ÇHD’den muhtıraya tepki
Çağdaş Hukukçular Demeği (ÇHD) yaptığı bir açıklama ile 27 Nisan Muhtırasını protesto etti. ÇHD muhtıranın demokrasiye aykırı olduğunu belirttiği açıklamasında, muhtıra verenlerin hukuki sorumluluğu bulunduğunu da ifade etti. Konunun önemi nedeni ile ÇHD açıklamasını aynen yayınlıyoruz.
“27 Nisan 2007 tarihli Genel Kurmay Başkanlığı “basın açıklaması”, en basit hukuksal tanımı ile TCK 311. maddesinde düzenlenen Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin görevlerini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs” olarak değerlendirilmelidir.
Eğer bu müdahale beklendiği veya korkulduğu gibi, cumhurbaşkanlığı seçiminin yapılamaması ve parlamentonun “erken seçime zorlanmak” suretiyle feshine yol açacaksa, teşebbüs aşamasında kalmayıp “askeri hükümet darbesi” niteliğine bürünür ve burada TCK 309. maddesi ile düzenlenen “Anayasanın öngördüğü düzenin ortadan kaldırılması” suçunun tamamlanmış hali mevcuttur.
Trajik bir karşılaştırma ile, TBMM’yi zor tehdidi ile tasfiye etmeye çalışmakta veya cumhurbaşkanlığı seçimini engellemekte anayasal rejim açısından hiçbir sakınca görmeyen Genel Kurmay Başkanlığının,açıklama için “borsa etkilenmesin” diye gece yarısını beklemesi; banka ve sigorta şirketi sahibi bir ordunun sorumluluklarının ve sermaye ile ilişkisinin tezahürü olsa gerektir.
TBMM’nin ülkenin siyasal yaşamındaki ağırlığının, borsaya kıyasla, ölçülmesi imkânını yaratan ortamın; “seçim barajları, delege ağalığı, lider diktaları” nedeniyle, temsil yeteneğini çoktan kaybetmiş parlamentonun bizzat kendi tercihi olduğu akılda tutulmalıdır.
Muhtıra kime verilmiştir?
AKP iktidarını, Cumhurbaşkanı adayını veya Anayasa Mahkemesi hâkimlerini muhtıranın tek muhatabı olarak görmek yetersiz bir yaklaşımdır. Bu tehdit esas olarak ve her zaman olduğu gibi bu kere de siyasal ve toplumsal muhalefete yöneltilmiştir.
Silahlı Kuvvetler “Laiklîğîmizi mi korumaya karar vermiştir?
Bizi, 1971 ve 1980 cuntalarının kontrolünde yaratılan “zorunlu din dersi, imam-hatip okullarının örgün orta öğretim içerisine alınması, sola karsı Türk-İslam sentezi adı altında orta sınıf milliyetçiliği ile gericiliğinin harekete geçirilmesi” projelerinin sahibi ve uygulayıcısı olan Milli Güvenlik kurullarından ve yüksek rütbeli askeri yönetici elitten de koruyabilecek midir?
Tek bir dinin tek bir mezhebini “devlet dini” haline getirerek Diyanet İsleri Başkanlığı’nda örgütlenmiş on binlerce “devlet memuru” eliyle dini siyasete alet eden, askeri cuntaları meşrulaştırmak için üniformalarıyla çıktıkları meydan mitinglerinde “ayet” okuyan gelenekten de koruyabilecek midir?
Silahlı Kuvvetler “Bağımsızlığımızı’ mı korumaya karar vermiştir?
Amerikan Emperyalizmi ve NATO ile “işbirliği” adı altıda imzalanan yüzlerce askeri bağımlılık belgesinden, “dost ve kardeş” amerikan üslerinden, savaş tezkereleriyle peşine takılıp dönem komutanlıkları üstlendiğimiz uluslararası işgal ordularından, Uluslararası Para Fonu’ndan, Dünya Bankası’ndan, müşterisi olduğu uluslararası silah tekellerinden de koruyabilecek midir?
Silahlı kuvvetler “Demokrasimizi” mi korumaya karar vermiştir?
Son 50 yılda; 60’da, 71’de, 80’de, 97’de ve 2007’de yönetimlere silahla el koyan veya el koyma tehdidi ile parlamentoları dağıtıp demokrasiyi çalışamaz hale getirenlerden de koruyabilecek midir?
Silahlı Kuvvetler “Türklüğümüzü” mü korumaya karar vermiştir?
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını, TCK’nın 216. maddesini açıkça ihlal ederek, birbirinin düşmanı olarak ilan edenlerden de koruyacak mıdır?
Silahlı kuvvetlerin bizi “korumaya” talip olduğu açıktır.
Mevcut parlamento çoğunluğundan, siyasal iktidardan, kadrolaşmış bürokrasiden bu yolla ne kadar korunabileceğimiz tartışmalıdır.
Ancak, bizi bizden, yani günlük ortalama iki dolar ile yaşam mücadelesi sürdürdüğü için; sağlığa, adalete, eğitime erişimi imkansızlaştırıldığı için; farklı dinden-mezhepten, emik kökenden, ırk tan geldiği öne sürülerek itilip kakıldığı katledildiği için; sendikaya üye olup işten atıldığı, sürüldüğü için, siyasetle ilgisinden, yazdığından çizdiğinden cezaevinde bulunduğu için “NE MUTLU” olamayan içimizdeki “kalıcı düşmanlardan koruyacağım” şüpheye yer vermeyecek ölçüde anlamış bulunuyoruz.
Parlamento kendi itibarsızlığının ve sahte demokrasi geleneğinin, AKP kendi gericiliğinin ve sermaye siyasetinin, CHP yeni ve dehşet verici sağcılığının esareti altındayken; siyasal partilerin ve medyanın kulağı silahlı kuvvetlerin andıçlarına eğilmişken, birbirleri ile çelişkilerini askeri bir darbeye havale eden sermaye kanatlan karşısında artık temel ihtiyacımız, bizi” koruyuculardan” kimin koruyabileceğini öğrenmektir.
Zor tehdidi ile yasama (TCK 309, 311) ve yargıya (TCK 277,288) yapılan müdahale ve halkın birbirine düşmanlaştırılması (TCK 216) girişimi, adli-idari kovuşturma konusu yapılmalıdır. Mevcut siyasal çürüme ve meşruiyet bunalımı nedeniyle bunun başarılamayacağı açık gerçeği karşısında ise, siyasal alanı bu derecede itibarsızlaştırarak sermayenin orta oyununa dönüştüren tüm siyasal kurum ve kurulların geleceği tartışma konusu edilmelidir.
Saygılarımızla-28.04.2007
Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Merkez
Sayı : 2007 05