İnci Hekimoğlu – Can Uçak – Fatma Çetinkaya
Kadınların hak ve eşitlik mücadelesinin simgesi olan Dünya Kadınlar Günü kutlanırken, hâlâ kadınlar ölümcül şiddetin nesnesi olmamak, eşit işe eşit ücret alabilmek, sosyal, siyasal, hukuksal alanda eşit ve özgür olabilmek için mücadele ediyor.
Amerika’nın New York kentinde, 1957 yılında tekstil işçisi kadınların tarihe geçen hak kavgasıyla bütün dünyada kabul edilen 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, kadın mücadele tarihindeki elbette ilk mücadele değildi.
Hayatın hemen her alanında kadın mücadelesinin örnekleri, tarihi yazan erkeklerce gözden kaçırılmaya ya da görmezden gelinmeye çalışılsa da, bugünkü kazanımları, ağır bedeller ödenerek verilmiş mücadelenin üzerinde yükseldi.
Dünya Emekçi Kadınlar Günü, bu mücadelenin beraberinde getirdiği bilinç yükselmesi nedeniyle de daha sonra Dünya Kadınlar Günü olarak anılmaya başlandı. Bu değişimin altındaki imza ise çok daha eski bir tarihte, 1910 yılında Alman Sosyalist Clara Zetkin’e aitti. Zetkin, Sosyalist Enternasyoneli’nde Dünya Kadınlar Günü olmasını önermiş ve kabul edilmişti. Bu tanım, kadının hak mücadelesinin yalnız iş yaşamını değil, eviçi emek dahil bütün alanları kapsadığı, kadınların çalışan-çalışmayan yapay ayrımını engellediği gerekçeleriyle kabul gördü.
Kadınlar bugün, yasal ya da sosyal anlamda pek çok hakka kavuşmuş olsa da hâlâ fırsat eşitliği için, eğitim hakkı için, eşit işe eşit ücret için, şiddetin nesnesi olmaktan kurtulmak için, eviçi emeğin tanınması için, siyasal sistemde vitrin değil belirleyici unsur olabilmek için mücadeleyi sürdürürken, ağır bedeller ödemeye de devam ediyor. İşte Türkiye’den ve Dünya’dan, her biri bir başka alanda kadın mücadele tarihine geçen kadınlar:
Politkovskaya, 1958 yılında Ukraynalı anne babasının Birleşmiş Milletler’de (BM) diplomat olarak görev yaptığı ABD’nin New York kentinde dünyaya geldi. Moskova Devlet Üniversitesi’nde gazetecilik eğitimi almıştı. Gazeteci ve insan hakları eleştirileri nedeniyle Rusya ve Çeçen yetkililerinin yıldırma ve taciz girişimleriyle karşı karşıya kalan Politkovskaya, Haziran 2004’te, Çeçenya’da şu anki Başkan Ramzan Kadirov’un Tsenteroi’deki evinde, birkaç saat süreyle alıkonulmuştu. Gazeteci o gün için, sözlü tacize uğradığını ve tehdit edildiğini söyleyecekti.
Putin‘in Çeçenler’e karşı yürüttüğü savaşa karşı olması ve bu savaşı Kirli Savaş olarak nitelendirmesi ve aynı adlı bir kitap yayımlaması ile gündeme geldi. Bu görüşleri yüzünden sık sık eleştirilere uğramış, Beslan okul baskınına giderken uçakta zehirlenmiş, birkaç defa öldürülmek istenmiş ve 7 Ekim 2006’da dairesinin bulunduğu binanın asansöründe ölü bulunmuştur.
Halka açık bir toplantıda söz sırası kendisine geldiğinde, ürkerek konuşamayacağını ifade eden Zetkin, 1889’da Paris’te yapılan 2. Enternasyonal’in kuruluş kongresinde ise kendinden emin, cesur ve akıcı bir dille konuşma yaparak, işçi ve emekçi kadınların davasına sözcülük yaptı. “Kadın işçiler, kadının özgürlüğünün ayrı değil, büyük sosyal sorunun bir parçası olduğundan tamamen emindirler.”
Paris’teki bu konuşma, yalnızca Clara Zetkin’in ilk konuşması değil; bu konuşma, uluslar arası bir topluluk önünde kadının eşitlik ve özgürlük mücadelesi için savaş veren bir kadının tarihteki ilk konuşması da oldu. Clara Zetkin’in büyük bir inanç ve tutkuyla dile getirdiği sorunlar ve bu sorunlar karşısında talep edilenler büyük yankı yarattı.
Clara Zetkin kadın ve çocuk sorunlarıyla ilgilendi. Kadın problemlerini dinledi, işçi kadınların yaşam koşullarını yakından izledi.
