Papirüs…
İlk yazıya dökülenlerdendi…
Taş öncesi…
Taştan önce kalbe yazıldı…
Acısı önce, sevinci sonra…
…
Yürek ne kadar taşıdıysa o acıyı, sevinci de o kadar yaşadı…
…
Bir damla kan değildi acıyı taşıyan, sevinci taşıyan…
…
Göl oldu Ritsa oldu…
Deniz oldu Karadeniz oldu…
…
Ay şahit oldu…
Güneş şahit oldu…
…
Çegem Kafe…
Dev sandalyelere sığmayan dev yürekler…
Teker teker anlattılar…
Kahve yetmedi…
Bademli likör…
…
Adem Elması yere düşene kadar anlatıldı…
Dört mevsim, dört gece, dört gündüz…
…
Alman Köprüsü, üstünden her geçerken gülümseten o köprü…
Kuramadığı gülmek ile bağı…
Hayal ederken çıkan o sesi, kulağım çınladı…
…
Bir kurşun mesafesi…
…
Kilit taşı yok kemerin…
Kördüğüm taşı var…
…
Koyun Gözlü…
…
Un çuvalı, şeker çuvalı taşımayanlar…
Ceset taşıdı…
…
Bir dal üstünde…
…
Kitap bitmedi…
Özgür olan ruh bir bedene girer…
Bir bedenden çıkar…
Zamanı geldiğinde büründüğü o bedenden, zamanı geldiğinde sıyrılır sessiz sedasız…
…
Kimse ne gel diyebilir, ne git diyebilir o ruha…
Özgür olduğu için…
Beden çağırırsa cevap verir…
…
Dev sandalyelerde dev yürekler…
Bir nişanla onurlanıyorlar…
Sol göğüste…
Gümbür gümbür atan yüreğin üstünde…
…
Parıldayan bir nişane…
Vurulacaksa buradan vurulsun…
…
İki Mavi Çam arasından uzaklara öyle bakıyor…
…
Taştan önce Papirüs’e yazıldı…