Bağımsızlık Demokrasi Özgürlük Eşitlik Birlik

Koronavirüs ve yaşlılık…

Neredeyse tüm dünyayı saran koronavirüsün en çok yaşlıları etkilediği sürekli dile getirilip 65 yaş üstündeki bireylerin evden çıkmaması kararı alınınca yaşlıların yaşama biçimini, dünyayla iletişimlerini düşünmeye çalıştım. Bu arada 65 yaşındakilerin kendilerini bir anda yaşlı kategorisinde kabul etmeleri kolay olmamıştır sanırım! Sosyal medyada Gülay Özkan’ın, 9 Avrupa ülkesinde 65 yaş üstü bireylerle ilgili bir proje ışığında koronavirüs günlerine dair kaleme aldığı yazıyı okudum. Tespitlerini ve önerilerini 10 maddede toplamış, özetle şöyle:

  1. Bağlanma ihtiyacı: Modern toplumun değişen sosyal değerleri içerisinde yaşlı insanlar çoğunlukla kendilerine yer bulamıyorlar. Gençlerle iletişimin azalması yaşlıların en çok dile getirdiği kaygılarından bir diğeri. Belki bugünler bunun için harika bir fırsat olabilir. Uzun telefon konuşmaları onlara psikolojilerinde inanılmaz bir destek verebilir.
  2. Güncel kalmak: Yaşlılar işlerini kendi başlarına tamamlamak konusunda çok istekliler. Oysaki gün geçtikçe toplumda kenara itiliyorlar. Koronavirüs döneminde ‘evde kalın, alışverişinizi dahi biz yaparız’ dendiğinde aktif bir birey olma durumları daha da baskı altına alınıyor. Bu nedenle bu mesajı kendilerine nasıl ilettiğimiz çok önemli.
  3. Hayat bu: Yaşlılar sağlıklarıyla ilgili sürekli bir şeyleri takip etmekten bunalıyor ve yoruluyorlar. Bu duyguları onlarla paylaştığınızı, ne kadar yorucu olduğunu sizin de yaşadığınızı söylemeniz bu hislerini hafifletebilir, yumuşatabilir.
  4. Damgalanmak ve ayrıştırıcı dil: Yaşlı insanlara bağışıklık sistemlerinin zayıfladığını, ölüm risklerinin yüksek olduğunu hatırlattığımızda hislerini daha da artırıyor olabiliriz. Burada sadece kendileri değil hepimizin risk altında olduğunu ve herkesin dikkat etmesi gerektiğini söylemek önemli olabilir. Ayrıştırıcı bir dil yerine, “Hadi hepimiz dikkat edelim” şeklinde konuşmak çok daha etkili olacaktır.
  5. Basitlik: Yaşlılar yeni kavramlara, alışkanlıklara çok sıcak bakmıyor ve vakit kaybetmek istemiyorlar. Biz şu anda yaşlılarımızdan bir davranış değişikliği bekliyoruz. Onları yargılamadan önce onlardan çok zor bir şey beklediğimizin farkına varmamız lazım.
  6. Bir amaca yönelik: Yaşlılardan istediğimiz şeyin onların hayatıyla ilgili önemli bir amaca hizmet etmesi gerekiyor. Sadece “Yapmayın” ya da “Bunu kullanman gerekiyor” demenin ötesinde bu amacı ve anlamı açıklıkla dile getirmek daha etkili olabilir.
  7. Rehberlik etmek: Yaşlılara önerdiğimiz yöntemler onları hem desteklemeli hem de ne yapacakları konusunda rehberlik etmeli. Evden çıkmayın demek yerine evde nasıl zaman geçirebileceklerini anlatmak daha etkili olabilir. WhatsApp gruplarında video veya korku senaryoları yerine onların yaşamlarını etkileyecek bazı rakamları, bilgileri paylaşmak etkili olabilir.
  8. Bağımlılık: Başka insanlara temel ihtiyaçlar için bağımlı olmak birçok yaşlının en korktuğu şey. Bu süreçte bu hissi vermemek için bunun geçici bir süre olduğunu söylemek, alışverişlerini veya ihtiyaçlarını bu sebeple karşıladıklarını anlatmak daha rahatlatıcı olabilir.
  9. Ekonomik durum: Yaşlıların ekonomik durumu tahmin edebileceğimizden daha kötü halde. Bu süreçte maaşlarını çekemiyor veya kira gibi gelirleri olanlar da ödemelerini alamıyor olabilirler. Aileniz de olsa, gurur sebebiyle bu durumu size söyleyemiyor olabilirler. Bunu direkt olarak sormak ve yardım etmek faydalı olabilir.
  10. Sosyal değer ve işe yarama kaybı: Bu kaygı yaşlı insanlarda çok var. Çünkü çoğu emekli ve toplum içindeki aktif rolleri gün geçtikçe azalıyor. Bu süreçte onları eve kapamak bu kaygılarını daha da artırıyor olabilir. Evlerine giden ziyaretçi yok, hazırlayabilecekleri yemekler ve size fayda sağlayabilecekleri alanlar ise oldukça azaldı. Bu nedenle bazı konularda kendi hayatınız için rehberlik istemek, bazı gündelik yöntemlere beraber karar vermek onların “işe yaramama” hissinden kurtulmalarına yardımcı olabilir.

