Çerkesler ve ulusal sorun

0
797

Kabardey Kongresi Başkanı Aslan Beşto, Caucasus Times haber sitesinden Sergei Zharkov’un sorularını yanıtladı. 

  

Aslan Beşto

-Son zamanlarda ülkede önemli ölçüde alevlenen arazi probleminin Çerkes sorunu üzerinde ne gibi etkileri oldu, anlatır mısınız? 

-Kabardey halkı, 1913’ten beri Kafkas Savaşı’ndan sonra bıraktığımız toprakların yaklaşık üçte birini kaybetti. 1920’lerde Dağlı Cumhuriyeti kurulduğunda, toprakların büyük kısmı zaten koparılmıştı. 1954’te Balkarların sürgünden dönüşü için, Sovyetler Birliği Komünist Parti (SBKP) başkanlığı tarafından Kabardey Cumhuriyeti’nin tasfiyesi ve Kabardey-Balkar Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin (KBASSR) restorasyonu hakkında bir kararname yayımlandı. Ancak KBASSR’nin restorasyonuna ilişkin kararname ihlal edilerek, daha önce cumhuriyetten koparılan bazı bölgeler iade edilmedi (Kurpsky ile Mozdok ve Malgobek ilçelerinin bir kısmı).  

Şimdi arazi sorunu, cumhuriyet içinde düpedüz kızıştırılıyor. Şu anda Çerkeslere karşı en gerçek soygun yaşanıyor. Ama bu nasıl olur? Tüm sakinlerinin eşit ve adil bir şekilde yaşamasını sağlaması gereken iktidar, Kabardey nüfusunu kolayca yağma ediyor. Ve bizden kimin ve hangi milliyetin çaldığı hiç önemli değil. Açgözlülük milliyet tanımaz ve mevcut seçkinler aslında uluslarüstü. Birbirleriyle iyi geçinirler, bizim gibi sıradan insanlardan farklı olarak birbirleriyle sıkı ilişkiler kurarlar. Ve bizler, etniklerarası çatışma oyununu yetkin bir şekilde oynayan bir politikacının elinde farkına bile varmadan bir kart görevi görebiliriz. Ve isteseniz de istemeseniz de böyle bir kart ortaya çıkıyor, çünkü Çerkes halkının mülkü hep çalınıyor. 

Bize tek bir cumhuriyet olduğumuz ve kimsenin buradan arazi almayacağı söylendi. Buna katılıyorum, ancak yerel özyönetimde bütçesini kendi arazisinden ve mülkünden oluşturması hakkında bir yasa var. Bir Kabardey köyü, bir metrekare arazisi ya da arazi üzerinde tasarrufu yoksa bütçesinin yenilenmesini nasıl sağlayabilir? 

Ve araziyle ilgili bu rezalet şu anda yaşanıyor. 2011-2012’de bu süreç daha etkin ve net bir şekilde gerçekleşmişti. Sonra bu arazi kaybı faaliyetlerini etkili protestolarla zar zor durdurduk. Şimdi bizi yeniden bu arazilerden mahrum etmeye çalışıyorlar. Uzak mera tarımının yapıldığı arazilerden bahsediyoruz. 

  

-Balkar aktivistler sizinle aynı fikirde olmayabilir. 

-Arazi sorunu basit bir nedenden dolayı ortaya çıkıyor. Valery Mukhamedovich Kokov bize iyileşmemiş bir çıban bıraktı. Arazi özelleştirmesine 49 yıllık bir moratoryum uyguladı. Diğer bölgelerde ise arazi paylar halinde dağıtıldı: Karaçay-Çerkes, Adigey, Stavropol Bölgesi. Araziyi yasanın gerektirdiği şekilde dağıttılar. Arazi istemeyenler sattı. İsteyenler, komşulardan satın aldı veya kiraladı. Yani toprak, siyasi bir özne olmaktan çıkıp bir piyasa aracına dönüştü. Bu çözülmemiş sorun, Kabardey-Balkar’da (KBR) hâlâ devam ediyor ve derinleşiyor. 

  

-Yerel seçkinler neden bu yolu seçti? 

-Çünkü arazi zamanla yerel seçkinlerin beslenebileceği tek varlık olarak kaldı. Ekonominin başka hiçbir sektörü bu kadar kontrolsüz kalmamıştır. Bu nedenle, muhtemelen “Arazi her zaman kontrolümüz altında olsun” kararı verildi. Kimsenin özgür, kendi kendine yeten bir kişiye ihtiyacı yoktu. 

