Günlerden ‘Mahur Beste’ Cumartesi Anneleri 400’ncü buluşma

0
402

‘Zorla kaybedilme’ uluslararası metinlerde, kişinin güvenlik kuvvetleri veya devlete bağlı paramiliter örgütler tarafından gözaltına alındıktan sonra bir daha kendisinden haber alınmaması ve ‘gözaltında kayıp’ olgusunun devlet yetkililerince inkâr edilmesine karşılık geliyor ve insanlığa karşı işlenen suçlar kapsamında ele alınıyor. Türkiye, “Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme”yi imzalamamakta direniyor


‘Zorla kaybedilme’ kaybedilenin sadece bedeninin değil bütün bir tarihinin, geleceğinin yok edilmesini hedefler. Kimileyin karanlık bir kuytuda, kimileyinse güpegündüz kaçırılan, gözaltına alınan, işkence gören ve insanlık dışı muameleye maruz bırakılan ‘kurban’ ardında kopkoyu bir belirsizlik bırakır. İşte o belirsizlik, sadece kaybedilenin değil, kayıp yakınlarının da geleceğini çalar; onları yaslarını tutmaktan mahrum eder ve acılarıyla yüzleşip geleceğe uzanmalarına mâni olur. Bu yüdendir ki ‘zorla kaybedilme,’ en zâlimâne insan hakkı ihlali sayılır. Yetkililer kurbanın akıbetine ilişkin sorumluluk kabul etmez! Kaybedilen bedenlerin konuşamayacağını bilirler. Kaybedilenin cinayete kurban gittiğine dair somut bir delil, bir beden, yoktur geride. Nereye başvuracağını bilmeyen kayıp yakını büyük bir çaresizlik ve belirsizlik içinde buluverir kendini.

Belirsizlik Altınşehir Kimsesiz Mezarlığı’ndan seslenen Hasan Ocak’ın yıllar yılı sürecek vakur bir direnişe nefes vermesiyle delindi. Tıpkı işkenceli sorgudaki gibi sadece ismini fısıldadı Hasan Ocak: “Adım Hasan Ocak, her şey kimliğimde yazıyor.” Ocak’ın kaybolduktan 55 gün sonra bulunan cesediyle birlikte çaresizlik, geçtiğimiz Cumartesi 400. haftasını dolduran bir ‘kaybedenlerden hesap sorma mücadelesi’ne dönüştü. Cumartesi Anneleri kaybedilen yakınlarının hesabını sormak için 24 Kasım 2012 günü 400. defa Galatasaray Meydanı’nda toplandı. Buluşmaya çok sayıda sanatçı, gazeteci, CHP ve BDP milletvekilleriyle yüzlerce kişi kırmızı karanfillerle destek verdi. Boğularak öldürüldükten sonra tanınmaması için yüzü parçalanan oğluna kimsesizler mezarlığında kavuşananne Emine Ocak, 400. buluşmada, mezarların tümü bulunana dek mücadelelerinden vazgeçmeyeceklerini ve kaybedenleri asla affetmeyeceklerini söyledi.

İşkence gördüğü ve boğularak öldürüldüğü adli tıp makamlarınca teyit edilen Hasan Ocak’ın cansız bedeni gözaltında kayıpların somut bir kanıtı ve dolayısıyla devletin “gözaltında kayıp” suçunu zımnen kabulünün sembolü oluverdi. Kendisiyle aynı gün gözaltına alınan ve işkence edilmiş bedeni 200 metre ötedeki bir başka mezarlıkta bulunan Rıdvan Karakoç’un yakınlarıyla bir araya gelen Hasan Ocak’ın ailesi, 1995 yılının Mayıs ayında Galatasaray Lisesi önünde Cumartesi oturmalarını başlattılar. Talepleri belliydi: “Kayıplar son bulsun, kayıpların akıbeti açıklansın, sorumlular bulunsun ve yargılansın.” Ailelerin sessiz direnişi, güvenlik güçlerinin engellemeleri ve saldırılarına rağmen dört yıl boyunca çoğalarak sürdü. Mücadele hukuki zemine de taşındı; iç hukuk yolları tıkandığında AİHM’e başvuruldu ve davaların büyük çoğunluğu Türkiye aleyhine mahkumiyet ile sonuçlandı. 200 haftanın ardından, polis şiddetinin giderek artması neticesinde, 13 Mart 1999’da Cumartesi Oturmaları’na ara verildi. Ergenekon davasının gündeme gelmesiyle, Cumartesi Anneleri on yıl aradan sonra, 2009’da, her zaman olduğu gibi saat tam 12:00’de Galatasaray Meydanı’nda eylemlemlerini sürdürme kararı aldılar. O gün bugündür aralıksız her hafta Cumartesi günü Galatasaray Lisesi’nin önünde buluşuyor Cumartesi Anneleri/İnsanları; bir ellerinde kaybedilenlerin fotoğrafı, diğerinde kırmızı karanfil.

