Jıneps’te “Kafkas Diyasporası Yayınlarından Seçmeler” bölümünü yapmaya başladığımızdan beri süreli yayınlar üzerinde çalışmaya çalışıyorum.
Dergi, gazete, bülten her ne yayınlanmışsa özellikle ilk sayılarındaki ‘çıkarken’ ya da ‘başlarken’ yazılarını bulup okumak, ilerleyen sayılarda analiz yazılarını okumak vd.
Yayın çizgileri, dönemin Türkiye, Rusya ve Kafkasyasına dair analizler. 1950’lerden, 60’lardan, 70’lerden yazılar, bir kısmı sanki bugünü anlatıyor. Onlu yıllar geçmiş ama sanki her şeye yeniden, baştan başlıyoruz gibi. 30-40 yıl önce yazılmış kimi yazılar, bugünün de konusu. Değinilmiş ama çözüm bulunamamış, tespit yapılmış kişisel görüş belirtilip bırakılmış. Zaten böyle mi olur?
Şikayete dair yazılar da var, birbirine benzediklerini, bu gün de bezerlerinin yazılabileceğini, yazıldığını iletsem şaşıran olur mu?
Deneyimler aktarılamamış izlenimi oluşuyor. Geçmişe saplanıp kalmamak ama geçmişten ders çıkarmak. Aynı hataları, eksiklikleri tekrarlamamak. Lan bitenden haberdar olmak ama fikir sahibi düzeyinde değil, bilgi düzeyinde… Belki de bir durup deneyimlerin üzerinden geçmek enerjimizi verimli, tasarruflu kullanmak için işe yarayacak. Bunun için zaman ayırmak anlamsız mıdır?
Süreli yayınlarımız..
Dernek yayını olanlar, bağımsız yayınlananlar..
Genelde kısa ömürlü olmuş yayınlar. 6 ay, 1 yıl civarı yoğun olarak. 1 yıl ve üzerine devam edebilenler sayılı. 2-3 ay, genel anlamda bir yılın altında yayınlananlar ise bir hayli fazla.
Jıneps yayınlandığında pek çok söylencenin arasında sırıtanlardan biri “bakalım bu/bunlar kadar dayanacak?” idi.
Geçmiş deneyimlerimizin de yardımcı olduğu bir soru.
Derneklerimiz adına ya da desteği ile yayınlanan da dahil kısa ömürlülük, bir türlü “onlar” “bunlar” tanımlamalarının yanına “biz” dedirtemedi. 60 yıldır, cumhuriyeti baz alsak 90 yıldır. Hadi biz bağımsız bir çizgi olsun dedik ve inatla da öyle gidiyoruz ve 7 yıla karşın ayaklarımızın üzerine dikilemedik. Ya daha önce ciddi sayıda üyesi olan Derneklerimizin yayınları? Ve şimdi Nart. 60 derneğin Federasyonunun yayın organı. 2000 baskı ve ayakları üzerinde duramıyor. Hem bağımsız duranlar, hem dernek örgütlülüğü içinde olanların başaramaması söz konusu olunca hangi sorular öne çıkar?
Bir yerde bir yanlışlık olabilir mi?
Eksik bıraktığımız bir tespit olabilir mi?
Bütün kusurlar yayında mıdır?
Yayını çıkaranlarda mıdır?
Yayının içeriğinde midir?
Ve ‘onlar, bunlar’ yerine aslında ‘biz’ başaramadık sorgulaması da yapılmalı mı?
Kimlik ve tarih bilincimizle ilgili bir sıkıntı söz konusu olabilir mi?
Kendi içimizden sıyrılıp bir de dışarıdan bakmalı mı?
Örneğin Türkiye kamuoyu nasıl değerlendiriyor olabilir bu durumu?
Yayından öte genel durumumuzu..
Belki de doğru soruyu soramıyorum henüz.
Türkiye’de Çerkes olmak, Kürt olmamak, Ermeni olmamak
Hiç dolaştırmadan; Kürt ve Ermeni sorunlarında Türkiyeli halkların tutumu sıkıntılı.
Aynı demeye çalışmadan benzerlikleri işaret etmeye çalıştığımız dikkate alınırsa;
Çerkesler açısından; 1864 Çarlık Rusyasının uygulamaları, 1915 Osmanlı İmparatorluğu uygulamaları.
Çerkeslere uygulanınca soykırım, katliam, sürgün ama Ermenilere uygulanınca başka bir şey.
Rusya Federasyonu’nun Çeçenlere uygulamaları – reva gördükleri, Anna Politkovskaya’nın yazdıklarını hatırlayın; Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürtlere, Zazalara, Alevilere uygulamaları.
Ermeniler ve Kürtlere reva görülenleri nasıl görmezden gelebiliyoruz, yokmuş böyle şeyler gibi nasıl davranabiliyoruz, ve hatta karşı tutumla Türk şovenistleri ile nasıl aynı tutum içine girebiliyoruz?
Ethem üzerinden Çerkesler haindir tezini geliştiren anlayışla, Ermenilere küfreden anlayışın aynı zihniyetin uzantıları/devamı olduğunu göremiyor muyuz?
Görmemiz engellendi/engelleniyor olabilir mi? Olanlar değil görmemiz istenenler servis ediliyor olabilir mi? Her şey aslında bildiğimiz gibi olmayabilir mi?
Üstelik onyıllar boyunca farklı bir algı yaratılmış, ‘zalim devlet mazlum aslında’ anlayışı benimsetilmiş, bir takım halklar hain, bölücü, toptan terörist, küfür edilesiceler olarak kategorize edilmiş olabilir mi? ‘Onlar var ya onlar’ der durumda mıyız?
Onlar değil aslında bizler söz konusu belki de, ama 90 yıllık uygulamaların ağır baskısı ile henüz bunu anlamak için beklemek durumunda olabilir miyiz?
Biraz dikkatli baksalar, şimdi oluşturulan ön yargı ile nefretle bakmaları sağlanmış Çerkesler, Lazlar, Gürcüler,..; aslında Hocalı’da Azerilerin, 1915’te Ermenilerin, Uludere’de Kürtlerin, .. yanında olmak gerektiğini, halklara reva görülen kötülüklerin toptan karşısına dikilerek ancak kendileri olabileceklerini; işte o zaman 1864 Çerkes soykırımını ve büyük sürgünü daha bir anlayıp, içselleştirip başkalarının da acıları haline getirilebileceklerini düşünebilirler mi?
Bu konuda da doğru soruyu soramıyor olabilirim henüz. Bir gün bulacağım doğru soruyu, geç olmasa o gün.
Sayı: 2012 03