ekibi Abhazya’nın tanınmasıyla ilgili birçok ülkeyle sıfırdan iletişim kurma çabası yürütüyor. Gvinciya, dünyada tanınan bazı ülkelere göre Abhazya’nın sisteminin daha iyi olduğunu ifade etmeye çabalıyor.
Gvinciya’ya göre aslolan, sürdürülebilir bir ülkenin tanınmasıdır. Abhazya, insanların yaşayabildiği, yeterli yiyeceğin olduğu, iç ve dış güçler tarafından tehdit edilmeyen bir ülke. Ancak pasaportla seyahat etmek, farklı ülkelerde üniversitelere girmek, sınırların açık olması da önemli imkânlar. Abhazya’nın tanınırlığı için çabalamak, insanların normal bir hayat sürmesini istemek anlamına gelir.
Rusya’nın 26 Ağustos 2008’de Abhazya’nın bağımsızlığını tanıdığı gün hatırlanıyor. Abhazya yeni bir umut kazanmıştı. İnsanlarda coşku ve heyecan vardı. Abhazlar daha özgüvenliydiler ve buna göre hamleler yaptılar. Ancak bölgedeki gelişmeler, bu sevincin kısa sürmesine ve yeniden bir içe kapanmaya yol açacaktı.
Gerçek diplomasi
Belgeselde sahilde denize taş atarken yerde yuvarlanan ve buna gülen eski Abhazya Dışişleri Bakanı’nı (2010-11) izliyoruz. Gvinciya’yı evde meyve yerken, çiçekleri sularken, balık tutarken, üç oğluyla birlikte mangal yaparken ve sivil kıyafetlerle görüyoruz. Bu gerçekten insanda pozitif duygular uyandırıyor. Bunun gerçek diplomasi olduğu söylenmeli.
Katı durmak, devlet gibi poz vermek sorunları çözmüyor. Abhazya’nın robot gibi dik duran, gülmeyen, kendini bulunduğu yerde devlete ait bir tür S-400 füzesi gibi konumlandıran insanlara ihtiyacı yok. Abhaz diasporası da devletin temsilcisi gibi davranıyor ama sivil insanların diplomatik rollere girmesi pek yakışmıyor.
Bir ülkenin kaderi
Abhazya’yı en güzel tanımlayan kavram içe kapanmak olsa gerek. Yine belki Abhazya’nın en önemli problemi de budur. Rusya ve Gürcistan tarafından yıllarca ambargo uygulanan ve izole edilen bir ülkeden bahsediyoruz. Bu içe kapanma pek bir tercih değil. Ancak yıllar içerisinde bunun yaşam tarzına, karaktere dönüştüğü görülüyor.
Her sene Rusya’dan milyonlarca turist gitse bile Abhazlar, belki de Kafkasyalı insanların çoğu gibi içine kapandı. Her geçen gün yok olmaya doğru giden dillerini ve kültürlerini böyle bir teknikle korumaya çalışıyorlar. İçe kapanmak Kafkasyalılar için bir tür refleks olsa gerek. Yine de bir yerlerde umut var, “Letters to Max”ın temel mesajı bu.









