Sorun ve çözüm ve “açılım”

0
781

Akan kan dursun, analar ağlamasın, gencecik fidanlar toprağa düşmesin artık.. 

Evlere cansız dönen bedenlere yakılan ağıtları dinleyip, vakur duruşları ile “başka ana-babalar yanmasın” diyen Anadolu insanını görüp, hangi tarafta olduklarını düşünmeksizin yitirdikleri Memetçik ile Memo’nun anısına birbirine sarılan anaları görüp, .. bütün bunların bitmesini kim istemez, kim itiraz edebilir gözyaşının bitmesine?.. 

İki kardeşin karşılıklı cephede yer aldığı gerçeği, olası bir çatışmada birbirlerini öldürebilecekleri, “sen ölürsen şehit, ben ölürsem terörist” lafının ediliyor olması yeterince ürkütücü ve dehşet verici değil mi?.. 

Sorunun bu boyutunun bilincindeyiz, ama diğer yandan da on yıllarca çıkar çevrelerinin, savaştan rant edinenlerin ekmeğine yağ sürüldü, şimdi de barış umudu ile barış rantiyecilerinin kuyruğuna takılınmamalı, demokrasi oyunlarına gelinmemeli noktasındayız. Doğal olarak itirazlarımız da var sürece.. 

 

Yüzleşme, her kesim için..  

Bölgesel yoğunluğun Kürt milliyetçi hareketini ivmelendirdiği; aynı zamanda ekonomik geri kalmışlık, muhtemelen en düşük okuma yazma oranı, ağalık ve aşiret sitemi ve bir dizi etkenin, PKK’nın şiddet aktörü olarak önem kazanmasında rolü olduğu tespiti yapılabilir. 12 eylül askeri darbesi ve Diyarbakır cezaevi gerçeği de yadsınamaz. Bu gerçek, durum tespiti yaparken Metris ve Mamak başta olmak üzere diğer cezaevlerini, 12 eylül cuntasının Türkiye genelindeki işkence ve baskısını arka plana atmamalı. 

Ve Türkiye’nin ikinci büyük etnik gurubunun özelinde ve yoğun yaşadığı bölgedeki PKK gerçeği. Devlet terörüne PKK terörünün eklenmesi ile yaşanan acılar. Derin devletin bir şekilde nedeni olduğu faili meçhuller, her olası barış umudu doğduğunda yöresel kıyafetli, durumdan vazife çıkaran resmilerin gerçekleştirdiği infazlar; yanı sıra PKK nın köy/mezra baskınları ile kendi yurttaşlarını infazı ve kentlerde sivillere yönelik gerçekleştirilen ölümcül eylemler; hiç biri görmezden gelinmemeli. 

On yıllarca süren, sürdürülen kirli savaşta, yeşil kuşakçı 12 eylül paşalarının eliyle uygulanan senaryo, Hizbullah’ın rolü, kara paranın Türkiye ekonomisindeki yeri ve savaşla bağlantısı, uyuşturucu güzergahı ve bu konuda yapılan Türk-Kürt ve her halktan egemenlerin işbirliği vb. de görmezden gelinmemeli… 

Bütün bunlarla yüzleşilecektir. Hukuk dışılık, yargısız infazlar, sivillere yönelik şiddet vb. bütün bunlarla yüzleşerek demokratikleşeceğiz. Yüzleşme, derin devletin yaptıkları ile sınırlı kalırsa eksik olur, mağdur pozisyona karşın yapılan yanlışlar için de yüzleşme söz konusu olmalı, “onun da zamanı gelir” gibi erteleyici yaklaşımlar kendimizi kandırmaktır. 

 

Bedel ödemek,  Türkiye için uğraş verenler..  

<div>Ve; daha güzel bir Türkiye için işkence gören, canı pahasına çabalayan, bir etnik gurubun değil ayırımsız her etnik gurubun hakkı, bir bölge için değil bütün Türkiye için mücadele edenler. Onların mücadelesi demokrasi konusunda atılan her adımda rol oynamıştır. Üstelik yaşamın her alanında. Ve demokrasi zaten yaşamın her alanı ile ilgilidir. Sadece etnisite ile ilgili değildir. Ve Türkiye’nin öncelikli sorunu işte bu demokrasi sorunudur. Gündemi yapay olarak işgal eden, ettirilmesi sağlanan sorun/sorunlar değildir. Bu tespit, girizgahta açıklanan can yakan sorunu gölgeleme çabası da değildir. Tam da o sorunun çözümü için gerekendir. 

