Hrant için panel

0
663

Hrant Dink’in katledilişinin 13. yılında ‘İsyanların Işığında Halkların Ortak Mücadelesi’ paneli Kadıköy Eğitim-Sen’de, 11 Ocak günü gerçekleştirildi. Etkinlikte Agos Gazetesi yazarı Pakrat Estukyan, AKA-DER’den Cemre Can Aşlamacı, Jıneps Gazetesi’nden Yaşar Güven ve Nor Zartonk’tan Murad Mıhçı konuşmacı olarak yer aldı.

Pakrat Estukyan
13 yıl sonra bugün sanırım Hrant’ın oynadığı rolden, üstlendiği misyondan, yaptıklarından, niçin hedef haline getirildiğinden bahsetmek çok anlamlı olmayacaktır. Çünkü bu konuda çok konuşuldu. Bu yüzden Hrant özelinde değil, daha çok yaşadığımız güne dair, yaşadığımız zaman dilimine dair konuşmak gerekiyor. Kaotik bir zaman diliminde yaşıyoruz. 50 yıl önce sağlam, tutunabileceğimiz ideolojilere sahiptik. Bu ideolojiler geçtiğimiz zaman dilimi içerisinde çok önemli sarsıntılar yaşadı. Kuramlar, teoriler bugünü de açıklıyor. Çağ dışı olmadılar. Ama onları savunmada artık eskisi kadar inandırıcı olamadığımız bir zaman dilimine geldik. Bahsettiğim ideoloji sosyalizm. Kişisel olarak 15-16 yaşımdan beri sosyalizmin anlamını içeren bir literatür okudum. Kendi anladığım kadarıyla sınıf kavramını öğrendim. Buna paralel olarak da hep belli bir konumda, belli bir noktada durdum. O noktada yürüdüm, yolumu hiç şaşırmadım.

Hrant Dink cinayetinden sonra Türkiye’de oluşan tepki gerçekten çok çarpıcıydı. Çünkü o cinayetle birden bire sanki bir balon söndü. Üretilmiş bir balon, ‘Hepimiz Ermeniyiz, Hepimiz Hrant Dink’iz’ sloganıyla imha edildi. Bunu hiç kimse beklemiyordu. Çok güzel hazırlanmış, sistematik bir şekilde kurgulanmış bir şey vardı. O balon hiç kimsenin beklemediği bir şekilde patlatıldı. Ama bu birkaç yıl sonra Tahir Elçi’yi kaybetmemize engel olamadı. Üstelik Tahir Elçi cinayeti de aynı Hrant Dink cinayeti gibi göz göre göre oldu. Aynı yöntemlerle Tahir Elçi de hedef tahtasına kondu. O noktaya geldikten sonra Tahir Elçi’nin öldürülmesi kimseyi şaşırtmadı.

Şu anda Türkiye’nin geldiği nokta; bütün umudunu, bütün bekasını savaşa bağlamış, bir hükümetle baş başa. Bu hükümete dur diyebilecek bir irade görebiliyor musunuz? Ben göremiyorum. Sesimiz çıkıyor mu? Hayır çıkmıyor. Kanal İstanbul’a karşı daha çok sesimiz çıkıyor. Oysa Libya’ya asker göndermek kararı, birkaç Kanal İstanbul’dan daha ağır bir vebali taşıyor. Ama bunun ayrımında olamıyoruz. O zaman da bu isyan ateşi gideceği yere gidemiyor. Hedefini yakalayamıyor. Yıkması gereken duvarları, surları ne yazık ki yıkamıyor. Belli bir zaman içerisinde sönümleniyor. Bunun böyle kalması mümkün değil. Çünkü böyle kalması topyekûn insanlığın yok olması anlamına gelecek.

