Önce Esef Hapat…
Sonra Remzi Yıldırım…
Sonra Kadir Natkho…
…
Yıl 1994…
Köşedeki bankada çalışıyorum, rüzgarlı şehirde kardeşimi ziyarete gidiyorum…
Şikago’dan New York’a gelişimiz…
Özalp Göneralp sayesinde Majide Hilmi’yi ziyaretimiz, sonra Kadir Natkho’yu ziyaretim…
Israrla onlarda kalmamızı istemişti, biz kalacağımız hostele gitmiştik…
Sonra onu ziyaretim…
Madison Ave. üzerinde köşeye yakın bir bina, kapıda ismini arıyorum, Tamara ismi dikkatimi çekiyor…
Zilin doğru olduğunu anladıktan sonra eve girişim…
Amerika’ya ilk defa giden, New York’u ilk defa gören birisi için ve görülecek onca cazip yer varken, yirmili yaşlarda birisi için yaşlı bir insanı ziyaret tuhaf görülebilir…
Neredeyse bir tam gün geçirdik…
Sohbeti, benim New York sokaklarına çıkmama imkân vermiyordu…
Acıktın mı dedi, sonra ısrarla ‘spinach’ yememi istedi…
Tencere kapağını aç dedi, bir tabak aldım, sanırım pizza hamburger ülkesinde yediğim en güzel yemekti o ıspanak…
Tüm kitaplarını imzaladı…
Yıldız dergisini imzaladı…
Sonra bir defa daha gittim, Madison Ave. üzerinde yaşayan ahbabım var diyordum Didem’e…
New York City’de ‘şıps’ yemek, her ölümlüye kısmet olmaz…
Sonra İstanbul’da bir fincan ikramı…
Kapıda yazan ismi duracak, benim için büyük isimdi…
…
Fıccın’da Remzi Yıldırım ile yaptığımız ‘şımd’ sokağa mâl oldu, her andığımda göreceğim onu…
…
Esef, nefes aldığı yere gitti…
Sahilde göreceğim onu…
Penguen Cafe’nin yakınlarında, ortaya çıkacak diye bakınacağım, her nefeste adı olsun…