“Kadim Çerkes El Sanatları ve Günümüz Uygulamaları” sergisi, sadece el emeğinin değil, bir halkın hafızasının da izini sürüyor. Jineps, Adiyuf’un emektarlarından Nilüfer Karadaş ve tüm zamanlardaki sergilerin mimarı ve Adiyuf’un eğitmeni olan Bengün Gül ile hem teknik hem duygusal katmanları olan bir yolculuğa çıktı.
Özlem Aydemir
Yaklaşık 16 yıl önce, Şamil Eğitim ve Kültür Vakfı bünyesinde ve Bengün Gül eğitmenliğinde oluşan Adiyuf Çerkes El Sanatları Tasarım, Öğrenim ve Uygulama Atölyesi tarafından 11.’si düzenlenen “Kadim Çerkes El Sanatları ve Günümüz Uygulamaları” başlıklı sergi, 5 Eylül 2025’te, Eskişehir Çağdaş Cam Sanatları Müzesi’nde açıldı.
Çok sayıda hemşerimiz ve sanatseverin katılımıyla gerçekleşen serginin açılış konuşması, grubun kuruluş amacını ve tarihçesini içerir bilgiler eşliğinde Şamil Eğitim ve Kültür Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Cengiz Gül tarafından yapıldı. Ardından söz alan Adiyuf üyesi Hamiyet Yavuz, amaçlarının, aynen grubun taşıdığı ismin anlamında olduğu gibi, geleneksel değerlerimizden biri olan el sanatlarımızın tanıtılması, yaşatılması ve sanatın kaynağına dokunmadan modernize etme yolunda “ileriye ışık tutacak” çalışmalar yapmak olduğunu vurguladı. Akabinde Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanvekili Vural Yörük belediye olarak böyle önemli, değerli bir sergiye ev sahipliği yapmaktan duydukları memnuniyeti dile getirdi. Son olarak söz alan Eskişehir Valisi Hüseyin Aksoy kültürümüze olan aşinalığını, “Kardeş Şehir” oluşumu sırasında, henüz Samsun Valisi iken gerçekleştirdiği Maykop gezisi hatıraları ile aktardı; akabinde vakıf başkanı ve katılımcılar eşliğinde serginin açılışını gerçekleştirdi.
Adiyuf grubundan Nilüfer Karadaş sorularımızı yanıtlıyor
Eskişehir Odunpazarı’nda yer alan ve muhteşem şekilde restore edilmiş bu özel mekânda gerçekleşen sergide, Adiyuf grubu üyesi Nilüfer Karadaş ile sohbet etme imkânı bulduk.
-Şimdiye kadar birçok sergi yaptınız. Bu serginin Eskişehir’de olmasının özel bir nedeni var mı?
-Nilüfer Karadaş: Amaçlarımızdan biri de kültürümüzü çevremize ve başka toplumlara tanıtmak. Eskişehir hem Çerkes nüfusun yoğun olduğu bölgelerimizden biri hem de turistik olarak her zaman kalabalık, çok ziyaret edilen bir bölge. Sergi açılışlarında çok ihtiyaç duyduğumuz destek de buradaki derneğimiz tarafından temin edilince, Cam Sanatları Müzesi gibi özel güzel bir mekânda sergi açma fikri hepimizi heyecanlandırdı. Tüm bu süreçteki destekleri için derneğimize ve elbette gençlerimize çok teşekkür ediyoruz.
-Bize bu sergide yer alan eserlerde kullandığınız ürünler ve teknikleri hakkında bilgi verebilir misiniz?