20 Temmuz 1923 de 76 yaşında ama genç bir savaşçı olarak öldü.
Emine Arslan
Bir yıla yakındır fabrika önünde direniş yapan DESA işçisi Emine Arslan, 4 çocuk annesi. Tek kişilik grevini büyük bir kararlılıkla sürdüren Arslan, hava koşullarına, ekonomik sıkıntılara, patron baskısına, polis baskısına boyun eğmeden sürdürdüğü grev ile kadın tarihine şimdiden adını yazdırdı.
Hayriye Melek Hunç
Kuzey Kafkasya göçmenlerinin kültürel yaşamında rol oynamış ,aydın bir Çerkes kadınıdır. Büyük Çerkes sürgününde Kafkasya’nın Soçi yöresinden Anadolu’ya sürülen bir Vubıh ailenin kızıdır. 1896 yılında Manyas’ın Hacı Osman köyünde doğdu. Genç yaşında İstanbul’daki Kafkas göçmen örgütlerinin kültürel/sosyal yaşamalarına aktif olarak katıldı. Babası Kasbolet Bey, 1877-78 Osmanlı Rus savaşına Çerkes gönüllü birlikleri içinde katılmış ve Balkanlar’da Ruslar’a karşı savaşmıştı.
Meşrutiyetin ilanından sonra kadınlara yönelik olarak yayınlanan “Mehâsin”, “Musavver Kadın” ve “Türk Yurdu” dergileri başta olmak üzere çeşitli dergi ve gazetelerde yazıları ve şiirleri yayınlandı. “Çerkes İttihad ve Teavün Cemiyeti”nin organı olarak İstanbul’da Türkçe-Adigece yayınlanan “Guaze” (Rehber) gazetesinde yazılar yazdı. Kafkas sürgünlerinin tarihinde özel bir yeri olan “Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti”nin (İstanbul, 1918-1922) kurucuları arasında bulunarak bu derneğin başkanlığını yaptı. Dernek organı olarak Türkçe-Adigece yayınlanan “Diyane” (Annemiz) (1920) adlı derginin de başyazarıydı.
Leyla Halit
Dünyanın ilk kadın hava korsanı olarak tarihe geçen Leyla Halit, 15 yaşındayken babasını İsrail’e karşı savaşırken kaybetti. 1969’da TWA’ya ait bir uçağı Suriye’ye kaçırdığında 25 yaşındaydı. Elinde silahı, boynunda poşusu ve kapkara gözleriyle Halit, tüm dünyanın dikkatini Filistin’e çekmeye başardı. Şu konuşması bütün ezilen halkların da duygularının ifadesiydi aslında:
“Ezilenler her zaman hak sahibidir. Haksızlığı yaratan şeyleri ortadan kaldırmak için mücadele etmeliyiz. Bunun için bizim İsrail’in tanklarını çiçeklerle karşılamamızı beklemeyin. Siyonist amaçlarla hareket edenlerle asla barış yapamayız. İsrail bugün tek amaçla hareket ediyor. Bu amaç sadece Filistin’i yok etmek üzerine kuruludur. Onlara sadece şunu söylüyorum. Filistin’i yok etmek için çiçekleri koparabilirsiniz, ama baharın gelişini engelleyemezsiniz.”
16 Mart 2003’te 23 yaşındaki Amerikalı, İnsan Hakları aktivisti Rachel Corrie, İsrail ordusunun Filistin Gazze Şeridi’nde bir doktorun evini ve ailesini yok etmesini engellemeye çalışırken, bir askeri buldozer tarafından ezilerek yaşamını yitirdi.
İşçi sınıfı mücadele tarihinde Marks, Engels, Lenin, Troçki ile birlikte devrimci marksist önderler arasında yerini alan Rosa Lüksemburg, 15 Ocak 1919’da Alman Devrimi’nin başlamasından iki ay sonra öldürüldü. Henüz 48 yaşında olmasında rağmen geriye zengin bir teori ve mücadele geleneği bıraktı.
Rosa Lüksemburg, bugün tüm dünyanın özgürlüğü için savaşmış ve yaşamını özgürlüğe adamış bir insan olarak hatırlanır. Çünkü onun yarattığı mücadele birkaç kişiyle başlamış, tüm dünyayı içine almıştır.
İsveç’te “namusunu temizleme” adına babası tarafından öldürülen 26 yaşındaki Fadime Şahindal…
Tecavüz sonucu hamile kalan ve çocuğu olan 22 yaşındaki Güldünya Tören… İstanbul’a kaçmakla da canını kurtaramadı. Ağabeyi onu önce sokak ortasında kurşunladı, ölmediğini anlayınca kaldırıldığı hastanade kurşun yağmuruna tuttu.
Yani kendi aileleri tarafından, ağabeyleri, babaları tarafından katledilen üç kadın! Başlık parası, berdel, kumalık kurumu, namus cinayetleri… Kadınları köleleştiren, onlara her gün eziyet ve işkenceyi hak gören, boyun eğmedikleri ve hele de başkaldırmaya yüz tuttuklarında hiç acımasızca onları katleden erkek egemen-feodal töreler!
Sayı : 2009 03