Virüsün sadece yaşlıları etkilediğine dair bilgi, çoğumuza bir komplo teorisini de düşündürdü: Acaba kapitalist sistem artık ekonomiye katkısı olmayan, hatta emekli maaşı ve tedavi giderleriyle yük olan (!) yaşlıları ortadan kaldırmak için böyle bir yönteme kasıtlı mı başvurdu?

“Narayama Türküsü”

Öğrencilik yıllarımda izlemiştim “Narayama Türküsü”nü. Sinema salonundaki koltuğumdan uzun süre kalkamamıştım film bittiğinde. 1983, Japonya yapımı ve Shohei Imamura’nın yönettiği film, Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye kazanmıştı. Beni koltuğa mıhlayan bu filmde, Japonya’nın bir dağ köyü sakinlerince gençlere daha fazla yaşama şansı tanımak için şu gelenek geliştirilmişti: “70 yaşına gelmiş ve artık üretime katkıları olmadığı düşünülen aile üyeleri, daha fazla yük olmamaları için kendi rızalarıyla ailenin genci tarafından yakındaki Nara Dağı’na (Narayama) götürülüp bırakılmakta, burada soğuk ve açlıktan ölüme terk edilmektedir.”

İzlediğimde son derece acımasız bulduğum bu yöntemin benzerinin “Nart Destanları”nda da yer aldığını ilk öğrendiğimde çok şaşırmıştım. Binlerce kilometre uzaktaki kültürde de benzer bir âdet uygulanmıştı binyıllar önce. Bedınokua’nın öyküsü bilgi, deneyim, tecrübenin değerinin yanı sıra geleneklerin de zamanla nasıl değişebileceğini çok güzel anlatıyor…

‘Bedınokua’nın, Nartların Geleneğini Değiştirmesi’*

Nartların yaşadığı dönemlerde bir gelenekleri vardı. Kılıcını tek eliyle kavrayıp taşıyamayacak kadar yaşlananlar, at binemeyecek kadar ileri yaşta olanlar, ok atmak için yayını geremeyenler, kendi vücudunu ovamayacak kadar güçsüz kalanlar, ot yığını yapamayacak, dirgeni kaldıramayacak kadar zayıf düşmüş olanlar, yeni danaları yayıp otlatamayanlar özel örme sepetlere bindirilip köyden götürülüyordu.

Artık elinden bir şey gelmeyen yaşlı erkekleri, kadınları, bindirdikleri örme sepetlere taştan tekerlekler yapıp uçurumdan aşağıya, Hadırıhe’ye (Хьэдырыхэ) gönderiyorlardı.

