Hikmet Temel Akarsu
Heyamola Yayınları – İstanbul, Ekim 2010

Hikmet İTÜ Mimarlık Fakültesi’nden sınıf arkadaşım. Ancak 80 öncesi provokatif ortamların kargaşasında mimarlık fakültesinde beş yılda birbirimizi tam tanıyamasak da, kitapları sayesinde bugün onunla birbirimizi oldukça iyi tanır olduk.
1982 yılında okulu bitirdiğimizde o bu yağma sektörü içinde yer almak istememiş, çocukluk hayalinin peşine düşmüştü; yazmak!
İlk kitabını okuduğumda ben bir yandan bu yamyamlar sektöründe zoraki mimarlık yapıyor, bir yandan da birkaç idealist arkadaşımla kurduğumuz Nart Yayıncılık’ta etnik kitaplar yayımlamaya uğraşıyordum. O günden beri yazar arkadaşımın neredeyse haberim olan ve edinebildiğim tüm kitaplarını okudum. Özellikle ilk kitapları sanki beni anlatıyordu.
Arada benim pek beğenmediğim-daha doğrusu sonradan edinme okuma kültürümle pek anlayamadığım- yazarın yapısından farklı olduğunu düşündüğüm birkaç kitabı olsa da, bu son kitap yine bizim kuşağı anlatıyor gibi geldi bana. Hani insanlar kendilerini görmek isterler ya bir yerlerde, onun gibi.

Kitapta, tarihsel süreç içinde bir semt anlatılırken, içinden geçilen dönemlerde, yağmacı süper güçlerin yönlendirmeleriyle ve onların ürettiği film ve müziklerle; içinde yaşadığımız mimari, tarihi mirasın; en önemlisi insanlık durumlarımızın nasıl acımasızca örselendiği de analiz ediliyor. Basitçe ama edebi ve gülümseterek, düşüncelere gark ederek… İster istemez eski günlere, gençlik dönemlerinize ve yitip giden yaşanmamışlıklara dalıyorsunuz.
60’larda köyden kente kamyonlar üstündeki eşya yığınlarıyla bilinmeze göçen benim gibi milyonlarca çocuk aklıma geliyor. Biz kamyonun üstünde, altından geçtiğimiz boğazın ulu çınarlarına büyülenmiş bakar ve yapraklarına dokunmaya çabalarken, başka insanlar neler yaşıyormuş…
60’lar, 70’ler ve üniversite anılarımız. 80’ler, iş hayatında tutunabilme çabaları ve sınıf atlamak için bir şeylerini satan insancıklar…90’lar, 2000’ler ve 11 Eylül ile birlikte muktedirlerin yenidünya düzenleri. Düzülenlerin ise doğallıkla hiç değişmemesi…
Darbeler, kavgalar, idealler, birbirini anlamaya değil, şiddete politize edilmiş gençlik. Şiddet yoksa yok sayılanlar… Sömürenler ve sömürülenler, aşklar ve karasevdalar, sapkınlıklar ve insan yürekleri… Hepsini ama hepsini bir çırpıda sevinçle ve heyecanla okumak isteyenler için birebir bu kitap.
Bitirdikten sonra çocukluğumun ve ilk gençlik yıllarımın geçtiği Anadoluhisarı, Kandilli, Üsküdar; ağabeylerimin hepsinin sömürüldüğü; sabahın karanlığında yola çıkıp, 21.45’deki son şehir hatları vapurlarıyla dönene kadar köle gibi çalıştıkları ama hiç şikayetçi olmadıkları, yaz tatillerinde gece mesailerinde yanlarında uyuyana kadar direndiğim Cağaloğlu; yanlışlara ortak olmadan emeğimizle ancak alabildiğimiz bu günkü evimin bulunduğu tanımadığım, eskiden Boğaz’da otururken bize dağ başı gibi gelen Maltepe ve daha pek çok semt için diğer kitapları da okuma adına sabırsızlık içinde yazımı bitirirken yazarın dileklerini tekrarlıyorum:
“Keşke her yer Cadde kadar güzel olsa. Keşke herkes Cadde’de yaşayanlar kadar mutlu olsa… Keşke dünyada para denen bir şey olmasa… Keşke herkes düşlediklerine kavuşsa…
Keşke herkesin yaşamı Cadde’de yaşayanlarınki gibi tatlı olsa…
Kısacası; keşke hayat bayram olsa…”
Yalçın Karadaş
Mimar-Yazar
Sayı : 2011 04