Daha güzel bir Türkiye için her etnikten insan canını verdi, herkes için. Etnik kimliklerini ifade etmeden, Türkiyeliler olarak. Darağacındaki üç fidandan biri Çerkestir örneğin. Yargısız infazda katledilen, işkence gören onlarca Laz, Gürcü, Ermeni … vardır. Türk ve Kürdün yanı sıra. Şimdi bu gerçek gölgeleniyor, PKK ve Kürt milliyetçileri ve onların işbirlikçileri, “diğerleri” diyor geri kalan etniklere. Giderek “diğerleri” anılmıyor bile. Sonra da ‘bedel ödemek’ ten söz ediliyor.. 

 

Aydınlar ve siyasiler.. 

Kötü olan şey, büyük bir kesimin gündem belirleyicilerin dümen suyunda oluşudur. ‘Demokratik açılım’ diyorlar, yani ‘Kürt açılımı’ değil, ama örtüyü kaldırıyorsunuz, Kürtler’e özel çözüm önerilerinin tartışıldığını ve tartıştırıldığını görüyorsunuz. İsimlendirme önemini yitiriyor bizim örneğimizde; niyet, içerik ve amaç önem kazanıyor. 

Türkiye aydınların önemli bir kesimi son yıllarda iyi sınav veremiyor. Ergenekon’da da, ekonomik krizde de, şimdi “açılım”da da.. 

İktidarı ve muhalefeti ile demokrasiyi ağızlarına sakız eden siyasilerin, kendi istedikleri kadar ve üstelik sadece kendileri için olan demokrasinin bize yetmediğini haykırmalı aydınlar. Her daim ‘Türkiye çözümü, demokrasi daha fazla demokrasi’ mesajı vermeliler. 

Oluşturulan gündemin arkasına takılmak ve iki seçenekten birinin benimsenmesi reddedilmeli. “Ergenekoncu olun ya da ulusalcı” dediler, şimdi de “ya açılımcı olun ya da korumacı”. Seçenekleriniz yetersiz ve halkın çıkarına değil, iktidarı ve muhalefeti ile siyasetçi bey ve bayanlar. Günü kurtarmaya çalışıyorsunuz. Gündemi işgal ediyorsunuz. Yoksulluk, çaresizlik, işsizlik, intiharlar, … örtüyorsunuz. Hep birlikte yapıyorsunuz bunu. Yakıcı sorunları gündemden düşürmeyi becerirken bir başka yakıcı sorunu kullanıyorsunuz. Ardından 40 bin cana mal olan ve ülkenin kaynaklarını hortumlayan ciddi bir sorundan yola çıkarak, sorunun temel nedeni olan demokrasi fakirliğini, “Kürt açılımı” gibi bir çerçeveyle sınırlıyorsunuz. 

Muhalefet açısından ‘bölücülük’ sihirli sözcük oldu. ‘Anadilini kullanmak özgür bırakılırsa ülke bölünebilir’ derler. Bu paranoyayı yaşatmaya ve bunun üzerinden prim yapmaya çalışanlar marjinal kalacak, hak ve özgürlükler konusunda on yıllardır sınıfta kalanlar kalmaya devam edecektir. Bir fark olacak umudundayım bu süreçte; Türklerin dahi, bölünürüz umacısına sığınan özgürlük karşıtlarından kurtarılması gereken bir durumun söz konusu olduğu, konu özelindeki muhataplarca biraz daha iyi görülecektir. 

Süreçte siyasilerin yaklaşımı bellidir. Hiç sürpriz olmayan, tribünlere oynayan genel-geçer politik yaklaşımlar arada şöyle bir duraklatsa da şaşırtıcı değildir, bilindiktir. Burada önemli olan toplumun önünde olması gereken, siyasilerin bilinçli yetersizliklerinin ötesinde ön açıcı davranması beklenen demokratik sivil oluşumların ve aydınların tavrıdır ki çok umut verdiği söylenemez.. 

 

Kürt milliyetçiliği ve yeniden yüzleşmek.. 

Konunun siyasi (meclisteki) muhatabı kabul edilen parti sözcülerinin, milletvekillerinin demokrasi sakızını çiğnerken sıyrılamadıkları milliyetçi yaklaşımlarının içinde boğulmalarına karışan hamaset edebiyatları da gösteriyor ki siyasi atmosferde mağdurların genel çerçeve anlayışları yok. ‘Benim/bizim için’ var. Zaten buydu siyasi harita. On yıllardır uygulanan ‘benim/bizim için’ idi. Bir de ‘diğerleri’ olurdu. 

Etnik kimlik milliyetçiliği ile demokraside varılacak bir yer yoktur. 

Kısa bir süre önce DTP eşbaşkanı Ahmet Türk’ün söylediğini anımsayalım; “Türkler ve Kürtler anlaşalım yeter. Zaten biz buradaydık, 1071 de Türkler geldi. Diğerleri sonradan geldiler”. 