Bedınokua’nın (Бэдынокъуэ) babası Bedın (Бэдын) da artık hiçbir şeyi tek başına beceremeyecek kadar yaşlanmıştı. Geleneklere göre Bedınokua’nın da babasını örme sepete koyarak uçurumdan aşağıya bırakması gerekiyordu. Sepeti hazırladıktan sonra Bedın’ı ona bindirip köyden uzaklaştı Bedınokua, fakat babasını Hadırıhe yoluna çıkarmak zorunda oluşuna çok üzülüyordu. Ne yapsın, gelenekler böyle emrediyordu, yerine getirmekten başka çaresi yoktu.

Babasını uçuruma çıkarıp sepetin altına taştan iki büyük tekerlek taktıktan sonra,

“Bu durum beni çok üzüyor, babacığım, seni Hadırıhe yoluna koymak çok üzüyor beni! Fakat ne yapabilirim, sen de biliyorsun ki bu eski gelenek çok katı” dedi Bedınokua.

Bedın bir şey söylemedi. Onun cevap vermemesi Bedınokua’yı daha da çok üzmüştü, fakat çaresizdi, sepeti itiverdi. Uçurumdan aşağıya doğru inerken eski bir ağaç kütüğüne takılıp asılı kaldı sepet. Sağa sola yalpalayarak örme sepette oturan Bedin, gülmekten kendini alamadı. Bunun üzerine Bedınokua, “Niçin gülüyorsun babacığım?” diye sordu.

“Sen de yaşlanıp oğlun tarafından uçurumdan aşağıya atıldığında bu eski ağaç kütüğüne takılabilirsin diye düşündüm de onun için güldüm” dedi Bedin. Babasının sözlerini duyunca bu geleneğe iyice kızıp şu karşılığı verdi Bedınokua:

“Kim ne derse desin, ne isterse yapsın! Seni Hadırıhe’ye göndermeyeceğim.”

“Canın nasıl isterse! Doğrusunu söylemek gerekirse, Hadırıhe’ye gitmek benim de çok hoşuma gitmiyor. Bu dünyada elimden bir iş gelmiyorsa da düşünmeyi becerebilirim herhalde. Dünyada yaşadığın sürece bir işe yaramıyorsan eğer, zaten Hadırıhe’ye gitmiş gibisindir” dedi Bedın.

Eski ağaç kütüğüne asılı duran babasını oradan kurtarıp büyük bir mağaraya götürdü Bedınokua.

“Şimdi babacığım, hiç kimseye görünmeden burada otur. Ben sana her hafta yiyecek getiririm. Seni eve götüreyim desem, Nartlar ‘geleneklere karşı çıkan kişi’ adını takarlar ve yaşatmazlar beni” dedi Bedınokua. Babasını mecburen mağarada bırakıp evine döndü.

Böylece, Bedın mağarada yaşamayı, Bedınokua da ona yiyecek götürmeyi sürdürürken aradan uzun zaman geçti. Bir yıl Nart yurdunda ağaçlar meyve vermedi. İkinci yıl da meyve vermedi ağaçlar. Üçüncü yıl da. Ne bir elma, ne bir armut, hiçbir meyveyi bulamıyorlardı artık Nartlar. Yine babasına yiyecek götürdüğü bir gün, suyun üzerinde yüzen üç tane elma gördü Bedınokua. ‘Bu elmaları sudan alayım da babama götüreyim’ diye düşünüp suya girdiğinde üç elma aniden suya dalıp kayboldu. Gördüklerine hayret eden Bedınokua sudan çıkıp yoluna devam etti, babasının yaşadığı mağaraya ulaştı. Oğlunu endişeli görünce sordu Bedın:

“Neden bu kadar düşüncelisin?”

