Gezi yazılarının en kötü tarafı, eninde sonunda seyahatin sonuna gelinmesidir…
Yaşam bizzat yolculuğun kendisidir…
…
Benim merkezim çapım kadar demiştim…
Pi sayısının gittiği kadardır, benim çapımdan çıkan…
…
Abhazya’da yazın en çok tercih ettiğim içecek Kvas’tır…
Oblomovcu olduğum için değildir elbet. Oblomov beni, ben Oblomov’u bilmezden önce de Kvas’ı bilirdim…
Henüz mayalanmadığı için ekmekler, henüz hava o kadar sıcak olmadığı için içemedim tabii ki…
…
Kvas demişken, biralarından bahsedeyim, sonra meyve sularından…
Assir ve Sohum diye iki bira markası var…
Ben Assir’i daha çok seviyorum…
…
Gumista, Avadkhara…
Narzan bile var Sohum’da…
…
Gitmeden suyunu içebilirsiniz Narzan’ın…
…
Ev yapımı meyve sularını çok güzel yapıyorlar, şekersiz doğal…
…
Bahsetmiştim, bir gece Abhaz Drama Tiyatrosuna gittik…
…
Oyun sırasında cep telefonuyla konuşanlar epeyce vardı…
Sanırım bir zaman alacak düzelmesi…
…
Adet olduğu üzere oyun sonunda ayakta alkışladık…
Hayaletler…
Oyunun adı Hayaletler idi…
Beklediğim gibi bir senaryo yoktu…
…
Abazaca olan oyunda sanırım otuz kırk kelime yakaladım…
Restore edilen tiyatronun içi ve dışı çok güzel olmuş…
Koltuklar, sahne, tavan, tavandan sarkan avize, hepsi çok güzeldi…
…
Köylerden gelen öğrenci grupları vardı tiyatroda…
…
Tiyatroya götürülen köy öğrencileri…
…
Iraklı tiyatro başına geçtiğine göre, neler olur şimdi…
Bu haberi döndükten sonra öğreniyorum, kendisini tebrik ettim.
…
Abhazya’nın yakın zamanda eğitimli insanları daha da artacak…
İtalya, Rusya, Türkiye gibi farklı yerlerde okumuş nitelikli, dünyayı bilen insanları ülke gelişimine çok katkı sağlayacak diye düşünüyorum…
…
Sahilde Çik’in önünde, kiremit rengi tuğladan yapılan bina…
İşte o bina nedense çok özdeş geliyor bana şehir ile…
…
Hatırlamak için bir çerçeve alıyorum…
…
Tiyatro sahnesinde dekor çok sade…
İki fotoğrafın olduğu çerçeve dikkat çekiyor…
Şömine var…
…
Sarhoş rolünü oynayan, içmiş olsa bu kadar iyi oynayamaz herhalde…
…
Tiyatro binası önünde ejderhaların ağzından, oluk oluk su akıyor…
…
Ancak biz kutsanmış olduğunu düşünerek Novy Afon’a gidiyoruz su almak için…
Bidonlarımızı dolduruyoruz…
…
Sahilde, Chavez Bar ile Sea Place isimli iki kafeterya var…
Garson kız, Abazaca, Rusca ve İngilizce ayrı ayrı teşekkür ediyor…
…
Novy Afon’da çok fotografik bir araç var…
Bir itfaiye arabası…
Bilmem çalışıyor mudur ancak, kıpkırmızı eski model olan bu araç ile fotoğraf çektiriyorum bir daha, daha önce çektirdiğim gibi…
Bakalım kaç defa daha o aracı görebileceğim…
…
Ateş böceklerini görebilmek için Sohum’un en yükseğine çıktık…
Saklanmışlar, göremedik…
…
Parlamento Binası…
Beş defa gitmeme rağmen hiç yanına gitmemiştim, çok yakınına kadar gidebildik, Sohum televizyon kulesinin olduğu tepeden inerken…
Neden bilmiyorum, 1 Mayıs kutlamalarının yapıldığı Havana meydanı geldi aklıma…
…
Gelelim isimsiz kahramanlara…
Savaşa gelen isimsiz kahramanlar hakkında bir şey demem elbet mümkün değil…
…
Canlar ülkesinde canlarını vermeyi göze alarak gelenler, canlarını vermişler…
…
Almanların yaptığı köprü, kırmızı köprü…
Ne kadar çok su geçse de altından, ne kadar çok zaman geçse de unutulmayacaklar canlarını verenler…
…
Abhazya’nın dört bir yanından gelen kuş sesleri, barışı getirdiklerinin bir işareti…
…
İsimleri unutulmasın…
…
Yazmam gereken iki kahraman daha var…
Hayri Kutarba…
Oktay Chkouta…
…
Çevirdiği kitaplarını imzalayıp gönderdi bana Oktay Chkouta…
Anıları okuyacağım…
Anılarım arasında yer alacak o anılar…
…
Akşam serinliğinde…
Bahar çiçeklerin açtığı bahçede, kuş sesleri arasındayım…
Balkondan bize bakan sosis köpek, kuyruğunu sallayarak havlıyor…
Kardeş kedilere, Mini ile Miki’ye zannediyoruz önce, ama yok onlara değil…
Baştan aşağıya, siyahlar giyinmiş parka doğru yürüyen bir – Abaza – kadına havlıyor kahverengi sosis köpek.
Kadın, düşünce anıtı olan parkın içinde, bir banka oturuyor…
Gölgede bir süre dinleniyor, sonra ağır adımlarla sahil yolunda kayboluyor…