Bu çok kötü yaklaşımı eleştirmek ve mahkum etmek yerine, “dil sürçmesi” veya “Türkçeyi iyi kullanamamak” gibi değerlendirmeler yapılmıştı. Böyle yaparak Türkiye’nin demokratikleşmesine katkı koymuş olmazsınız. Hatta “Kürt çözümü” için katkı koymuş olmazsınız. Ve duymazdan/görmezden gelemezsiniz. “Mağdurdur, idare edelim” diyemezsiniz. Gerçek niyeti bu değilse özür dilemeye, açıklamaya davet edersiniz, kapalı kapılar ardında değil, kamuya açık olarak. 

Bir dönem Özgür Gündem’de bir köşe yazarı yazmıştı; Çerkes, Laz, Gürcü, … yani ‘diğerlerini/ötekileri’ anarak; “siz ne yaptınız ki”. Yukarıda değindiğimiz bedel konusuna değinerek. Yani demek istiyordu ki ‘bir hak söz konusu olacaksa bunu biz hak ediyoruz’. Ne yapmalı idi ‘diğerleri’? Etnik milliyetçilik mi? 

İnsan Hakları Derneği’ndeki bir panelde, sayılarını birkaç binle ifade eden Süryani konuşmacı, mevcut durum tespiti yapıp “zaten azdık, koşullar ve baskılar yeni göçler doğurdu, biraz daha azaldık” derken o dönem İHD yönetiminde olduğunu söyleyen bir Kürt dinleyicinin “neden mücadele etmediniz” fırçasına maruz kalmış, ardından aynı dinleyici ‘bu ülkede en iyi mücadele eden, her şeyi en iyi yapan’ halkını anlatmıştı… Süryani konuşmacı diyor ki devletle PKK arasında sıkıştık, Kürt dinleyici diyor ki… 

Genel bir anlayıştır bu bir kesim Kürt aydını, gazetecisi ve siyasetçisinde. Yineleyelim, demokrasi adına Kürt milliyetçiliği ile varılacak bir yer yoktur ve milliyetçiliğin iyisi kötüsü olmuyor. Mağdur olan yeri ve zamanı uygun olduğunda, koşullar kendince olgunlaştığında mağdur etmeye, kendisi kabul edildiğinde başkasını reddetmeye meyillidir, hatta bir adım daha atarak ‘hazırdır’. Olan biten pratik ve teoride budur. 

Ve, 

İstenen şey “açılım” dır, “Kürt açılımı”. Talep edilen de sadece budur. Biraz demokrasi sosuna bulaştırılmasına, kafaları karıştırmak için gerek vardı. “Türkler, Kürtler ve diğerleri” derlerdi, biz de eleştirirdik, biz “diğerleri” değiliz diye, bu süreçte giderek “diğerleri” kalmadı, farkında mıyız? 

Karşılıklı suçlamalar var, kimin kimden icazet alarak süreçte rol aldığını bilemeyiz. Görünen; süreci başlatanların samimiyetsizliği ortada, onurlu barış diyenler ise ‘muhatap’ şartları ile gerektiğinde süreci kilitlemek için gerekçe oluşturdu. Buradan bir şey çıkmaz gibi görünüyor. 

Bu ülkenin iki büyük etnik gurubu, Türk ve Kürt aydınlarının, etniklik söz konusu olduğunda omuzlarındaki yük ağırdır. Demokrasi adına kendi halkları için istedikleri her hakkın, eşit gördükleri Türkiyeli etniklerin tümü için ayrımsız geçerli olduğunu söyleyecek ve savunacak olanlar onlardır. 

Bu ülkenin daha fazla demokrasiye gereksinimi var diyerek yola çıkıp ‘dilsel, dinsel, cinsel mağdurların sesi olmalıyız’ diyenlerin destek arayışlarında, genel-geçer laflar yerine mağdurların özelinde söyleyecekleri her sözün, yapacakları her şeyin, atacakları her adımın önemli olduğunu bilmeleri gerek; bunun anlaşılması için sesimizi duyurmamız gerektiğini de bizim bilmemiz gerek. 

  

Sayı: 2009 09 

Önceki İçerikKafkas tarihinden yapraklar
Sonraki İçerikYeni Süreçte Temel Baş Sorun
Yaşar Güven
1958’de, Düzce Köprübaşı Ömer Efendi Köyü’nde doğdu. 1980 yılında İTÜ Gemi İnşaat ve Deniz Bilimleri Fakültesi’nden mezun oldu. Üyesi olduğu Gemi Mühendisleri Odası’nın (GMO) 50. yıl ve İstanbul Kafkas Kültür Derneği’nin (İKKD) 60. yıl Andaç çalışmalarının editörlüğünü yaptı. Her iki kurumun yönetim kurullarında görev aldı. Kurucusu olduğu firmada iş yaşamı devam ediyor. 2005 yılı aralık ayında yayın hayatına başlayan Jıneps gazetesinin kurulduğu tarihten itibaren yayın kurulu üyesi.