“Senin yanına gelirken büyük gölde yüzen üç elma gördüm. ‘Bunları sudan alıp babama götüreyim’ diyerek göle girdiğimde üç elma birden ortadan yok oldu da canım ona sıkıldı, nedenini çözemedim” cevabını verdi Bedınokua.

“Oğlum, bunun için üzülmene, canını sıkmana gerek yok. Bundan sonra sularda elma arama. Başın yukarıda gezersen elma bulabilirsin” diye uyardı oğlunu Bedın.

Bedınokua artık ormanları, vadileri gezerken başı hep yukarıdaydı. çalılıkları yarıp çorak yerlerden geçtiği sırada bir elma ile bir armudun birer ağaçta asılı olduğunu gördü. Ağaçlara tırmanıp elmayı da, armudu da kopardı ve hemen Nartlara götürdü. Onların çekirdeklerini ektiler, böylece her yıl Nart yurdunda elma ve armut yetişir oldu.

Aradan yine uzun yıllar geçti. Bu defa da Nart yurdundaki koyunlara bir hastalık bulaştı. Bütün hayvanlar bir bir ölmeye başladı. Bir süre sonra Nart yurdunda hiç koç kalmamıştı. Sağ kalan koyunları döllemek için ellerinde hiç koçları kalmayan Nartlar ne yapacaklarını şaşırdılar, kimse bu işe bir çözüm bulamadı. Nartlar çaresizlik içinde Nart Hase’yi (Хасэ) topladılar, fakat hase’de de bir çözüm yolu bulunamadı. Bedınokua mağaraya yiyecek götürdüğünde, onu üzgün gören babası sordu:

“Niçin üzgünsün? Bana bakmak artık sana zor gelmeye mi başladı, onun için mi dertlisin?”

“Hayır, babacığım, yok öyle bir şey. Nart yurdunda artık koyun kalmayacak, hepsi yok oluyor. Hastalıktan kurtulan birkaç koyunu dölleyecek koçumuz da kalmadı, ne yapacağımızı şaşırdık da üzüntüm ondan” cevabını verdi Bedınokua.

“Oğlum, onun için üzülmene gerek yok. Elinizde kalan birkaç koyunu, Amış’ın koçlarını yaydığı eski koç yayma yerine götür. Gelecek yıl koyunlarınız hamile kalıp doğum yapacaklardır” dedi iyice yaşlanmış olan Bedın.

Bedınokua köyüne dönüp Nartların elinde kalan koyunları topladı, babasının söylediği gibi Amış’ın eskiden koç yaydığı yere götürdü. Koyunlar oradaki otları kokladıkları anda hamile kaldılar ve üçüz, dördüz, beşiz doğurdular. Bedın’ın yol göstericiliği sayesinde Nart koyunlarının sayısı yeniden arttı.

Böylece aradan bir zaman daha geçti. Nartların o yıl ekinleri hiç yetişmedi. İkinci yıl ise zar zor tohumluk bulup ektiler. Talihsizlik bu ya, hasat zamanı geldiğinde büyük bir kasırga koptu; dağı taşı yıkan, ne varsa yok eden bir kasırga… Bütün ekinler yok oldu. Nartlar ekinsiz kaldılar, hatta ekecek tohumluk dahi kalmamıştı ellerinde. Nart yurdunda büyük bir üzüntü hâkimdi. Nart Bedınokua babasına kavrulmuş azıcık darı götürdü. Bedın kavrulmuş bir avuç darıyı görünce “Bugün bana ne az yiyecek getirdin böyle! Benden bıkmaya başladın anlaşılan” dedi yaşlı adam.

“Hayır babacığım, senden bıktığım falan yok. Nart yurdunda büyük bir sorun var. İki yıldır hasat yapamadık, üstelik elimizde doğru düzgün tohumluk dahi kalmadı. Ne yapacağımızı şaşırdık” cevabını verdi Bedınokua.

“Bunun için üzülme oğlum. Yapacağın şu: Gidip Thağalec’in (Тхьэгъэлэдж) topraklarını sür, hatta Thağalec’in ekinleri taşıdığı yolları bile bırakma, oraları da iyice sür, çünkü orada yetişen ekinler Nartlara tohumluk olur” dedi Bedın.

Babasının söylediklerini iyice kafasına yerleştiren Bedınokua evine döndüğünde çift sürmek için gerekli tüm hazırlıkları yaptı. Pullukları yanına alıp gitti ve Thağalec’in ekin ektiği toprakları, ekinlerini taşırken kullandığı yolları, hepsini sürdü. Thağalec’in ekinleri henüz biçilmeden tekrar toprağa düşen tohumlarla evine götürürken yollara dökülen tohumlar Bedınokua’nın sürdüğü topraklarda gür olarak yetiştiler. Böylece Thağalec’in tohumlukları Nartları kıtlıktan kurtardı.

O yıl Nartlar, Harame doruğunun eteklerinde, ekinlerinin bereketi için Tha adına şenlik düzenlediler. Şenlikte bir araya gelen Nartlar, Bedınokua adına sanehubje (санэхубжьэ) kaldırdıktan sonra sordular:

“Söyle bize Bedınokua, yok olan elma ve armutlarımızı yeniden yetiştirmeyi, koçsuz koyunları hamile bırakmayı, tohum ekmeden gür ekinler yetiştirmeyi nasıl becerdin?”

Bedınokua şenliğin orta yerinde durarak şöyle dedi:

“Nartlar, ben değilim bütün bunları akıl eden.”

“Kim o zaman? Söyle bize!”

“Söylediğimde kızmayacağınıza, kılıçlarınızı çekmeyeceğinize yemin edin” dedi Bedınokua.

“Yemin ediyoruz” diye söz verdiler.

“O halde Nartlar” diye başladı söze Bedınokua, “Bu fikirler bana ait değil. Elma-armutların yeniden yetişmesini, koyunların yeniden çoğalmasını, ekinlerin bereketli büyümesini sağlayan babamdır. Siz de biliyorsunuz, eski bir geleneğimiz gereği, güçten kuvvetten düşen yaşlıları uçuruma çıkarıp örme sepetler içinde Hadırıhe yoluna koyuyoruz. Ben babamı öldürmeyi beceremedim, çünkü onu çok seviyordum. Babamı eski bir mağarada saklayarak besledim bugüne kadar. Babam, meyvelerin tükendiğinden haberi olunca, tek bir orman bırakmadan tüm ağaçların tepelerine bakmamı söyledi. Ağaçların tepelerine bakınıp gezerken iki üç ağaç gördüm, tepelerinde elma ve armut vardı, işte onları koparıp toprağa ektim. Sonucu görüyorsunuz, Nart yurdunda elma, armut artık bolluk içinde. Koçlar hastalanıp yok olduğunda, babamın tavsiyelerine uyarak, elimizde kalan koyunları Amış’ın eskiden koçlarını yaydığı yere götürdüm, gerçekten de koyunlar orada hamile kaldılar. Tohumluklarımız bittiğinde de yine babamın önerisiyle, Thağalec’in ekin ektiği, ekinlerini taşıdığı yolları sürdüm, hiç tohum ekmediğim halde oldukça bereketli ekinler büyüdü oralarda, böylece Nartlar ekecek tohum buldular ve bugün Tha’ya şükranlarımızı sunmak üzere toplandık. Bütün bunları düşünen, fikir veren babam Bedın’dır. Eğer onu uçurumdan aşağıya bırakmış olsaydım, bütün bunlardan vazgeçmiş olacaktık.”

Nartlar ayağa kalkıp Bedınokua için hoh (хъух) yaptılar ve toplanıp şu karara vardılar: Bundan sonra güçten kuvvetten düşenleri uçuruma götürmeyecekler, Hadırıhe yoluna çıkarmayacaklar, yaşlılara her konuda danışacaklardı.

Böylece eski geleneğin yerini, Bedınokua’nın başlatmış olduğu yeni gelenek aldı.

""

 

Bu dönem derneklerimizin pek çoğu 65 yaş üzeri büyüklerimizin bu kritik süreçte sokağa çıkma yasağına uymaları ve evlerinden dışarı çıkmamaları çok önemlidir. Sağlık başta olmak üzere tüm ihtiyaçlarınız için bizi arayarak yardım talebinde bulunabilirsiniz. Bu süreçte dernek üyesi gönüllülerle her zaman, her türlü ihtiyaçlarınız için yanınızda olacağız” içerikli mesajlar yayımladılar. Dayanışmanın daha da önem taşıdığı zamanlarda, büyüklerimizle, sağlıklı günlere…

*“Nart Destanları”ndan çeviren: Erdoğan Yılmaz, Nartlar – Nalçik 1951, s. 239 

Sayı : 2020 04

Yayınlanma Tarihi: 2020-04-03 00:00:00

Gül Yılmaz
Gül Yılmaz
1965 yılında İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Sosyal Antropoloji Bölümü’ndeki lisans eğitimini 1986’da tamamladı. İÜ Çocuk Sağlığı Enstitüsü Oksoloji Bölümü’nde yüksek lisansını yaparken Milliyet gazetesinde düzeltmenliğe başladı. İÜ Sosyal Antropoloji Bölümü’nde 1990 – 1992 yıllarında üstlendiği okutmanlık görevinden sonra iki yıl Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda çalıştı. Cumhuriyet gazetesiyle döndüğü düzeltmenliği, emekliliğinin ardından Radikal, Karşı Gazete’de ve serbest düzeltmen olarak çeşitli yayınevlerinde sürdürdü. “Çocuk İsimleri Sözlüğü” adlı kitabı yayına hazırladı (Epsilon Yayınevi). Bazı yurtdışı gezilerine ilişkin izlenimlerini yazdı (Cumhuriyet, Jıneps, Hürriyet Seyahat). Dönem dönem Ruhi Su Dostlar Korosu koristi ve Kafkas halk dansları oyuncusu oldu. 2018-2019’da İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin “Türkiye’de Kültürel Çoğulluğun Bağımsız Araştırmacıları ve Sivil Toplum Kuruluşları İçin Ağ Oluşturma ve Eğitimi”ne katıldı. Halen Hürriyet Gazetesi/Ekler’de yarı zamanlı düzeltmenlik yapıyor ve Aralık 2018’den bu yana Jıneps gazetesi yayın kurulu üyesidir.

Yazarın Diğer Yazıları

‘Tıbze Adıgabze’

Ocak ayının başında İstanbul Kafkas Kültür Derneği’nin (İKKD) bir duyurusu oldu: “Anadilin öğrenilmesinin öneminden hareketle, İKKD olarak ilk kez deneyimleyeceğimiz, -Voredlerle -Oyun ve dramatizasyonlarla -Ritim ve orff’la -Renkli ve...

‘Derin gönül bağı ile dayanışarak ürettik’

Depremde hayatta kalanlardan birçok kez duyduk “bir tas sıcak çorba”nın önemini. İstanbul Galatasaray’daki, Leyla ve Süheyla Kılıç kardeşlerin işlettiği, okurlarımızın daha çok Çerkes mutfağı...

Maratonda Abhaz bayrağıyla koştu

Almanya’da yaşayan Zeki Kapba, 3 Nisan’da 22 kilometrelik Berlin Yarı Maratonu’nda Abhaz bayrağıyla koştu.   Almanya’nın başkenti Berlin’de 41. kez gerçekleştirilen yarı maratona 121 ülkeden 33...

Sosyal Medyalarımız

4,890BeğenenlerBeğen
1,353TakipçilerTakip Et
4,000TakipçilerTakip Et

Son Yazılar

- Advertisement -spot_img