‘Tevfik Bey merdivenlerden ağır ağır çıkarken, o gün öleceğini bilmiyordu.
’Kör Bakkal Sokak’taki ahşap evin merdivenlerinin, genişçe bir kıvrımla bahçe ile aynı seviyeye geldiği alanda, ayaklarına dolandı kedi.
Tevfik Bey eğildi, yaşlı bedenine muzip bir duruş, yorgun gözlerine bir canlılık gelmişti sanki. Başparmağı ile ortaparmağını birleştirdi, tek gözünü kapadı, nişanladı ve kedinin merakla dikilmiş kulağına o küçücük fiskeyi indirdi. Kedi bir yana kaçtı, Tevfik Bey bir yana. Bu oyunda ikisi de çok eğleniyor gibiydiler.
Bahriye subaylığından emekli yorgun zihni yavaş yavaş birçok şeyi karıştırmaya başlamıştı belki. Zaman ve mekân konusunda sıkıntıları da vardı. Mesela; büyük bir hevesle torunları görmeye gidip, zarif, Cumhuriyet sonrası fötr şapkası ile merdivenlerden çıkıp, on dakika oturduktan sonra çok geç olduğunu düşünerek Kör Bakkal’a dönmek için ayaklandırırdı herkesi. Bazen annesini özlerdi.
Çok uzak diyarlardan gelmişti aslında Tevfik Bey’in annesi İstanbul’a. Çocuktu geldiğinde. Diğerlerinin bilmediği bir dil konuşurdu. Ninnileri de aynı sıcak dilde sarıp sarmalardı insanı. Tevfik Bey bu dili anlar, annesiyle ve zaman zaman gelen akrabalarıyla konuşmaya da bayılırdı. Dilin melodisini severdi herhalde, hatta uzun sözcüklerde z ile ş’nin bir arada kullanılmasıyla çıkan sesler her nedense ona akide şekerini hatırlatır, tadını almak isterdi.
Kedinin kulağını parmağıyla nişanladığı o günden çok önce kaybetmişti annesini. O günden beri de anadilini konuştuğunu gören olmamıştı pek. Gerçi kediyle oynadığı bu küçük oyunu da pek bilen yoktu.
Merdivenleri tamamladı. Üst kattaki odalardan sağdakine yöneldi. Demek ki; pencerenin önündeki köşesinde, Mevhibe Hanım’ın karşısındaki yerini alacak ve gümüş tabakasından çıkardığı, ortadan ikiye bölünmüş sigaralardan birini tüttürecekti. Günün en sevdiği anlarından biriydi bu. Hele de alt kattaki kiracının gelini bir kahve yapıp getirdiyse. Gerçi Mevhibe Hanım’ın mangalda yaptığı kahvelere pek benzemiyordu ama Mevhibe Hanım’ın yokluğu ile hayatından çıkan sadece mangal kahvesinin lezzeti değildi. Karşı koltuğun kenarında duran fotoğrafının gözleri gülse de dili ses vermiyordu. Kahvenin yanına suyu da koymamıştı komşu gelin.
Tevfik Bey seslendi, duyuramadı. Evin içerisindeki kuyudan çekilmiş buz gibi bir bardak su ne güzel olurdu oysa şimdi. Aslında şerbet de vardı mutfakta. Arka bahçedeki nardan yapmıştı kiracı.
Kedi merdivenin başından Tevfik Bey’e bakıyordu. Aralarındaki keyifli arkadaşlık sanki her ikisini de ayartıyor, ayakta tutuyor gibiydi. Tevfik Bey ayağa kalktı söylenerek. Kendi suyunu almaya karar vermişti. Terliklerini giyip merdivenlere yöneldi. Orta yere geldiğinde göz ucuyla kediye baktı, eğildi, parmaklarını birleştirip kulağını nişanladı. Bunun atacağı son fiske, birlikte oynayacakları son oyun olacağını ikisi de bilmiyordu.
Tevfik Bey’in zayıf kalbi oracıkta duraladı. Gelip giden aklı ve sol kolundaki sancıyla suyunu almaya çalıştı. Gözlerinde tuhaf bir gülümseme, dilinde ise akide şekeri tadında sözcükler vardı.
Hoşça kal, dedi kediye. Kimse anlamadı.
Sayı: 2020 03
Yayınlanma Tarihi: 2020-03-01 00:00:00