Arsen Bashirovich Kanokov, “Toprak sorununu çözeceğim” sloganıyla iktidara geldi. Tam altı ay sonra fikrini değiştirdi ve Valery Kokov düşüncesinin istikrarlı bir halefi oldu. Kanokov’dan sonra arazi sorununun çözümü hakkında da sorular sorulan Yuri Aleksandrovich Kokov geldi ve dedi ki “Bu kolay bir sorun değil, ama bu sorunu çözmeye çalışacağım.” Tabii ki çözmedi ama dürüst olmak gerekirse bu konuda muhtemelen en az bize zarar verdi.  

Çok pahalı bir arazimiz var. Herhangi bir rüşvet olmadan araziye erişmek zor. Araziyi kullandıran yerleşim başkanı, arazinin resmi sahibi değildir. Arsen Kanokov cumhuriyetin başına geçtiğinde, Kabardey köylerinin başkanları, arazi yönetimi alanında yasaların sağladığı yetkileri devralmaları talebiyle ilçe başkanlarına beyanlar yazmaya zorlandı. Ve artık tek bir köy bile kendi toprağını elden çıkaramaz. 

Bu Arsen Bashirovich tarafından yapıldı ve geleneksel olarak Yuri Alexandrovich ve Kazbek Valerievich ile devam etti. Neden? Çünkü onlar için bu daha uygundu. Neden bir sürü sorun için köy muhtarlarıyla uğraşsınlar ki. Ne de olsa her şey “temiz ve ütülü ilçe başkanı”na bir telefonla çözülebilir. Ve bunlar yedi-sekiz kişi. Daha dar bir çevrede bir fincan kahve içerek tüm sorunları çözmek varken, neden 150 kişinin anlaşılmaz ihtirasları ve sorunlarıyla uğraşsınlar ki? Ve doğal olarak, yaratılan boşlukta inanılmaz bir çirkinlik oluyor.  

Bir örnek verelim: Yerel bir oligarkımız var: Shetov (Shetov Machrail – KBR eski Tarım Bakanı yardımcısı). Tek bir tapu belgesi olmaksızın, bir zamanlar başkanı olduğu kolektif çiftliğin 2.500 hektarlık arazisine ve tüm mülküne el koydu. Çeşitli iddialarla çok sayıda mahkeme davası vardı, ancak tek bir kuruluş bile Shetov’a karşı herhangi bir şey yapamazdı. Hem arazi hem de tahsis edilen mülk için tapu belgelerinin olmadığını tekrar ediyorum. 

  

-Bu konuyla ilgili STK’lardan herhangi bir şikâyet geldi mi? Mesela savcılığa… 

-Gerçek şu ki, benim görüşüme göre Kafkasya’da bir süredir resmi düzen bazen yasalardan daha önemli hale geldi. Ve eğer cumhurbaşkanı, “Mesela bir Balkar köyünün fazla olan arazisinin kırpılması kanuna aykırı bile olsa gereklidir, aksi takdirde toplumsal bir patlama olabilir, bu da gelecekteki seçimlerde kötü bir etki yapacaktır” falan derse, o zaman federal merkez ve güvenlik güçlerinin “Tamam, öyle olsun” demesi muhtemeldir. 

Fark ettiyseniz eğer, genelde burada etnik gruplar arası gerilim ve günlük etnik çatışmalar yok. Ancak cumhuriyet yönetiminin Balkar azınlığa mensup bazı aktivistleriyle mali ve mülkiyet meselelerinin uygulanmasıyla ilgili gerilimin egemen olduğu Balkar ve Kabardey klanlarının çatışması gibi bir şantaj var. 

  

-Balkar köyü Kendelen’deki olaylar bu kategoride sınıflandırılabilir mi? 

-Birinci ve ikinci çatışmaların resmi nedeni, Kabardey atlıların Kanjal Dağı’na geçişleriydi. Balkar aktivistler, “Eyleminizle topraklarımızda hak iddia ediyorsunuz” diyorlar. Tabii ki bu bir yalan. Sırayla gidelim. Savaş, Kırım Hanlığı ile Kabardeyler arasındaydı. Fakat günümüz Balkarlarının bu yürüyüşü protesto etmek için dil akrabalığı dışında Kırım Tatarlarıyla ne ilgisi var? İkincisi, Kendelen’de yaşayan Balkarların Zolsk bölgesinde bulunan Kanjal Dağı ile ne ilgisi var? Kanjal Dağı’nın ne bölgesel ne de idari olarak bu köyle hiçbir ilgisi yok, üstelik genel olarak Balkarlarla da ilgisi yok. Kendelen Köyü, Kanjal Savaşı’ndan 160 yıl sonra, 1868’de kuruldu. Köylülerin bu savaşla ne ilgisi var? Daha ileri gidiyoruz; Kanjal Dağı, Zolsk bölgesinde bulunuyor ve kullanım açısından uzak mera sığır yetiştiriciliği arazileri içinde yer alıyor. 