Yaşar Güven
2007’nin ilk ayında candan can koparıldı. Tek reçete diyalog demişti Hrant ve şunu savunurdu; “Bir insanın birlikte yaşadığı insanları etnik ya da dinsel herhangi bir farklılığı nedeniyle aşağılanması kabul edilebilir bir şey değildir. Bu ırkçılıktır ve bir insanlık suçudur”. Bu coğrafyada aynı cümleyi kuran pek çok insan için, Hrant’ın katledilişi sanki bir mesaj gibiydi.
Mesajı alanlar Hrant’ın izinden yürüyeceklerini aynı yıl, 2007’de kamuoyu ile paylaştılar. “Bizler bu ülkede yaftalanarak her gün aşağılanan insanlarız. Çerkes olduğumuz için hain, Kürt olduğumuz için bölücü ilen edildik. Laz olduğumuz için bizimle dalga geçildi, burnumuzla şivemizle fıkra konusu olduk. Arap olduğumuz için pis, Türkmen olduğumuz için barbar olduk. Alevi olduğumuz için en pervasız şekilde mum söndüren ilan edildik, Ermeni veya Rum olmak ise küfürden sayıldı.
Zenginliğimiz olan farklılıklarımızı kullanarak aramıza kin ve nefret tohumları ekiyorlar. Yakın tarihimizdeki kitle katliamları, faili meçhul cinayetler, infazlar, linç girişimleri toplumsal hafızamızda onarılması güç izler bıraktı”. Halkların Dostluğu Girişimi böyle söylemişti.
Genel anlamda bakıldığında devlet aklı küçümsenecek bir akıl değil. Ama aynı zamanda da sürekli kendini tekrar eden bir akıl. Yani farklılıkları kullanan bir akıl. Bugün de devam ediyor. Hepimiz biliyoruz; gerilimden, çatışmadan, nefretten ve savaştan beslenen bir iktidar söz konusu.

Bizler bu coğrafyada yaşanan pek çok örnekte görüldüğü gibi halklar ve inançlar olarak aslında yazılan senaryoların figüranları olduk. Duruma bir şekilde müdahil olmamız, kendi senaryomuzu yazmamız ve bu senaryoda başrolü oynamamız gerekiyor. Bunu becerebilecek iradeyi gösterebilmemiz gerekiyor.
Halkların ve kimliklerin gerçekliğini en iyi bilenler, onların içinden çıkan insanlardır. Genel geçer doğrular yerine direkt onlarla kurulacak olan irtibatlarla ve sağlanacak dayanışmayla, ittifakla ancak bu ilişki yürüyebilir. Bunun bilinciyle hareket etmemiz gerekiyor. Literatürde çok kullandığımız bir terimdir; sınıfına yabancılaşmak. İşte halklar ve inançlar bazında baktığımızda da kimliğine yabancılaşma söz konusu. Adeta ikili bir baskı altında. Baskılardan biri devletin bizatihi uyguladığı baskı. Bu ülkenin muhalefetinde önemli bir dinamik olan Kürt özgürlük hareketi üzerinden bölücü ve terör algısıyla halkları ve inançları sindirmek. Diğer yandan demokratik kamuoyunda “diğerleri” olarak adlandırılan halklar hakkında ezberletilmiş olan bilgiler gözden geçirilmeli. “Türkler, Kürtler ve diğerleri” ifadesi doğru değil, her birinin bir adı var.
Hrant bu ülkede cehennemi cennete çevirmeye aday insanlardan birisiydi. Biz de bu coğrafyada daha fazla kan ve gözyaşı akmasın istiyorsak benzer şeye talip olmalıyız. Ve Hrant’ın hayat arkadaşı Rakel’in veda mektubunda söylediği gibi, ‘bir bebekten bir katil yaratan karanlığın sorgulanması’ndan vazgeçmemek gerekiyor.

