Uzunyayla’da her zaman ağır bir temmuz, ağır bir ağustosa işaret eder…
Aslında her ay diğerini aratır biraz da.
Ama her şeye rağmen var olma savaşını her dönem vermiştir Uzunyayla…
Bir dönem devlet politikası gereği, Uzunyayla’da hayvancılığı bırakıp, tarıma yönlendi insanımız.
Bence yanlıştı o zaman!
Zira hayvancılık ile yaratılan ekonomi her zaman memnuniyet verici idi.
Çünkü kışlık hayvan yemini temin edebilme noktasında sorun yaşanmıyordu.
İnsanımız hem kendi için hem de hayvanları için gerekli yaşamsal idameyi temin etmekte sıkıntı çekmiyordu.
Gelgelelim çok verimli olmayan tarıma elverişsiz bozkırda endüstriyel tarıma geçiş insanlarımızı gerçek manada zorlamaya başladığında değişti her şey…
Ekonomik zorlukların darladığı insanların sosyal yapısı, bozulma noktasına ulaştığı sıralarda, çocukların okul sorunu, gelecek kaygısını tetikler duruma dönüştü.
Tam da burada Almanya’da tanıştığım bir mühendise sormuştum uzunca sorular…
Küçük bir köyde doğan “Hans”!
Aynı köyde ilkokulu bitirmiş, en yakın kasabaya her yarım saatte kalkan otobüs ile kasabadaki liseyi tamamlamıştı.
Sonrasında, her 15 dakikada kalkan “regional” tren ile 20 dakikalık bir yolculuk ile üniversite okumuştu.
Devamında VW’de mühendis olarak çalışmaya başladığında arabasını almış, 30 dakikada doğduğu evinden işine ulaşabilmişti…
Yani tüm öğrencilik, okul ve iş kariyeri boyunca toplam yaptığı kilometre 40-50 km gibi bir şeydi.
Bu süre zarfında ise derslerine iyi çalışmak dışında hiçbir hayati mesele üzerine kafa yormamış, çok güvendiği “Alaman” devleti bütün ihtiyacını ayaklarına sermiş…
Toprağını ve doğduğu yeri terk etmemişti.
Diğer kardeşleri topraklarını işler iken, o başka bir alan seçmiş ise de…
Yedi göbek doğduğu toprağında, dedesinden kalma büyük evde tüm kardeşleri ile birlikte yaşamaya devam ediyordu…
Oturdum, bir de kendimi düşündüm.
Kendi ve çocuklarımın yaşamını biraz olsun iyileştirebilme adına 3.000 km gelmiştim!!!
Şimdilerde çok sevindirici olarak, bireysel çabalar ile olsa da, gerek sulu tarım gerekse kıraç hububat tarımında mücadele veren insanlarımız her geçen gün artıyor.
Tüm olumsuz koşullara rağmen topağına sahip çıkabilmiş gençlerimize gönülden minnettarım…
Bir ulus olabilmenin en gerekli, olmaz ise olmazı, bence sahip olduğun toprak parçasıdır.
Bu anlamda Uzunyayla coğrafyası, tüm Çerkes camiası adına bize ait tek (!) toprak parçasıdır!
Değerini bilip sahip çıkana ne mutlu!
Yaşadığımız tüm olumsuz dış veya iç etkenlerden dolayı umutsuzluğa kapılan insanlarımıza naçizane söylemek istediğim sadece şudur:
Uzunyayla’yı bugünün şartları içerisinde değerlendirmek yerine gelecek 10 yıl içerisinde olabilecekleri öngörmeleri ve buna göre araştırma ve yatırım yapmaları!..
Unutulmamalıdır ki; toprak hiçbir zaman sahipsiz kalmaz; ama biz, ama başkaları…
İşlenmeyen her toprak parçası sürekli yeni sahibini arar ve bulur…