-Nilüfer Karadaş: Buraya tüm ürünlerimizle gelemedik; mekânın izin verdiği sayıda hem eski hem de günümüze uyarlanmış örnekleri sergiledik. Eskiden giysi ve aksesuarlarımızda kullanılan vağa, şağa, denhlec, dişeyide, udaneteşe, vuhen gibi tüm teknikleri içerir ürünleri seçtik. Bunlardan bazıları eski, bazıları ise eskilerden alınan parçaların modifiye edildiği yeni parçalar olurken büyük bir kısmı da eski teknikler kullanılarak tarafımızdan üretilen, tamamen yeni parçalar. Evet, geleneksel teknikleri öğreniyor, öğretiyor ve uyguluyoruz ama bazen de özellikle büyük parçaları üretirken ya da modernize ederken bazı pratik çözümler de kullanıyoruz.
-Ürünlerinizi ve uygulamalarınızı görenlerin tepkileri nasıl oluyor? Aynı şekilde bunları günlük yaşamda birilerinin üzerinde görmek nasıl bir duygu?
-Nilüfer Karadaş: İstanbul Deniz Müzesi’nde açtığımız sergide, üzerinde bize ait tekniklerle yapılmış, geleneksel motiflerle süslenmiş elbiseler giymiştik. “Resminizi çekebilir miyiz?” dediklerinde bizi çekeceklerini düşünürken, elbiselerin üzerindeki işlemelerin fotoğraflarının çekildiğini gördük. Bu ilgi gerçekten çok hoş.
Sergilerimizde bazen önce çok eski bir zırh örgüsü örneğini gösterip, sonrasında aynı tekniklerle yapılan yeni bir ürünü tanıtıyoruz, aynı teknikle neler üretilebileceğini ya da eski bir eşyadan alınan bir vağa’nın, şağa’nın, dişeyide’nin parçasının yepyeni bir objeye modifiye edilmesinden sonra neye dönüştüğünü ve nasıl yaşama kazandırılabileceğini gösteriyoruz. Bunun aslında eskiyi tanıtmaya ve yaşatmaya çalışmak olduğunu, asli amacın da bize ait bu teknikleri kaybetmemek, bu teknikleri tanıtmaya ve yaşatmaya çalışmak olduğunu anlatıyoruz. Bazen eski bir elbiseden alınan parça yeni ve benzersiz bir elbisenin üzerine işleniyor, bazen bilekliğe dönüşüyor, bazen parçalanmış eski erkek kemerinden alınan parça bambaşka bir objeye nakledilerek, eksikleri tamamlanarak, kaybedilmeden, bugün üzerimizde taşınabilecek, yarınlara taşınabilecek eşsiz bir parçaya dönüşebiliyor. Bu teknikle yapılmış bilekliği yıllarca kullanabilmenin vereceği hazzı bir düşünsenize… Dolayısıyla insanlar saygı gösteriyorlar. Bugün ve gelecek arasında güzel bir köprü kurulup, eski ve yeniyi bir arada kullanıp farklı bir hale getirerek sunuyoruz ki insanımızın ellerindeki eskilerinin kıymetini bilmelerini de sağlamaya çalışıyoruz.
Aynı şekilde Ankara’da, başka illerde ve Ürdün’de açtığımız sergilere gelen birçok insan kendilerine yeni bir kapı açıldığını söylüyor. Bir sürü eski eşyalarının olduğunu ve bir şekilde kullanmayı hiç akıl edemediklerini söyleyen genç-yaşlı ziyaretçilerden, serginin ikinci günü bu hatıralarını alıp getirenler ve bize danışanlar oluyor. Ellerindekileri dönüştürüp kendilerinden sonra gelen aile üyelerine bırakmaya heveslendiklerini görmek gerçekten çok keyifli. Sandıklarından çıkardıkları tarihi eşyaların günlük hayatlarına kazandırılması motivasyonuna sebep olmak ise bizi çok heyecanlandırıyor ve mutlu ediyor. Bu şekilde birçok insana da ilham kaynağı olduğumuzu düşünüyoruz.
