Ali İhsan Aksamaz: Kafkasya ve Türkiye’deki Kafkasya ile ilgileniyorum

0
446

Melezim, dünyadaki herkes ve herşey gibi. Konuşanları azalmış, yok sayılan, yok edilmeye çalışılan dillerin nefesiyim


– Ali İhsan bey merhaba, bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederek ilk soruyu yöneltiyorum. Kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?

– Ardeşen kökenli ve anadili Lazca olan bir baba ile kökeninde “Çerkeslik” de bulunan bir annenin ilk çocuğuyum. Melezim, dünyadaki herkes ve herşey gibi. Konuşanları azalmış, yok sayılan, yok edilmeye çalışılan dillerin nefesiyim. Üretenin, emeğin dostuyum. Metropol çocuğuyum. İnsanım.

– Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden Laz kültürüyle ilgili beklentileriniz nelerdir?

– Öncelikle konuya tarih penceresinden bakmak gerekir. 19. yy.’da kapitalizmin gelişmesiyle birlikte, Osmanlı ülkesi çeşitli emperyalistlerin hakimiyet alanı haline geldi. İttihatçıların marifeti ile de, Osmanlı ülkesi Alman emperyalizminin güdümüne girdi. 19. yy.’ın sonları ve 20. yy.’ın başlarında da ticaretini, siyasî iradesini, askeri gücünü, insanlarını, topraklarını çok büyük ölçüde kaybetti. 20. yy.’ın ilk çeyreğinde, bir zamanların Osmanlı İmparatorluğu, bir zamanlar kendisine bağlı olan ve daha sonra kendisinden ayrılan bölgelerin uluslaşması ve ulus devlet olması gibi bir sürece yöneltildi. Ulusal sanayisi olmayan, burjuvazisi gelişmeyen, yolu, okulu olmayan ve “çivi bile üretemeyen” Anadolu’da “Türk Aydınlanması” yaşanamadı. Bu sebeple de geleneksel üretim ilişkileri ile dinsel, mezhepsel, dilsel, kültürel farklılıklar günümüze kadar varlığını büyük ölçüde korudu.

CHP’nin tek parti diktatörlüğü, günlük hayatı sürdürmeye yönelik nafaka ekonomisi ilişkilerinin hâkim olduğu ve farklı anadillerin konuşulduğu yörelerde ulusal sanayinin kapitalist üretim ilişkilerini ve kurumlarını geliştiremedi. Yerel üretim ilişkilerini tasfiye edemedi. Bu sebeple de dilsel ve kültürel farklılıkları doğal bir yok oluş sürecine sürükleyemedi. Bunun yerine dilsel ve kültürel farklılıkları doğal olmayan bir yol ile yani resmî ideoloji ve resmî tarih tezleri ile ortadan kaldırmaya çalıştı.

Siyasî otoriteyi elinde tutan CHP’nin tek parti diktatörlüğü, Türkiye’nin anadillerini yok saydı ve bunların yok edilmesi için de elden gelen her şey yapıldı. 1950’de iktidarını kaybeden CHP, toplum ruhunda açtığı yaralar ile sonraki dönemlerde de etkisini sürdürdü. CHP sonrası dönemde, bu yaraların bazıları sarılmaya çalışılsa da, anadil konusu hiç gündeme gelmedi; akla gelmedi; sahiplenilmedi. İkinci Dünya Savaşı sonrasında başlayan yeni saflaşma ve ardından gelen Soğuk Savaş dönemi toplumsal dokuda meydana gelmiş olan yaraları gizlemek ile kalmadı; bu yaraları derinleştirdi; yeni yaralar açtı.