‘Zorla kaybedilme,’ uluslararası metinlerde, kişinin güvenlik kuvvetleri veya devlete bağlı paramiliter örgütler tarafından gözaltına alındıktan sonra bir daha kendisinden haber alınmaması ve ‘gözaltında kayıp’ olgusunun devlet yetkililerince inkâr edilmesine karşılık geliyor ve insanlığa karşı işlenen suçlar kapsamında ele alınıyor. ‘Zorla kaybedilme’nin dönem dönem sistematik olarak tecrübe edildiği bir ülke olarak Türkiye, “Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme”yi imzalamamakta direniyor. Sözleşmenin imzalanması durumunda ‘zorla kaybedilme’ iç hukukta açıkça suç olarak tanımlanacak ve kaybedilenlerin ve ailelerinin hakları teminat altına alınacak. Kısa bir süre önce, 14 Kasım 2012 tarihinde, CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, TBMM Başkanlığı’na sunduğu soru önergesinde hükümete Sözleşme’nin niçin imzalanmadığı sorusunu yöneltti. Soru henüz yanıtlanmış değil.

Türkiye’de ‘zorla kaybedilme’ ya da ‘gözaltında kaybetme’ sürecinin sistematik olarak tecrübe edilmesi 12 Eylül 1980 darbesinin ürünü. 1990’lı yıllarda Kürt hareketiyle mücadelede devletin gayri-resmi politikası haline gelen ‘gözaltında kaybetmeler,’ iyiyden iyiye yaygınlık kazandı ve kurbanları “beyaz Renault’a bindiren” “telsizli” faillerin alenileştiği bir döneme girildi. “Gözaltında kayıplar,” 2000’li yılların sonunda Ergenekon Davası kapsamında, “faili meçhuller” ve “asit kuyuları” başlıklarıyla yeniden gündeme geldi. Cumartesi Anneleri’nin 2011 Şubat’ında Başbakan Erdoğan’la yaptıkları görüşmeden şimdiye dek bir sonuç alınmışa benzemiyor. Lakin Anneler kararlı; her Cumartesi, saat tam 12:00’de Galatasaray Meydanı’nda kayıplarının akıbetini sormayı sürdürecekler.

Cumartesi Günlüğü’nden

31 Ocak 2009 günlerden Ali İhsan Dağlı. 1995’te Diyarbakır’ın Silvan ilçesi, Eşme köyünde gözaltına alındı. Silvan’da bir askeri üste sorgulandıktan sonra kurşuna dizildi. Dağlı’yı gözaltındayken görenlerin tanıklıkları sonucu AİHM Türkiye’yi mahkum etti. Dağlı kaybedildiğinde kızı Medya üç yaşındaydı.

7 Şubat 2009 günlerden Ali Tekdağ. 1994’te, eşinin gözleri önünde, silahlı, telsizli kişilerce başına ceket geçirilerek beyaz bir Renault’ya bindirildi. Bir Jitem subayının iddialarına göre, silahla taranmış bedeni öldükten sonra tanınmaması için benzin dökülerek yakıldı ve Silvan-Diyarbakır karayolunda bir dere yatağına gömüldü.

15 Şubat 2009 günlerden Murat Yıldız. Sivil polislerin de bulunduğu bir kafetaryada çıkan tartışmada silahla havaya ateş açtığı gerekçesiyle polis tarafından karakola çağrıldı.

23 Şubat 1995 tarihinde anne Hanife Yıldız, avukatıyla birlikte tek çocuğu Murat’ı İzmir Bornova Özkanlar Asayiş Şubesi’ne teslim etti. Kaybedildiğinde 20 yaşındaydı.

21 Şubat 2009 günlerden Mehmet Can, günlerden Mehmet Kaya. İnsan Hakları Derneği (İHD) Elazığ Şubesi Başkanı avukat Metin Can ve İHD üyesi doktor Hasan Kaya’nın işkence edilen bedenleri 26 Şubat 1993’te Tunceli, Dinar köprüsü altında bulundu. Kaybedildiklerinin ertesi günü ayakkabıları evlerinin yakınına atılmış, işkence altındaki sesleri ailelerine dinletilmişti. AİHM Can ve Kaya’nın ölümünden Türkiye’yi mahkum etti.

28 Şubat 2009 günlerden Fehmi Tosun. 19 Ekim 1995 tarihinde İstanbul Avcılar’daki evinin önünden karısı Hanım Tosun, beş çocuğu ve mahallelinin gözleri önünde ellerinde telsiz ve silah olan kişilerce kaçırıldı ve bir daha kendisinden haber alınamadı. Fehmi Tosun 36 yaşında kaybedildiğinde on yaşında olan kızı Jiyan, Galatasaray Meydanı’nda her Cumartesi babasının fotoğrafını taşıyor.

8 Mart 2009 günlerden Hasan Gülünay. 1992 Temmuz’unda gözaltına alındı. Gayrettepe Şubesi’nde işkencede “Ben Hasan Gülünay, beni kaybetmeye çalışıyorlar” diyen sesi yankılandı. Kaybedildiğinde 32 yaşındaydı. Eşi Birsen Gülünay ve çocukları Deniz ve Cihan, her Cumartesi saat 12’de Galatasaray’da.