Ancak bir süre sonra cevabı henüz verilmeyen şu sorular ortaya çıktı: Herhangi bir sebep olmaksızın, cumhuriyetin sakinlerinin diğer sakinlerin halka açık yollarında hareket etmeleri etnik gerekçelerle aniden yasaklandı. Yerel ve federal yolların izinsiz olarak kapatılmasının cezası nedir? Kaç köylü cezalandırıldı? Hiç kimse. 

İkinci Kendelen olayı neden oluştu? Çerkeslerin tuzağa düştüğü, iyi planlanmış bir provokasyondu. Köyden geçiş sloganı aynıydı: “Birleşik cumhuriyette köyden kimin geçip kimin geçemeyeceğine keyfi olarak karar verilmesine izin vermeyeceğiz.” 

Görünüşe göre cumhuriyet hükümeti bu tür sorunları çözmek için var. Ama bunu herkes unuttu. Herkes, kana susamış Kabardeylerin köylerini savunan barışçıl Balkarları yok etmek istediğini söyledi. 

Uzak mera hayvancılık arazileri sorunu ve Kanjal Dağı konusunda yeni bir dönemeç var şimdi. Kabardey-Balkar’da özel olarak korunan 6 doğal alan (SPNA) vardır. Bunlara Zolsk meraları dahil. Bu arazilerin kullanımı Cumhuriyet Kanunu 64 RZ ile düzenlenmiştir. Kanjal Dağı’nda son zamanlarda bir sınırlama getirildi. Bu dağ, Zolsk otlaklarının merkezi (uzak otlakların toprakları) ve yanında “2007 yasasına göre, herhangi bir otlatma da dahil olmak üzere ekonomik faaliyetler, hayvancılık ve saman yapımı yasaktır” yazılı bir afiş var. Bu afişin sahibi, Devlet Üniter Teşebbüsü olan “Özel Çevre Koruma Bölgesi Tabiat Alanları Müdürlüğü”dür. O da Doğal Kaynaklar Bakanlığı’na rapor verir. 

Diğer bir deyişle Zolsk meralarını uzak mera alanı olarak düzenleyen 2011 yasası, aslında 2007 tarihli “Özel Koruma Altındaki Doğal Alanlar Yasası”sının revizyonuna tâbidir. Ayrıca, 6 doğal alan özel olarak korunuyor, ancak sınırlama yalnızca bir alanda. Özel olarak korunan alan da Verkhnyaya Malka’da. Neden? Çünkü bu topraklara, yeniden etnik gruplar arası bir mevzuyu ortaya salacak ve belki de bölgeye el koyacak bazı dolandırıcıların ihtiyacı var. Özel olarak korunan alanlar, federal topraklara geri çekilebilir ve özellikle belirtiyorum, federal topraklar özelleştirilebilir! 

Ve cumhuriyette toprağın özelleştirilmesinde bir moratoryum uygulandı. Ama toprağın federal mülkiyete geri alınmasıyla bu moratoryum atlatılabilir. Ve elbette böyle bir özelleştirmede KBR’nin tüm nüfusu bir gecede kendi topraklarını kaybedebilir. 

“Tavkeşevlerin Kaynakları” veya Balkarların “Dzhily-Su“ olarak adlandırdığı şifalı kaynaklar, özel olarak korunan bölgelerin statüsünden halihazırda kaldırılmıştır. Federal mülkiyete devredildiler ve iddiaya göre balneolojik (yeraltı, toprak, su ve iklim kaynaklı doğal iyileştirici faktörlerin bilimi) tatil köylerinin geliştirilmesi programı kapsamındalar. Ve sonra yeniden, bazı memurların veya maharetli işadamlarının ve bilindik tiplere sahip düzenbazların beğendiği belirli toprak parçaları belirli projeler için koruma statüsünden çıkarılır. Bu nedenle cumhuriyetimize ve genel olarak halkımıza uygulanan soygundan bahsediyoruz. 

  

-Gençler arasındaki Çerkes kimliği algısı hakkında ne söyleyebilirsiniz? 