Bunun dışında sergilerimizde sadece kendi kültürümüze ait ve hikâyesi olan objeleri de tanıtıyoruz. Buna en güzel örneklerden biri kadın kırbaçlarıdır. Bizde kadınlar da en az erkekler kadar atı çok severler, aileden biri olarak görürler ve kırbaçlar ata vurmak için değil, sadece yön vermek için kullanılır. Acıtmaması için at kılı gibi bir malzemeden yapılarak yumuşak olmaları sağlanır ve yine bize ait teknikler kullanılarak süslenirler. Eyerler, sırtlarının ağrımaması için farklı bir tasarımla yapılır ve acı vermesin diye üzengi takımında asla mahmuz kullanılmaz. Ata binme ve inme yönlerinin ayrı anlamları vardır. Bunlar tamamen atlarına verdikleri değeri gösterir. Aynı şekilde evdeki ocağın anlamı da derindir. Hiç söndürülmeyen ocak aile birliğini ifade eder. Şövenin sarkıtıldığı zincirin her bir halkasının aile için bir anlamı vardır. Ailede vefat eden bir kişi olduğunda ocak söndürülür; bu, ailenin yasta olduğunu ifade eder. Bu sürede komşular ve köylüleri aileyi destekler. Askere ya da savaşa giden aile üyesi halkalardan birini çıkarır, sağ salim geri geldiğinde tekrar ekler ya da evden ayrılan kişi çıkardığı halkayı kendi hanesinde kurduğu ocağın zincirine ekler, bu şekilde aile bağı hep baki kılınır. Özür dilemek isteyen birinin eve gelip o hanenin ocak zincirini sallaması özrünün kabulü ve barışmak için yeterlidir mesela. Tüm bunlar aslında kültürümüz ve yaşantımızla ilgili bilgiler içeren detaylardır. İşte bu sergiler aracılığı ile bu yaşam tarzı da tanıtılır. Mesela her gün binlerce insanın gezdiği Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde rehberlerin hatalı aktarım yaptıklarını fark edince onlara yaşam şeklimiz ve kültürümüz hakkında eğitimler vererek doğru aktarımlar yapmalarını sağladık.
Bu güzel sohbeti için teşekkür ettiğimiz Nilüfer Karadaş, özellikle vakti olan, emeklilik hayatında kültürü ile ilgili bir uğraş arayan herkese el sanatlarımızla ilgilenmeyi tavsiye ediyor ve kursların, grupların, bir sosyalleşme ve dostluk aracı olmasının dışında, kültürümüzle ilgili bilgi ve deneyim paylaşımı için çok güzel ortamlar olduğunu belirtiyor.
Söz, Şamil Eğitim ve Kültür Vakfı’nın eğitmeni, serginin mimarı Bengün Gül’de…
Zevkle gezdiğimiz ve her bir standın önünde bilgilendirildiğimiz bu serginin mimarı olan Bengün Gül ile görüşme fırsatını yakalayınca, merak ettiğimiz diğer soruları kendisine yönelttik.
-Siz, çok uzun zamandan beri Şamil Eğitim ve Kültür Vakfı’nda eğitmen olarak emek veriyorsunuz. Bu sergiyi diğerlerinden özel kılan bir şey var mı?
-Bengün Gül: Bütün sergilerimiz bizim için çok özel ve her sergi bir iz bırakır ama bu sergide hem mekânsal anlamda hem de içeriksel olarak daha fazla etkileşim hedefledik. Eskişehir hem Çerkes nüfusun yoğun olduğu bir bölge hem de sanata açık, kültürel olarak canlı bir şehir. Tabii ki sergileyeceğimiz ürünleri ve sayılarını mekâna göre seçiyoruz. Bu sergide maalesef koleksiyonumuzun tamamı yer almıyor. Eski ürünlerin yanında, bir parçası antika parçadan alınarak modernize edilmiş objelerin yanında, orijinal teknikleri hiç değiştirmeden kullanarak yaptığımız yeni ürünlerden oluşan bir seçki ile buradayız.
-Geleneksel teknikleri modernleştirirken “öz”ü nasıl koruyorsunuz?
