Kim, kimi, neyden korumaya taliptir? 

0
447

ÇHD’den muhtıraya tepki 

Çağdaş Hukukçular Demeği (ÇHD) yaptığı bir açıklama ile 27 Nisan Muhtırasını protesto etti. ÇHD muhtı­ranın demokrasiye aykırı olduğunu belirttiği açıkla­masında, muhtıra verenlerin hukuki so­rumluluğu bulunduğunu da ifade etti. Konunun önemi nedeni ile ÇHD açıkla­masını aynen yayınlıyoruz. 

“27 Nisan 2007 tarihli Genel Kur­may Başkanlığı “basın açıklaması”, en basit hukuksal tanımı ile TCK 311. mad­desinde düzenlenen Türkiye Büyük Mil­let Meclisi’nin görevlerini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye teşeb­büs” olarak değerlendirilmelidir. 

Eğer bu müdahale beklendiği veya korkulduğu gibi, cumhurbaşkanlığı seçi­minin yapılamaması ve parlamentonun “erken seçime zorlanmak” suretiyle fes­hine yol açacaksa, teşebbüs aşamasında kalmayıp “askeri hükümet darbesi” nite­liğine bürünür ve burada TCK 309. mad­desi ile düzenlenen “Anayasanın öngör­düğü düzenin ortadan kaldırılması” su­çunun tamamlanmış hali mevcuttur. 

Trajik bir karşılaştırma ile, TBMM’yi zor tehdidi ile tasfiye etmeye çalışmakta veya cumhurbaşkanlığı seçimini engelle­mekte anayasal rejim açısından hiçbir sakınca görmeyen Genel Kurmay Başkanlığının,açıklama için “borsa etkilen­mesin” diye gece yarısını beklemesi; banka ve sigorta şirketi sahibi bir ordu­nun sorumluluklarının ve sermaye ile ilişkisinin tezahürü olsa gerektir. 

TBMM’nin ülkenin siyasal yaşamın­daki ağırlığının, borsaya kıyasla, ölçül­mesi imkânını yaratan ortamın; “seçim barajları, delege ağalığı, lider diktaları” nedeniyle, temsil yeteneğini çoktan kay­betmiş parlamentonun bizzat kendi ter­cihi olduğu akılda tutulmalıdır. 

Muhtıra kime verilmiştir? 

AKP iktidarını, Cumhurbaşkanı ada­yını veya Anayasa Mahkemesi hâkimleri­ni muhtıranın tek muhatabı olarak gör­mek yetersiz bir yaklaşımdır. Bu tehdit esas olarak ve her zaman olduğu gibi bu kere de siyasal ve toplumsal mu­halefete yöneltilmiştir. 

Silahlı Kuvvetler “Laiklîğîmizi mi korumaya karar ver­miştir? 

Bizi, 1971 ve 1980 cun­talarının kontrolünde yara­tılan “zorunlu din dersi, imam-hatip okullarının örgün orta öğretim içerisine alınması, sola karsı Türk-İslam sentezi adı altında orta sınıf milliyetçiliği ile gericiliğinin hare­kete geçirilmesi” projelerinin sahibi ve uygulayıcısı olan Milli Güvenlik kurulla­rından ve yüksek rütbeli askeri yönetici elitten de koruyabilecek midir? 

Tek bir dinin tek bir mezhebini “dev­let dini” haline getirerek Diyanet İsleri Başkanlığı’nda örgütlenmiş on binlerce “devlet memuru” eliyle dini siyasete alet eden, askeri cuntaları meşrulaştırmak için üniformalarıyla çıktıkları meydan mitinglerinde “ayet” okuyan gelenekten de koruyabilecek midir? 

Silahlı Kuvvetler “Bağımsızlığımızı’ mı korumaya karar vermiştir? 

Amerikan Emperyalizmi ve NATO ile “işbirliği” adı altıda imzalanan yüzlerce askeri bağımlılık belgesinden, “dost ve kardeş” amerikan üslerinden, savaş tez­kereleriyle peşine takılıp dönem komu­tanlıkları üstlendiğimiz uluslararası iş­gal ordularından, Uluslararası Para Fonu’ndan, Dünya Bankası’ndan, müşteri­si olduğu uluslararası silah tekellerin­den de koruyabilecek midir? 

Silahlı kuvvetler “Demokrasi­mizi” mi korumaya karar vermiştir? 

Son 50 yılda; 60’da, 71’de, 80’de, 97’de ve 2007’de yönetimlere si­lahla el koyan veya el koyma tehdidi ile parla­mentoları dağıtıp demok­rasiyi çalışamaz hale geti­renlerden de koruyabilecek mi­dir? 

Silahlı Kuvvetler “Türklüğümüzü” mü korumaya karar vermiştir? 

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını, TCK’nın 216. maddesini açıkça ihlal ede­rek, birbirinin düşmanı olarak ilan edenlerden de koruyacak mıdır? 

Silahlı kuvvetlerin bizi “korumaya” talip olduğu açıktır. 

Mevcut parlamento çoğunluğun­dan, siyasal iktidardan, kadrolaşmış bü­rokrasiden bu yolla ne kadar korunabi­leceğimiz tartışmalıdır. 

Ancak, bizi bizden, yani günlük orta­lama iki dolar ile yaşam mücadelesi sürdürdüğü için; sağlığa, adalete, eğitime erişimi imkansızlaştırıldığı için; farklı dinden-mezhepten, emik kökenden, ırk tan geldiği öne sürülerek itilip kakıldığı katledildiği için; sendikaya üye olup iş­ten atıldığı, sürüldüğü için, siyasetle il­gisinden, yazdığından çizdiğinden ceza­evinde bulunduğu için “NE MUTLU” olamayan içimizdeki “kalıcı düşmanlardan koruyacağım” şüpheye yer vermeyecek ölçüde anlamış bulunuyoruz. 

Parlamento kendi itibarsızlığının ve sahte demokrasi geleneğinin, AKP kendi gericiliğinin ve sermaye siyasetinin, CHP yeni ve dehşet verici sağcılığının esareti altındayken; siyasal partilerin ve medya­nın kulağı silahlı kuvvetlerin andıçlarına eğilmişken, birbirleri ile çelişkilerini as­keri bir darbeye havale eden sermaye ka­natlan karşısında artık temel ihtiyacımız, bizi” koruyuculardan” kimin koru­yabileceğini öğrenmektir. 

Zor tehdidi ile yasama (TCK 309, 311) ve yargıya (TCK 277,288) yapılan müdahale ve halkın birbirine düşmanlaştırılması (TCK 216) girişimi, adli-idari kovuşturma konusu yapılmalıdır. Mevcut siyasal çürüme ve meşruiyet bu­nalımı nedeniyle bunun başarılamayacağı açık gerçeği karşısında ise, siyasal ala­nı bu derecede itibarsızlaştırarak serma­yenin orta oyununa dönüştüren tüm si­yasal kurum ve kurulların geleceği tar­tışma konusu edilmelidir. 

Saygılarımızla-28.04.2007 

Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Merkez

  

Sayı : 2007 05