-Çerkes gençliğinin etnik merkezciliği yıldan yıla artan olumlu bir eğilime sahip. Aynı eğilim, halk figürü olmuş kişilere bir çeşit kısıtlamalar getiriyor. Yeni liderlerin ortaya çıkması dahil. Çerkeslerin önüne çıkan bazı sorunlara gençler radikal bir çözüm talep ettiğinde muhafazakâr bir kanat olarak eski nesil olası bir çatışmayı en aza indirmeye çalışıyor. Ve gençler de doğal olarak, deniz kenarında oturup beklemek istemiyorlar, zaferlere ve hızlı kararlara ihtiyaçları var. Yaşlıları korkaklık ve kararsızlıkla suçlamaya başlıyorlar. Ben de daha yaşlı ve genç nesiller arasında belirli bir aracılık konumundayım. Ve “Siz yapamazsanız, biz kendimiz yaparız” diyorlar. İkinci Kendelen olayında ve sonrasında bunun sonuçlarını gördük.  

Bu tür tezahüratlardan kaçınmak istiyoruz. Ama cumhuriyet yetkilileri, halk figürlerinin kendilerine yıldan yıla yönelttikleri soruları gözardı ettikleri için bunu yapamıyoruz. Hatta, diyalog ve ortaya çıkan sorunları ortaklaşa çözmek yerine, halk figürleri üzerindeki baskının vidalarını periyodik olarak sıkıyorlar. Bu somunları daha sonra sökmek son derece zordur, zamanla aynı yetkililerle çatışmalara dönüşür ve bu da gelecekte onlarla doğrudan iletişimi zorlaştırır. 

Ve tabii ki bundan sonra, federal merkeze “İşimizde her şey huzursuz ve zor koşullarda çalışıyoruz” denilerek, akut sorunların üstesinden gelmek için finansmanda daha fazla artışa ihtiyaç duyulduğuna dair bir rapor gönderilir. 

Aslında pek çok konuda ateşli ve sabırsız olmalarına rağmen, birçok konuda eski kuşağa şans vermeye hazır, eğitimli ve çok kültürlü gençlerimiz var. Gençlik alanındaki ve politikadaki otoriteler ne yazık ki sadece alışık olduklarını yapıyorlar. Her yeni karar ve girişim bir dizi onaydan geçmelidir. Buna katılıyor muyuz? Hayır, aynı fikirde değiliz, eski ve bıktırıcı ulusal sorunları çözmek için yeni bir yaklaşım talep edeceğiz. Bu sorunların çözümü ise yıllardır çözülemeyen Çerkes sorununun bir parçasıdır. Ama yasayı çiğneyecek miyiz? Bunu ummasınlar. Çevik Kuvvet polisinin beni ya da gençlerimizi sokaklarda sürüklemesine, buna neden olanların pencerelerinden mutlu bir şekilde gülümsemesine izin vermeyeceğim. 

  

-Bu konuda federal merkezin tutumu nedir? 

-Rusya federal hükümetiyle doğrudan bir ilişkimiz yok. Her şeyden önce dilimizi ve kültürümüzü korumamız gerekiyor. Bu yetki cumhuriyet hükümetine devredilmiştir. Ve buradaki hükümet canı istediği gibi davranıyor. Ancak Rus yetkililer de Kuzey Kafkasya’da Rus kültürünün yayılması çalışmalarından kendilerini geri çektiler. Kuzey Kafkasya’da federal öneme sahip kaç tane kültürel obje olduğunu düşünüyorsunuz? Sadece bir! Kislovodsk Filarmoni. Ve bir tane daha yok.  

Biliyor musunuz, özellikle ilgi duyup, Kafkas Savaşı’nın en zirve yılları olan 1855-1856’da Kafkasya’daki Rus birliklerinin kaç tane olduğunu saydım. Ve 2020’de neredeyse aynı sayıda güvenlik görevlisi var. Fark, en fazla birkaç on bindir. 

  

-Özellikle Selefiliğin artan rolü bağlamında, İslam ve Çerkes gelenekleri bugün nasıl bir arada var oluyor? 

-Açık fikirli olarak değerlendirmek benim için biraz zor; çünkü ben bir tarafta, yani Çerkes gelenekleri tarafındayım ve tüm dinleri bu algı açısından değerlendiriyorum, ancak yine de anlatmaya çalışayım. 

Birkaç yıl önce genç arkadaşlarımın yardımıyla aşırılıkçılığın nedenleri üzerine bir araştırma yaptım ve çalışmanın sonucu “Küreselleşmenin İki Vektörü” başlıklı makale oldu. Özelde Çerkesler ve genel olarak Kafkaslar arasında, İslam’ın büyük ölçüde Batılı küreselleşme biçimine bir tepki haline geldiğine inanıyorum. Bu küreselleşme biçimine kolayca boyun eğmeyi kabul etmeyenler; geleneksel kurumların pratikte çalışmayı bıraktığını, Batılı küreselleşme biçimine ve onun kot pantolon, şort, kısa etek gibi en belirgin tezahürlerine direnme gücüne sahip olmadığını gördüklerinde, İslam’ı bir protesto ve meydan okuma biçimi olarak kabul etmeye başladılar.  