–Bengün Gül: Modernleştiriyoruz ama kaynağa, orijine hiç dokunmadan. Her detayda, örneğin şağa veya vağa gibi tekniklerde, o tekniklerin ruhuna sadık kalıyoruz. Yeni tasarımlara uygularken gelenekten kopmadan ilerliyoruz. Zaten asıl işimiz bu; kaybetmeden dönüştürmek.
-Bize ait geleneksel tekniklerle elde edilen ürünlerin daha çok kullanıcıya ulaşabilmesi adına endüstriyelleşmesi konusunda neler düşünüyorsunuz? Bunun yanında satışa açık mısınız? Mesela sipariş alıyor musunuz? İşin ticari kısmı nasıl yönetiliyor?
-Bengün Gül: Teknoloji de aynı zaman gibi o kadar hızlı ilerliyor ki… Bu kesinlikle olması gereken bir şey. Ben teknikleri öğretirken bu hıza yetişebilmek için bazen en kolay şekilde öğretmeye çalışıyorum. Zaten artık birçok tekniğin kodlanabildiği, çok seri üretimler yapabilen makineler var. Zamanla el sanatı diye bir şey kalmayacak belki de. Yine de asıl amaçlarımızdan biri geleneksel ve orijini bize ait olan teknikleri öğretebilmek. İşin ticari kısmı ise başlı başına bir meziyet ve toplum olarak bu durum zorlandığımız bir konu. Ben kendimizi üretici olarak tanımlıyorum, elimde çok fazla parça olmasına rağmen elden çıkarma konusunda zorlanıyorum, işin bu kısmını bilmiyorum. Bizim bildiğimiz kısmı üretmek iken şimdiki gençler daha farklı bakabiliyor, bazı noktalarda bizim gibi değiller. Bizim için asli amaç teknikleri yaşatmak, aktarmak. Biz bu işi artık gençlere devretmek gerektiğine inanıyor, bunun için de onlara temel eğitimleri verip, bu basamaklardan geçip, gençlerimizle birlikte çalışarak üretmeye devam etmek istiyoruz.
Satışa yönelik çalışma konusunda pek yetenekli değiliz maalesef. Bazen çok yakın dostlarımızdan ya da kıramayacağımız büyüklerimizden talep gelince geri çevirmiyoruz ama bu oldukça ender bir durum; mesela burada da çok istediler ve serginin ikinci günü küçük bir satış standı açılacak. Tabii ki satış olması, çalışan, üreten arkadaşların desteklenmesi anlamına geliyor ama grubumuzun asıl hedefi kültürümüzün dünyaya tanıtılması ve bizler buna odaklanıyoruz.
-Tüm bu çabanız kurumsal bir yapıya, mesela bir akademiye dönüşebilir mi?
-Bengün Gül: Neden olmasın? Artık tüm bu emeklerin ete kemiğe bürünmesi, gerçek bir yapıya dönüşmesi gerekiyor. Bu işin bir üniversitede ya da okulda “Çerkes El Sanatları” adı altında toplanmasını, devam etmesini gönülden isterim. Yakın bir zamanda Beylikdüzü Belediyesi kapsamında bir kurstan gelen eğitmenlik teklifini, kursun ancak “Çerkes El Sanatları ve Geleneksel Teknikleri” adı altında açılması şartı ile kabul edeceğimizi ilettik ve kabul aldık. Demek ki olabiliyormuş, bunu gördük. Genç arkadaşlarımızı bu şekilde yönlendirmeye de çalışıyoruz. İnsan kaynağı her meselede olduğu gibi bu konuda da çok önemli, etkili. Biz elimizdeki tüm bilgi ve tecrübeyi aktarmaya hazırız.
-Sizin bu birikiminizle birçok kişiye ışık olmaya, mentorluk yapmaya daha uzun yıllar devam edeceğinizi umuyoruz. Sizlere, bu sergi özelinde şimdiye kadar kültürümüzün bu çok önemli parçası konusunda verdiğiniz tüm emek ve katkılarınız için teşekkür ederiz.