DSP – MHP – ANAP Hükümetinin ilgili yasa ve yönetmeliklerde yaptığı değişikliklerin ardından, yapılan resmî açıklama ile TRT’nin yalnızca Boşnakça, Arapça, Kırmançi, Çerkesçe ve Zazaca radyo ve televizyon yayını yapacağı duyuruldu. Beş anadildeki radyo ve televizyon yayınları, 7 Haziran 2004 Pazartesi günü Boşnakça ile başladı. TRT, Kırmançi, Zazaca, Boşnakça, Arapça ve Çerkesçeyi hangi kıstasları göz önünde bulundurarak yayın yapmak için seçti? Bunu bilemiyoruz. TRT’nin, DİE’nin verilerini dikkate alarak bu dilleri belirlediği düşünülebilir.

Anadillere ilişkin soruların en son 1985 nüfus sayımlarında sorulduğunu biliyoruz. DİE’nin anadil sonuçlarını açıkladığı en son sayım ise 1965’tekidir. 2000 yılında yapılan son nüfus sayımlarında ise, anadile ilişkin soru sorulmadığına göre; TRT, 1965 nüfus sayımı anadil verilerini mi dikkate aldı? Şimdi 1965 nüfus sayımı anadil verilerine bir bakalım: Anadili ve ikinci dili olarak Boşnakçayı 57.209 kişi; Çerkesçeyi 106.960 kişi ve Arapçayı 533.264 kişi konuşuyordu. Yine aynı yıl verileriyle Lazcayı 81.165 kişi; Gürcüceyi 79.234 kişi; Pomakçayı 57.372 kişi; Arnavutçayı 53.520 kişi ve Abazacayı ise 12.399 kişi anadili veya ikinci dili olarak konuşuyordu. Bu rakamlar, TRT’nin bir anadilini, konuşanının sayısına göre değerlendirmediğini gösteriyor. O zaman TRT’nin kıstası neydi? Bunu hiç öğrenemedik.
Devletten ne mi istiyorum?! Bakın şöyle: Devletin oluşturacağı ilgili komisyonlar Lazca için Latin alfabesine dayanan alfabe oluşturmalıdır. Ardından da, ilk aşamada en az on bin kelimelik temel Türkçe kelime dağarcığı tespit edilmeli ve buna göre Lazcanın sözlüğü oluşturulmalıdır. Bu sözlük yayınlanmalıdır. İlk etapta ilköğretim birinci sınıf öğrencilerinin düzeylerine uygun masal kitapları ve çizgi filmler radyo ve TV yayınlarında da kullanılabilecek şekilde hazırlanmalıdır.

Bütün bunlarla eşzamanlı olarak, Lazca ilgili çalışmaları yürütecek, yani; masal kitapları, ilköğretim öğrencilerinin düzeylerine göre “sosyal bilgiler” ve “fen bilgisi“ vb. kitapları, çizgi filmler, tiyatro eserleri, radyo – TV programlarını hazırlayıp sunacak, gazete ve dergileri yayınlayacak personelin yetiştirilmesi sağlanmalıdır. Bu personelin yetişmesinde, bu anadillerle ilgili ve/veya çalışmalar yapan komşu Gürcüstan’ın akademik personelinden de faydalanılabilir.

Gerek personel yetiştirilmesi gerekse de yazılı, görsel, işitsel vb. her türlü materyalin hazırlanmasındaki bütün harcamalar, kuşkusuz ilgili devlet kuruluşları tarafından karşılanmalıdır.

– Ülkemizde Laz dili ve kültürüyle ilgili yayınlanan ve sizin de kadrosu içinde olduğunuz “Ogni” dergisi ile ilgili süreçten söz edebilir misiniz? Ogni’nin hedefleri ne idi?

– Aktüel Dergisi’nin 8-14 Ekim 1992 tarihli, 66. nüshasında “Laz Enstitüsü Kuruluyor” başlıklı bir haber yayınlanmıştı. Bu haber ile birlikte “Laz Burjuvazisi de Destekliyor” başlıklı da bir röportaj. Laz dili ve kültürünün yaşatılması konusunda bir şeyler yapılmasını isteyen samimi insanların da içinde bulunduğu bir grup toplantılar yapmaya başlar. İnsanları doğru hedefe yöneltebilecek bir önderlik bulunmadığı için “tribünler”e hitaben, basına sorumsuzca ve cahilce verilen röportajlar meyvesini verir; reaksiyoner çevreler kinlerini gazetelere kusarlar. Donanımsız insanlar korkar. Bu kültürel hareket içerden boğulmuş olur. Aktüel Dergisi’ne verilen röportaj ile başlayan bu kısa sürecin değerlendirilmesi muhatapları tarafından hâlâ ciddî olarak yapılmış değildir.