Murad Mıhçı
75 doğumluyum ve Pakrat abi veya şimdiki gençler gibi biz şanslı bir dönemde değildik. 80 darbesi yaşanmıştı ve kitaplar atılmıştı. Kitap bulup okursanız, mamanız elinizden o kitabı alırdı, ‘oğlum başını yakacak’ korkusu yaşardı. Ben öyle bir dönemde okudum. Okumalarımın içerisinde Türkiye sol tarihinde 80 sonrasında kendime pek bir yer bulamıyordum. Ülkede sol diye bir grup var ama bakıyorum İttihat Terakkici. Eğer İttihat Terakkiciler solsa, benim okuduklarım ne? Ciddi çelişkiler yaşadım, zor bir dönemdi benim için.
Liseyi İstanbul’un başka bir ilçesinde okumaya gittiğimde Kadıköylü olmayan başka Ermenilerin de olduğunu gördüm. Kendi aralarında Kürtçe konuşan, Kürt Ermenilerle tanıştım ve kendimi onlara çok yakın hissettim.
Bir gün Kadıköy’de bulunan Aramyan Derneğine Agos’un kurucularından Jagdin Bakar geldi ve bir Ermenice gazete çıkacağını söyledi. Agos’un anlamını öğrendikten sonra kafamda bir şeyler canlandı ve tahminimce Anadolu yakasının ilk Agos abonesi oldum. Agos sayesinde ilk defa kendi iç dinamiklerimizin eleştiriliyor olması çok hoşuma gitti. Yani Agos diye bir şey çıktı ve bizi uyandırdı.
Bugün Pakrat ahparigin dediği gibi bu anma bir direniş alanıdır. Böyle zamanlarda direniş alanlarında yer almaktan mutluluk duyuyorum.

Cemre Can Aşlamacı
Kapitalizme karşı mücadele yürütmeden, halklar mücadelesi, kadın mücadelesi yürütülebilir mi?
Her sene Hrant’ı anarken Hrant’la beraber kendimizi yeniden anlamaya çalışıyoruz. Biz kimiz? Biz mücadele yürüten insanlar olarak alanlarda, meydanlarda buluşan insanlar olarak ya da belki bu mücadelelerin kenarından geçen ama bizle aynı sorunları yaşayan insanlar olarak kendimizi tanımamız için bir fırsat Hrant. Hrant’ı anlamak bunun yollarından bir tanesi.
Hrant’ın arkasından yürüyen yüz binlerce insan olmasaydı, katliamlar çoğalarak, artarak devam edecekti. Sonrasında bitti mi? Bitmedi. O gün o insanları oraya getiren neydi? Bu insanlar kimlerdi? Bunları düşünüp tekrar yorumlamamız gerekiyor. Yüz bin insanın yüz bini de Ermeni miydi? Ya da hepsi Agos mu okuyordu? Hatta hepsi Hrant’ı mı tanıyordu? Bence böyle değildi. Bütün bunlara gerek de yoktu zaten. Mücadele anlamında ortaklaşılan, adım adım büyütülen bir durum olmasa da, bu toprakların işçileri, emekçileri, halklar, kadınlar, gençler, geniş tarifi ile ezilenler diyebiliriz, bu bir sınıf. Sezgileri ile hareket eden örgütsüz bir sınıf.
Belki Hrant katledilene kadar onu tanımıyordu ama Hrant’ı dinlediğinde, onunla beraber birçok şeyi anladı insanlar. Bu yüzden oraya taşınan yüz binlerce insan ortak bir geleceği savunduğu için bence oradaydı. İstedikleri şey ortaktı çünkü. Bu toplumun böyle bir isteği var. Özgür, geceleri aç yatmayacakları, gündüzleri sömürülmeyecekleri bir dünya, ana dillerinde konuşabilecekleri, kucaklaşabilecekleri bir dünya.

Halklar alanında da mücadele yürüten kurumlar olarak biz örneğin ekonomik krize dair ne diyeceğiz? Yarın işçilerin grevlerinde bir söz söyleyecek miyiz? Mücadele alanlarını birleştirmek için bir şey yapacak mıyız?

Rakel’in ‘Bedelleri ödenmiş gelecekler Hrant’ları severek, Hrant’lara inanarak olur’ sözü, kendimizi anlamamızın yoludur. Bu gün bir sınıf olarak, toplumun yüzde doksan dokuzu olarak, tarihimizi anlamadan, tarihimizle savaşmadan ve birbirimizle barışmadan geleceğimizi kurmanın bir yolu olmadığını düşünüyorum.
19 Ocak’ta Hrant’ın vurulduğu saatte, vurulduğu yerde, olacağız. (direnişteyiz.org)

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz