Önü Kesilen Taze Güç Kafkas Uygarlığının Birikimiydi

0
588

Kafkasya, tarihte mitolojileriyle, ateşin çalınması öyküsü ve Kaf dağına sürgün edilen tanrıların buluştuğu yer olmasıyla bilinen; büyülü, gizemli, efsunlu bir coğrafya. Antik el yazmacısı edebiyatçılara, gezgincilere, deniz ticareti yapan; Yunan, Venedik, Ceneviz tüccarlarına, krallara ve daha pek çok kimseye, pek çok alana ilham vermiş, tarihin en eski dönemlerinden günümüze insanlığın ilgi odağı olmuş bir coğrafya. Doğudan batıya, batıdan doğuya kavimlerin geçtiği bir kapı. Diller, dinler, halklar diyarı… Antik çağda pek çok filozof; “Dili arıyorsan Persefonede arama, Kafkasya’nın derin vadilerinde ve dağlarında ara” demişti. Böylesine zengin bir coğrafya, bölgesinde stratejik öneme sahipti. Fadayev; “Karadeniz ve Hazar Denizi arasındaki bölge, Rusya’nın bütün Müslüman Asya ile yakın temasını sağlar. Rusya, Kafkas yarımadasından gereken her yere ulaşabilir. Rusya için Kafkas yarımadası, Rus kıyısını Asya kıyısının kalbine bağlayan bir köprü, Orta Asya’yı düşman tesirinden koruyan bir duvar. Karadeniz ve Hazar Denizlerini muhafaza eden bir ileri tabyadır. Bu memleketin işgali, devletin en belli başlı görevini teşkil eder.” Açıkçafiili olarak Çarlık Rusya’sının Kafkasya’yı işgalini savunmuştu.

Çarlık, Çerkeslerin taze gücünü, ticari ilişkilerini, verimli çabasını, Kafkas uygarlığına giden birikiminin önünü kesmiş, işgal ve savaş politikalarıyla gelişmesine engel olmuştu. Gene de Çerkesler, Kafkas -Rus savaşları döneminde ellerindeki silah gücünün azlığına rağmen, dev gücü olan Rus Çarlığının üstün silahlarına karşı yüzlerce yıl direndiler. “Kuzey Kafkasya’da tarihin hatırlayamadığı zamanlardan beri Adıgeler oturuyordu. Klasik devirleri araştıranlarca Zih, Cik, Abey, Kerket, Kasog vb. isimler verilen Adıgeler çok eski zamanlardan itibaren Karadeniz ve Azak sahillerinde yerleşik halde, kuzeyde Don Nehri’ne, doğuda ise evvela Alan, sonra Hazar memleketlerine, nihayet Rusların ortaya çıkışından biraz evvel ise Hazar Deniz’ine dek uzanıyordu.”

Daha o dönemlerden başlayarak Kafkasya’da yüzden fazla dil konuşuluyordu. Günümüzde bu dillerden kırktan fazlası yazılı hale dönüştürülmüştür. Diğer diller ise varlıklarını hala sözlü olarak sürdürüyorlar. Konuşulan bu dillerden pek çoğu gelecekte ölü diller arasına girmekle yüz yüze kalmıştır.

19. yüzyıllarda bölgeyi gezen pek çok kişi vardı. Cenovalı gezginci Georgi İnteriano Kafkasya’ya yaptığı seyahatleri anlatırken, Adıgeler’in Zih olduklarını yazmaktadır: “Yunan ve Latin halk dillerinde bunlara Zih, Tatar ve Osmanlı’da ise Çerkes, kendi lisanlarında ise Adıge denilmektedir. Onlar, Asya’da Don nehrinden başlayarak bütün deniz sahiline yayılmışlar. Karadan ise İskitler’le sınırları bulunmaktadır.” Moğollar saldırılarına rağmen Adıgeler’i yurtlarından çıkaramadılar ve Altın Ordu devleti parçaladıktan sonra Ruslar, Adıgeler’in topraklarına girdiler. Tarihi Kafkas – Rus savaşları ve Kafkas trajedisi bu dönemlerden başlayarak 19. yüzyıla dek sürdürüldü.

Daha 18. yüzyılda Kırım Sarayı’nda bulunan Fransız konsolosu Peysonel ise: “Kırım sahilleri ile Taman Limanı Çerkeslerin hakimiyeti altındaydı” diyordu. Ancak Osmanlı – Rus çıkar çatışmasıyla oluşan ilişkiler sonucu her iki sömürgeci devlet, Çerkesleri kendi aralarında ezmeye çalıştı. Süreç Osmanlı – Rus savaşlarını başlattı. Ve Osmanlılarla – Ruslar aralarında anlaştı. Kuzey Kafkasyalıları, Rusya kendi “tebası” saydı. Osmanlı – Rus anlaşmasıyla, Kırım müstakil görüldü. Adıgeler kendilerinden habersiz olarak Osmanlı – Rus anlaşmasıyla Rusya’ya teslim edilmişlerdi. Olan Adıgelere oldu. Kuban tarafındaki topraklar boşaltıldı. Buralara Kazaklar yerleştirildi. Devam eden Rus – Çerkes savaşlarının en çetini buralarda verildi. Ardından 1864 sürgünü ile topraklar boşaltıldı. Çerkesler yurtlarından çıkartıldı, yabancı diyarlara sürüldüler. Savaş, yaşanılan katliam ve sürgünlerle trajedi başlamış oldu.

Sürgün edildikten sonra Osmanlı devletine gönderilen Çerkesler, yerleştirildikleri topraklarda pek çok yabancı halklarla bir arada, çeşitli zorluklar içerisinde, dillerinden başka dil bilmedikleri bir coğrafyanın insanlarıyla bir yaşam sürdürdüler. Özellikle sürgünler Osmanlının Arap ve Balkan vilayetlerine dağıtılmışlardı. Bu topraklarda Osmanlı, Çerkesleri tampon bölgelere yerleştirmiş, halklar arasına serpiştirmişti. Sürgün edildikleri dönem Osmanlı İmparatorluğu çöküşün eşiğine dayanmıştı. Osmanlı, Çerkeslerin savaş gücünden ve nüfus yoğunluğundan yararlandı. Onları silah altına aldı. Çeşitli cephelere sürdü. Osmanlıya karşı Balkanlarda Milliyetçi hareketler vardı. Balkanlılar bağımsızlık arayışları içerisine girmişlerdi. Sürgünleri, Osmanlı en stratejik noktalara yerleştirdi. Çatışmalara itti. Ardından Arap topraklarında kopuş yaşandı. Suriye ve Ürdün’e yerleştirilenler oralarda savaşlara sokuldu. Anadolu’da ise Doğuda Ermenilerle, Kürtler arasına, Batıda ise Marmara’da önemli bir Çerkes kolonisi kurulmuştu. Osmanlı iskan politikaları Çerkeslerin bir arada yaşamalarına engeldi. Böylelikle parçalanan Çerkesler için kolay asimilasyonun önü açıldı.

1. ve 2. Dünya savaşlarından sonra ise Orta-Doğu ve Balkanların haritası tepeden tırnağa değiştirildi. Çerkesler, özgür iradelerinin dışında oluşturulan yeni devlet sınırları içerisinde kaldılar.

 

Sayı : 2009 06