Ben yukarıda sözünü ettiğim bu küçük çevrenin dışındaydım. Bu küçük çevreden birkaç kişi ile 1993 Yazı’nda tanıştım. Amacım bir yayın organı çıkartılmasına ön ayak olmaktı.

“Ogni”nin yayınlanacağını 15 Ekim 1993 tarihli Aydınlık Gazetesi’nde benimle yapılan röportaj ile duyurdum. “Ogni”, Kasım 1993’de yayınlanmaya başladı. “Ogni” altı sayı yayınlanabildi. Bugüne kadar konudan çeşitli şekillerde nemalanmak isteyenler “Ogni”nin adını çeşitli zeminlerde çok kullandı. Ancak “Ogni”süreci de bugüne kadar sağlıklı olarak değerlendirilemedi. Ben, bu süreci en iyi bilen kişiyim. Ancak bugüne kadar bu süreç, aktörler ve bilinen ve bilinmeyen rolleri hakkında bugüne kadar hiç konuşmadım ve yazmadım. Bu sürecin değerlendirilmesinin, mimarları tarafından ortak olarak yapılmasından yana olduğum için şimdilik bir şey söylemek istemiyorum. “Ogni”, yazılı aktarımın önemini öğretmiş ve tarihsel ve dilsel bilinç oluşmasında önemli bir görev üstlenmiştir. Zuğaşi Berepe de bu sürecin ürünüdür.

– Kafkasya Yazıları dergisinin isim babası olduğunuzu biliyoruz. Bu süreçten de söz eder misiniz?

– “Ogni”nin yayının son bulmasından sonra, Çiviyazıları Yayınevi ile bağlantı kurdum. “Ogni” gibi bir yayın organının buradan yayınlanması için çok çaba harcadım. Ne var ki sonuç alamadım. Sonuçta “Kafkasya Yazıları”nın yayınlanması ve yayınevinin “Mjora” kitap dizisinin oluşturulmasında başarılı oldum.

– Mjora sürecinden de bahsetmenizi isteyecektik, siz konuya girmiş oldunuz.

– “Kafkasya Yazıları”nda Lazlar ve Lazcaya ilişkin yanınlanan makaleler, “Lazlar” ve “Kafkasyadan Karadenize Lazların Tarihsel Yolculuğu” vb. kitaplar “Mjora”ya giden yolu açmıştır. “Mjora” uzun ömürlü olamamıştır. Munir Yılmaz Avcı’nın çalışmalarını, Sima Vakfı’nı ve bu vakfın yayın organı “Sima”yı da unutmamak gerek.

– TRT 6 Kürtçe yayına başladı. Daha önceki süreçte bir kısım Laz aydınının TRT 5 deki sınırlı ana dil yayınına yönelik TRT’ye Lazca yayın için başvuruları oldu. Sizin konuyla ilgili düşüncenizi alabilir miyiz?

-Bu konuda birçok kişinin TRT’ye başvurusu oldu. Kimi kastettiğinizi bilmiyorum. Dolayısıyla da yorum yapamıyorum. Ancak; Lazca konusunda samimi olan, Lazca birşeyler üretir. Meselâ benim de içinde olduğum bir grup www.kolkhoba.org’u kurdu; üç yıldır Lazca yayın yapıyor. Lazca yayın konusunda ciddi olan Lazca yazar. Bunun dışındaki her çaba şova yöneliktir; ciddi değildir.

Burada hemen belirteyim. Bir kaç yıl önce babam (Faik Aksamaz) hem TBMM’ne ve hem de TRT’ye, hem Türkçe hem de Lazca dilekçe ile başvuru yaptı. Lazca yayın talebi konusunda ciddî olanların, önce kendi sitelerinde Lazca yayın yapmaları ve Lazca dergi çıkarmaları gerekir. Açık söylemek gerekirse Türkiye’de Lazca yayın yapabilecek tek kadro kolkhoba.org ve Munir Yılmaz Avcı’dır. Kuşkusuz Gürcüstanlı dilbilimciler ve radyo ve televizyon programcılarından da destek aranabilir. Ayrıca TRT’nin, sitesinde yayın yaptığı diller arasına Lazcayı da katması öncelikli bir beklenti olmalıdır.

– 2005 yazında Gürcistan’a gittiğinizi biliyoruz. Neler gözlemlediniz? Abhazya-Gürcistan ve Güney Osetya-Gürcistan anlaşmazlığına ilişkin düşüncelerinizi aktarabilir misiniz?

– Evet, 2005 Yazı’nda, o zamanlar Gürcüstan Lazlarına yönelik Lazca yayın yapan Radio Kolkha’nın çağrılısı olarak Gürcüstan’a gittim. Gürcüstan’ın tarihi bölgelerini gezme imkânım oldu. Gürcüstan çok küçük bir ülke. Bu ülkeye en büyük düşmanlığı da bu ülkenin politikacıları yapmış. Uyguladıkları politikalar Gürcüstan halkını bölmekle kalmamış, ülkeyi Rusya’nın hedefi durumuna da getirmiş. Abhazya-Gürcüstan ve Güney Osetya-Gürcüstan anlaşmazlığını bu çerçevede değerlendirmeli. Rusya ile iyi geçinen ve Kafkasyalıların gönlünü almış bir Gürcüstan’ın bölgede bir barış ve dostluk adası olabileceği hâlâ bir ütopya değildir.

– Lazca ve Lazlar’ın, Gürcü dil ve kültür dairesi içinde değerlendirilmesi konusunda, Gürcistan’da yaşayan Megreller’i de değerlendirerek, düşüncelerinizi alabilir miyiz?
– Lazlar, en yakından Megreller, sonra Gürcüler ve daha uzaktan da Svanlar ile akrabadır. Gürcüstan’ın şu anda uyguladığı milliyetler politikasının temeli Sovyet Yönetimi tarafından atılmıştır. Sovyet Yönetimi, Megrelleri yok saymıştır. Bu politika yanlıştı; hâlâ uygulanıyor. Bir başka önemli nokta; biz buradan pek anlamıyoruz ama; Gürcüstan’da Kilise önemli bir yere sahip. Megrelleri, bağlı oldukları Kilise bakımından da değerlendirmemiz gerekir. Gel gör ki, böyle giderse, politikacıların uygulamaları Gürcüstan’ı Tiflis merkezli bir şehir devleti haline dönüştürebilir. Böylesi bir gelişmenin sorumlusu, tek sorumlusu Rusya değil, kuşkusuz o ülkenin politikacıları olacaktır.

– Şu sıralar yeni bir çalışmanız var mı? Geleceğe yönelik projeleriniz nelerdir?

– www.kolkhoba.org ile ilgili çalışmalara devam ediyorum. İleride Lazca internet radyoculuğu yapma gibi düşüncem var. Ayrıca Kafkasyalıların dillerinin yaşatılmasına yönelik bir platform oluşturmaları konusuna kafa yoruyorum.

– Sorularımızla sizi sınırlamayalım, söylemek istediğiniz başka neler var?

– Belirtmek istediğim iki konu var. Birincisi, bugüne kadar kitaplarımı yayınlayan hiç bir yayınevinden telif ücreti almadım. İkincisi, bugüne kadar iki gazeteye röportaj verdim. İlki, 15 Ekim 1993 tarihli Aydınlık Gazetetesi’ne. Diğeri, 13 Haziran 2006 tarihli Ülkede Özgür Gündem Gazetesi’ne. Ne yazık ki, her iki röportajda da söylemediğim şeyler yazıldı. Söylediklerim de değiştirildi. Bunu paylaşmak isterim.

– Bizimle yaptığınız röportajda böyle bir şey yaşamayacaksınız, olduğu gibi yayınlayacağız.
Ali İhsan bey bize zaman ayırdığınız ve yanıtlarınız için teşekkür ederiz. Son olarak Jıneps okurlarına ve Çerkesler’e bir mesajınız var mı?

– Dillerimiz önemlidir. Dil konusuna duyarlı insanların destek vereceği bir platforma ihtiyaç bulunmaktadır. Bu konuda neler yapılabilir? Bu konuya kafa yoran insanlar bir araya gelmelidir. İlkeleri tespit edip işbaşı yapılmalıdır. Ne yapacağını bilmeden, ilkesiz yola çıkanlar, bir süre esen rüzgârın etkisiyle fındık kabuğu misali havalanabilirler. Ancak rüzgâr kesilince kafa üstü betona çakılırlar. Bunun bilincinde olmak gerekir. Emeğe ve dillere saygılı herkes beraberlik içinde çalışmalıdır.
Jıneps okuyucularına, sağlık, başarı ve mutluluk dolu günler diliyorum. Ayrıca bana bu imkânı sağladığınız için size de teşekkür ediyorum.


Ali İhsan Aksamaz

24 Ocak 1959 tarihinde İstanbul – Nişantaşı SSK’da doğdu. İlk ve Orta öğrenimini İstanbul’da tamamladı. 1977-1980 yılları arasında İstanbul İtalyan Kültür Merkezi ve Roma Societa’ Dante Alighieri Dil Okulunda İtalyanca kurslarına devam etti. Konya Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi İngilizce Anabilim Dalından mezun oldu. Askerlik hizmetini Tuzla Piyade Okulu’ndan sonra, Çankırı Astsubay Hazırlama Okulu’nda piyade asteğmen olarak tamamladı. Devlet okulu, özel okul ve kurslarda öğretmen ve yönetici olarak çalıştı. İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Özürlüler Merkezi’nde eğitmen olarak görev aldı. Evli ve bir çocuk babası.

İlk gençlik yıllarından itibaren ülke ve dünya sorunlarına ilgi duydu. Toplumsal mücadelede yer aldı. Esas olarak, 1992 yılından beri Kafkasya ve “Türkiye’deki Kafkasya” ile ilgileniyor. Bu manada, Lazca ve Gürcüce ilgi ve çalışma alanı içindedir.

1965 nüfus sayımı anadil verileri;
Anadili ve ikinci dili olarak:

-Boşnakça     57.209,
-Çerkesçe     106.960,
-Arapça          533.264,
-Lazca               81.165,
-Gürcüce        79.234,
-Pomakça      57.372,
-Arnavutça     53.520,
-Abazaca       12.399

kişi tarafından konuşuluyor.

 

Sayı : 2009 02

Önceki İçerikTarihten Bir Yaprak
Sonraki İçerikYaşam hakkı hepimiz için gerekli, suskunluk çözümsüzlüktür..
Yaşar Güven
1958’de, Düzce Köprübaşı Ömer Efendi Köyü’nde doğdu. 1980 yılında İTÜ Gemi İnşaat ve Deniz Bilimleri Fakültesi’nden mezun oldu. Üyesi olduğu Gemi Mühendisleri Odası’nın (GMO) 50. yıl ve İstanbul Kafkas Kültür Derneği’nin (İKKD) 60. yıl Andaç çalışmalarının editörlüğünü yaptı. Her iki kurumun yönetim kurullarında görev aldı. Kurucusu olduğu firmada iş yaşamı devam ediyor. 2005 yılı aralık ayında yayın hayatına başlayan Jıneps gazetesinin kurulduğu tarihten itibaren yayın kurulu üyesi.