Bu protesto ve meydan okuma, Batılı değerlerin Kafkasya’ya aktarılmasında aracı olan Rusya’yı da etkiledi. Durum, geleneksel Müslümanlara sağlanan devlet desteğiyle kısmen yumuşatıldı. İyi ama geleneksel İslam nedir? Bu; Kafkas gelenekleri, âdetleri ve İslam’ın bir karışımıdır. Aslında İslam’ın içinde geleneksel İslam diye bir kavram yoktur. 

Fakat Ebu Hanife, âdetler ve şeriat arasındaki ilişkiyi şöyle formüle etmişti: “İslam’a dönenlerin âdetleri, İslam’ın bir parçası olur.” Ve bu, büyüklerimizin savunduğu sözde “geleneksel” İslam’ın tam da tarzı oldu, hâlâ resmi olarak Müslüman – Hanefi sayıldığımızı düşünürsek… 

Bu form, atalarımız ve yaşlılar için en kabul edilebilir olandı ve geleneksel kurumlarla çelişmiyor, onları tamamlıyordu. 

Mısır’da, Suudi Arabistan’da yetişmiş gençler vardı, çevrelerindeki herkese doğru Müslüman olmadıklarını, yanlış dua ettiklerini anlatmaya başladılar… Aslında dinle birlikte, onlar bize bir tür siyasal İslam getirdi. 

Araştırmamızda, “Küresel Siyasal İslam” (GPI) terimini tanıttık. GPI, başta Suudi Arabistan ve Katar olmak üzere Ortadoğu’nun siyasi yapısını ve ideolojisini desteklemek için dini bağlantıları kullanır. Gelişmeyen her şeyin er ya da geç körelmeye başladığını mükemmel bir şekilde biliyorlar. Bu nedenle onlardan bize ideoloji ihracı gerçekleşti (GPI’nın etkisiyle geleneksel toplumların modernizasyonu için). Elbette sarkaç geri döndü ve karşılığında GPI ihracatçılarının kendilerini vurmaya başladı, çünkü onların yönetim biçimleri de saf İslam’ın gereklerini karşılamıyor. 

Tabii ki bu bizim işimizi kolaylaştırmıyor, çocuklarımızı radikalizmden korumaya ve aynı zamanda İslam’ı kabul etmeyen ya da İslam’ı yaşamının bir parçası olarak gören gençlerin çatışmamasını sağlamaya çalışıyoruz. Birbirlerine saygı duyuyorlar. Nasıl olursa olsun, sonsuza kadar birlikte yaşamaya mahkûmuz. 

  

-Tüm bu zorluklara rağmen, son yıllar içinde bir Çerkes rönesansı olduğunu söyleyebilir miyiz? 

-Muhtemelen hem evet hem hayır. Neden evet? Çerkesler etnik merkezciliği, kendilerini korumayı tasarladılar, hem siyasi hem de sosyal sorunları çözmede birbirlerine güvenmeyi öğrendiler. Öte yandan, Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) dışındaki ülkelerde yaşayan diaspora Çerkesleri, öyle ya da böyle ikamet ettikleri ülkelerde ortak Kafkas kimliğinin yükünü üstlenmişlerdir. Bu durum Çeçenler, Dağıstanlılar ve Osetler için geçerlidir. Ve bu sorumluluğu üstlenen diaspora Çerkesleri bundan vazgeçemezler. Bu elbette çok asildir, ancak yurtdışındaki Çerkeslerin kendi işlerini diğerlerinden bağımsız olarak yapmalarını fazlasıyla engeller. 

Mesela Türkiye’deki Oset diasporasının nüfusu çok az. Sadece birkaç köy var. Herkes onlara Çerkes derken, Çerkeslerin kendileri onları Oset konumunda tutmaya çalışıyor. Aynısı Karaçay ve Balkar köylerinde de geçerli. Basitçe söylemek gerekirse, diaspora Çerkesleri “abi” rolünü oynuyor. 

Sonuç olarak, Çerkes rönesansı kesinlikle tarihi anavatanda görülmektedir. Etnik merkeziyetçilik eğilimi er ya da geç denizaşırı diasporaya mutlaka ulaşacaktır. Bu nedenle sorunuzun cevabı hayır değil evettir. (caucasustimes.com) 

  

Çeviri: Serap Canbek 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz