Bağımsızlık Demokrasi Özgürlük Eşitlik Birlik

Cumartesi Anneleri: Sessizlikle yazılan yurttaşlık

Cumartesi Anneleri, 1995 yılından bu yana Galatasaray Meydanı’nda sessizlikten ördükleri bir direnişle yalnızca kayıplarının izini sürmüyor; aynı zamanda zorla kaybetme pratiğinin hangi iktidar ilişkileri içinde mümkün kılındığını ve nasıl cezasız bırakıldığını da sorguluyor. Bu direniş, hakikat, adalet ve yurttaşlık talebinin kamusal belleğe bedensel bir ısrarla işlendiği ayrıksı bir mücadeleyi imlemekte. Her cumartesi yeniden kurdukları sessizlikle, yalnızca geçmişe değil, yurttaşlığın bugünkü sınırlarına da sesleniyorlar; kayıplarının izini sürerken kararlı ve direngen bir yurttaşlık pratiğini kamusal alanda inşa ediyorlar. Bu sessiz ve dirençli direnişi benzersiz kılan, Cumartesi Anneleri’nin 30 yıla yayılan kararlılıkla ülke siyasetinde ender rastlanan bir süreklilik örneği sunmalarıdır.

 

Sessizliğin siyaseti, mekânın belleği

Cumartesi Anneleri’nin mücadelesi, bastırılmış belleğin izini sürmekle sınırlı değil. Bu eylem aynı zamanda, sessizlik, mekân ve direngenlik yoluyla kurulan bir siyasal varoluş biçimini de ifade ediyor. Sessizlik, edilgenliğin değil; doğrudan devlete ve topluma yöneltilmiş bilinçli bir siyasal tavrın dili. Galatasaray Meydanı ise bir yas alanı olmanın ötesinde, hukuka, adalete ve ve yurttaşlığa dair bilgilerin deneyimle edinildiği, dönüştürücü bir öğrenme alanına dönüşüyor.

Cumartesi Anneleri, yalnızca geçmişle hesaplaşmak istemiyor; aynı zamanda ortak bir geleceğin nasıl kurulması gerektiğine dair sessiz ama güçlü bir hatırlatma da sunuyor. Direnişleriyle bizleri yurttaşlığı yeniden düşünmeye çağırıyorlar: Hak, eşitlik ve yüzleşme temelinde kurulmuş, kapsayıcı ve adil bir toplumsallığın mümkün olabileceğini hepimize gösteriyorlar.

Katılımı geri çağırmak: Aktif yurttaşlık ne demekti?

Otoriter rejimlerin baskıyı olağanlaştırdığı, siyasal alanın seçim sandığına indirgenerek daraltıldığı bir tarihsel kesitte, yurttaşlık kavramını ve onun katılım boyutlarını yeniden düşünmek hayati bir önem taşıyor. Siyasal temsilin salt oy verme edimine hapsedildiği bir zeminde, yurttaşlık giderek edilgen, işlevsiz ve içi boşaltılmış bir statüye dönüşüyor. Tam da bu nedenle, yurttaşlığın dönüştürücü ve mücadeleci boyutlarına yeniden hayat vermek, onu salt aidiyet değil, siyasal eylemlilik üzerinden tanımlamak elzem hale geliyor. Bu yazı, aktif yurttaşlık kavramını bu bağlamda ele alıyor ve Cumartesi Anneleri’nin uzun soluklu direnişini, bu kavramsallaştırmanın en güçlü örneklerinden biri olarak konumlandırıyor.

Yurttaşlık direnişle kurulur

Yurttaşlık, tarihsel olarak her ne kadar haklarla donatılmış bir statü gibi görünse de en başından beri katılım, yükümlülük ve dışlama ekseninde şekillenmiştir. Antik Yunan’dan bu yana siyasal olana katılma hakkı, çoğu zaman yalnızca bir ayrıcalık değil; aynı zamanda bir yükümlülük olarak tanımlanmış, kimlerin yurttaş sayılacağı ya da kimlerin dışarıda bırakılacağı sorusu da bu zeminde sürekli yeniden üretilmiştir. Bu tarihsel miras, yurttaşlığın iktidar ilişkileriyle ne denli iç içe geçtiğini gösterir: Yalnızca haklar değil, sessizlikler, sadakatler ve dışlamalar da yurttaşlık rejiminin bir parçası olarak üretilir. Bugün Cumartesi Anneleri’nin sessizliğinde yankılanan tam da budur: Katılım, yalnızca oy vermekle sınırlanamaz. Yurttaşlık, yalnızca tanınmışların değil; dışlanmışların da yeniden kurabileceği bir siyasal alandır.

Sandıktan sokağa: Sessizliğin siyasal dili

Türkiye’de yurttaşlık rejimine dair literatür de bu tarihsel çizgiyi doğrular niteliktedir. Mesut Yeğen, yurttaşlığın Türkiye’de “milletin bireylerine devlet tarafından bahşedilen” bir ayrıcalık olarak kurgulandığını ve hak temelli değil, sadakat temelli işlediğini vurgular. Ayşe Kadıoğlu ise bu modeli “milli vatandaşlık rejimi” olarak tanımlar; yurttaşın devlete koşulsuz bağlılıkla tanımlandığını, etnik çoğulluk karşısında dışlayıcı bir çerçeveye yerleştiğini belirtir. Füsun Üstel’in yurttaşlık eğitimi üzerine yaptığı çalışmalar da yurttaşlığın siyasal öznellikten ziyade ideolojik bir içselleştirme süreci olarak sunulduğunu ortaya koyar. Bu akademik katkılar, yurttaşlığın Türkiye bağlamında neden görev, sadakat ve itaat ekseninde örüldüğünü kavramsal düzeyde anlamamıza olanak tanımaktadır.

Geçen hafta Kayıplar Haftası’ydı (17-31 Mayıs). Bu vesileyle, yalnızca geçmişi değil; geleceğe dair bir yurttaşlık tahayyülünü de içinde barındıran bu uzun soluklu mücadeleye yeniden bakmak anlamlı olacaktır. Cumartesi Anneleri’ne dair bu yazıda dile gelen kavramsal çerçeve, yalnızca kuramsal bir okumaya değil; aynı zamanda 2021 yılında yürüttüğümüz saha temelli bir araştırmaya da dayanmaktadır. Yüksek lisans öğrencim ve genç meslektaşım Mehdi Aspar’la birlikte yürüttüğümüz derinlemesine görüşmelere dayalı bu çalışma, Cumartesi Anneleri’nin yıllara yayılan sessiz direnişini, aktif yurttaşlık bağlamında yeniden düşünmeyi mümkün kılmıştır. Görüştüğümüz kadınların büyük kısmı, yaşamlarını ev içiyle sınırlayan toplumsal rollerine rağmen, zamanla kamusal alanda siyasal özneler haline geldiklerini ifade etmişlerdir. Bu dönüşüm, yalnızca hak talepleriyle değil; hakka dair bilgiye, siyasal dile ve kamuya hitap edebilme yetisine içkin bir süreç olarak da dikkat çekmektedir. Söz konusu görüşmeler, Cumartesi Anneleri’nin yurttaşlığı bir statüden ziyade bir mücadele olarak yeniden kurduklarını, sessizliklerinde ise dönüştürücü bir öznellik taşıdıklarını gözler önüne sermektedir.

Her cumartesi: Yeniden yurttaşlık

Cumartesi Anneleri’nin haftalık eylemi, Türkiye’de yurttaşlık anlayışının ne denli daraltıldığını gözler önüne seriyor. Onlar yalnızca kayıplarını değil; aynı zamanda bastırılmış bir yurttaşlık tahayyülünü de arıyorlar. Sessizlikleriyle, yurttaşlığın yalnızca oy vermekle sınırlı olmadığını; kamusal alanda bedensel varlıkla, ısrarla ve hatırlatarak da kurulabileceğini gösteriyorlar.

Bu eylem, yurttaşlığı bir statüden öteye taşıyan, onu siyasal bir eylemlilik biçimi olarak kuran nadir örneklerden biri. Devletin çizdiği sınırların ötesinde, kamusal alanda kurulan bu ısrarlı bekleyiş, Türkiye’de bastırılmış siyasal öznellik biçimlerine açılan bir yarık gibi okunabilir. Onların meydanda var oluşları hem bugüne hem de geleceğe dair bir tahayyül içerir: Yurttaşlık, ancak hakikatle yüzleşerek, adalet talebiyle ve sessiz ama dirençli bir ısrarla kurulabilir.

Bu nedenle Cumartesi Anneleri, yalnızca bir insan hakları mücadelesi değil; aynı zamanda Türkiye’de yurttaşlığın yeniden düşünülmesi gerektiğini fısıldayan kolektif bir ses olarak okunmalıdır. Her cumartesi yeniden kurulan o sessiz daire, yalnızca kayıplarımıza değil; bizatihi adalete ve eşit yurttaşlığa dair yarım kalmış hayalimize de sesleniyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Gazze Gettosu direniyor

  Hamas’ın 7 Ekim sabahı İsrail’e karşı başlattığı saldırılar ve sonrasında İsrail’in misillemesiyle tetiklenen savaş, taraflar açısından bir katliamın ilk işaretlerini verirken komplo teorisyenleri kanaatlerini...

Dersim’i önceleyen ilk iç sürgün: Gönen-Manyas Çerkes sürgünü

“Gönen-Manyas sürgünü, rejimin kurucu unsurlarının ‘biz’ ve ‘ötekiler’ arasındaki sınırları net biçimde çizdiği ilk örnektir”  Gönen-Manyas iç sürgünü, Kurtuluş Savaşı süresince Kemalistlerle ittifak içinde savaşmış...

Direnişin inşa ettiği bir kimliklenme

İçimizi dağlayan bir sıcakta, 2 Temmuz günü, Eren Keskin’le ofisinde buluştuk. Eren Keskin, kimlik inşasının çetrefilli boyutlarından Türkiye siyasal tarihinin netameli başlıklarına uzanan pek çok...

Sosyal Medyalarımız

4,890BeğenenlerBeğen
1,353TakipçilerTakip Et
4,000TakipçilerTakip Et

Son Yazılar

- Advertisement -spot_img