Çalış, Fethiye sahilinde bir belde. Çocukluğumun en uzak ve en parlak anıları ile dolu. O günlerin belki de en yakın şahitleri Caretta Caretta’lar. Bomboş ve bakir sahilde yumurtalarını neden Fransız Maden Şirketi’nin yazlık lojmanları olarak kullanılan ahşap barakaların altına bırakırlardı hiç anlamamışımdır. Güvenli bulmalarının hayatta kalma güdüsü ile açıklanan bir nedeni vardı mutlaka. Yüzlercesi aynı anda yumurtadan çıkıp çakılların üzerinden denize doğru yürüdüklerinde, bütün kumsal denize akıyormuş gibi görünürdü. Yıllar önce tekrar gittiğimde deniz kaplumbağalarının artık o sahilde hiç görülmediğini öğrenmiştim. Dalyan’da koruma altında, ziyaretçilerine gösterilen yaşlı Caretta’nın kulağına eğilip, Çalış Burnu’na neden artık gitmediklerini sormuş bile olabilirim. Bu sene tekrar oradaydık. Garson çocuk üç senedir çok az sayıda da olsa gelenler olduğunu söyledi ve beş yumurta alanının koruma altına alındığı alanı gösterdi bize. Sahildeki şezlongların, kafeden yükselen müziğin, yüksek sesle konuşmaların, gece ışıklarının yanı başında kim bilir ne kadar yıldan beri tanıdıkları çakılların altına sığınmış, can bulmaya çalışan yumurtalar.
O kadar azlar ki; üzerlerine konmuş metal koruma çemberleri tuhaf bir çelişki ile direnişi ve uyumu hatırlatıyor insana.
Charles Darwin, Türlerin Kökeni’nde;
“Ne en zeki olan hayatta kalır, ne en güçlü olan; hayatta kalan değişime adapte olabilen ve içinde bulunduğu çevredeki değişime en iyi uyum sağlayabilendir’’ der.
Bu cümleyi sık sık hatırlıyorum.
Hayatta kalabilmek için yukarıdaki ifadede kastedilen uyumu kavramaya ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Plaj koltuklarına ve yüksek sesli gülüşmelere uyum sağlayarak var olmaya çalışmak bu nedenle direniştir belki de. Elbette mükemmel olan o sahillerin bakir kalmasıydı ancak gerçeklik bu değil. Mükemmeli tanımlayarak hayatta kalamıyor soyu tükenmekte olanlar. Küçük kurtarılmış bölgeler yaratılsa ve desteklense de bütünlüklü bir anlayış, bütünlüklü bir dönüşüm umut edilse de önce mevcut durumda hayatta kalabilmek gerekli.
‘Türk vatandaşıyım ama Çerkesim’ dediği için iki kere tutuklanan, “83 yaşındayız, bu yaşta yine vatanımıza gideceğiz, gençlerin koşması lazım” diyen bir koca çınar; Hatko Aslan Arı, ilham aldığımız, saygıyla anılacak,
DÇB Kongresi’nde olup bitenler ile ilgili farklı aktörlerin farklı açıklamaları arasında göze çarpan kırgınlıklar olsa da Yıldız Başkan’ın ‘Elimizden geleni yapmaya özen gösterdik’ ifadesinde karşılığını bulan niyetler,
25 Eylül 2021 Cumartesi günü, Altunizade Kültür ve Sanat Merkezi’ndeki “Diasporadaki Çerkesler: Zorluklar ve Çözümler” konulu sempozyumun düzenlenmesinde görevi üstlenen Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti Derneği ve toplantının katılımcıları,
Çerkesya Hareketi ve Antalya Çerkes Derneği’nin 28 Ağustos’ta Antalya Adrasan’da ortaklaşa düzenlediği Çerkes Kampı’na katılan gençlerin heyecanları,
Burada yer alan, almayan bütün çalışmaların samimi katılımcıları Çerkes halkının, Putin Rusyası ve diasporalarda hayatta kalabilmesi için çaba gösteriyorlar.
Okumakta olduğunuz Jıneps gazetesi 16 yıldır aynı mücadelenin içinde.
Caretta’ların bakir sahillerinin olmayışı gibi bizler de artık tamamı Adigece, Abazaca, Çeçence, Osetçe konuşan köylerde yaşamıyoruz. DÇB kongreleri ve gerçekleştikleri zeminler ile ilgili tartışacak çok şeyimiz oluyor belki de. Bütünlüklü bir dönüşüm umut etsek de önce mevcut durumda hayatta kalabilmeye çalışıyoruz. Eğer hayatta kalabilmek uyumdan geçiyorsa, o uyumun içerisinde mutlaka ama mutlaka birbirimizle ilgili algılarımız, bakış açılarımız ve bunlara ilişkin ifadelerimiz de var.
Bakış açılarımız farklı olsa da birbirimizi görmek ve anlamak durumundayız.
Bu nedenle belki bu sayıda belki bir sonrakinde Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti’nin destek verdiği Altunizade sempozyumu haberini bulabilirsiniz. Antalya Adrasan’daki kamptaki gençlerin heyecanını da duyabilmemiz gerekir.
Peki edilmiş ve halen edilmekte olan hakaretler, etik olmayan, davranışlar, yaklaşımlar…?
Görmezden gelinmeyecek ve gerekli platformlarda tartışılmaya ve kamuoyuna duyurulmaya devam edecektir elbette.
Bu ayki köşe yazısını burada sonlandırarak teslim etmiştim aslında. DÇB süreci ile ilgili online tartışmayı izleyince devam etmek kaçınılmaz oldu. Çeşitli ve her biri önemli kınama metinleri yayınlandı ve yayınlanmaya devam edecek de olabilir. Elbette sarf edeni itibarsızlaştırma, sarf edilene itibar kazandırma benzeri amaçlar gütmeden, her şeyden bağımsız ve net bir şekilde cinsiyetçi yaklaşımı şiddetle kınıyorum. Şu eski fıkrayı bilirsiniz. Bir devlet büyüğüne hakaretamiz laflar sarf eden bir vatandaş yakalanır. Hakaret suçuyla yargılanacağını zannederken ‘devlet sırrını ifşa’ suçundan yargılanır. Bu yaşanan olayı mutlaka ve net olarak kınamalı, özür dilenmesini talep etmeli ve en önemlisi üzerine çok uzun düşünmeli ve aynaya bakmalıyız.