14 Mart 2009 günlerden Ayşenur Şimşek, günlerden Recai Aydın. 24 Ocak 1995’te gözaltına alınan eczacı Şimşek’in işkence edilmiş bedeni 78 gün sonra Gölbaşı’nda bir mezarda bulundu. Ankara Sağlık-Sen kurucusu Şimşek, katledildiğinde 27 yaşındaydı. Dr. Recai Aydın, Temmuz 1994’te Diyarbakır’daki evinden çalıştığı sağlık ocağına gitmek için ayrıldı. Abdülkadir Aygan’ın itiraflarında Jitem elemanlarınca katledildiği ifade edilen Aydın, kaybedildiğinde 28 yaşındaydı.

4 Nisan 2009 günlerden Talat Türkoğlu. Nisan 1996’da Edirne’den İstanbul’a dönerken kaybedildi. İtirafçı Kasım Açık, kendi el yazısıyla yaptığı itirafta, Türkoğlu’nun polis memurları, askerler ve itirafçılardan oluşan bir ekip tarafından sorgulanıp, öldürülerek Meriç Nehri’ne atıldığını söyledi. Türkoğlu, TİP Edirne eski il başkanıydı. Eşi Hasene Türkoğlu’nun verdiği hukuk mücadelesi sonucunda Türkiye AİHM’ce mahkum edildi.

11 Nisan 2009 günlerden Kenan Bilgin. 1994 Eylül’ünde Ankara’da bir otobüs durağında gözaltına alındı. Dokuz kişi Bilgin’i Ankara Terörle Mücadele Şubesi’nde gördüklerine dair tanıklık ettiler. İtirafçıların aktardıklarına göre Bilgin ağır işkenceler sonucu öldürülmüş ve Gölbaşı’ndaki bir araziye gömülmüştü. AİHM Türkiye’yi Kenan Bilgin’i gözaltında kaybetmekten mahkum etti.

2 Mayıs 2009 günlerden Neslihan Uslu, Metin Andaç, Hasan Aydoğan, Mehmet Ali Mandan. 31 Mart 1998’de İzmir Alaçatı’da gözaltında kaybedildiler. Jitem’ci Turan Ünal’ın itiraflarına göre kontrgerillaya ait binalarda işkence altında sorgulandılar ve bir balıkçı teknesine bindirildiler. Bindirildikleri tekne bomba ile infilak ettirilerek batırıldı.

23 Mayıs 2009 günlerden Kasım Alpsoy. 18 Mayıs 1994’te sabaha karşı Adana’daki evi basılarak polislerce gözaltına alındı. İşkenceli sorgunun ardından ertesi gün serbest bırakıldı ve kimliğini almak üzere gittiği Adana Emniyeti’nden geri çıkamadı. Deri dikim işçisi Alpsoy, 30 yaşında kaybedildiğinde eşi Erdoğan üç aylık hamile, oğlu Mehmet ise on iki yaşındaydı. Torunu Gülbahar Aksoy, her Cumartesi dedesinin fotoğrafıyla Galatasaray Meydanı’nda kaybedenlerden hesap soruyor.

30 Mayıs 2009 günlerden İbrahim Çelik, günlerden Edip Çelik. Baba ve oğul Çelik, 1994 Temmuz’unda Batman’daki evlerinden maskeli kişilerce alındılar. Bir daha kendilerinden haber alınamadı. İbrahim Çelik’ın kızı Feryal Çelik, yıllardır babası ile kardeşini aradıklarını, annesinin ölmeden önce tek isteğinin oğlunun mezarını görmek olduğunu ifade ediyor.

20 Haziran 2009 günlerden Seyhan Doğan. 29 Ekim 1995 gecesi Mardin Dargeçit’te evinden askerlerce gözaltına alındığında 13 yaşındaydı. Kendisiyle birlikte gözaltına alınan ve bir süre sonra bırakılan 9 yaşındaki kardeşi Hazni, çok ağır işkencelerden geçirildiklerini aktardı. Oğlunun akıbetini öğrenemeyince Med TV’ye çıkan anne Asiye Doğan gözaltında geçirdiği ağır işkencelerden sonra kaldırıldığı hastenede yaşamını yitirdi.

12 Eylül 2009 Cumartesi günlerden Hayrettin, Cemil, Maksut, Hüseyin. Hayrettin Eren, 21 Kasım 1980’de gözaltına alındığında 26 yaşındaydı. Dönemin gözaltı merkezi Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü önünde arabası bulunmasına karşın, yetkililerden,»Bizde yok»yanıtını aldı yakınları. Küçük kardeşi Faruk, ablaları ve annesi Hayretin Eren’in akıbetini sormakta kararlı. Baba Kemalettin Eren ise oğlunun mezarına kavuşamadan geçtiğimiz Ocak ayında 87 yaşında hayata gözlerini yumdu. Hayrettin Çerkesti. Cemil Kırbayır, 13 Eylül 1980’de Kars, Göle’deki evinden gözaltına alındı, işkencede katledildi ve kaybedildi. 103 yaşındaki annesi Berfo Kırbayır, darbecilerden ve işkencecilerden hesap sormak için hâlâ meydanlarda. Maksut Tepeli, 2 Şubat 1984’te gözaltına alındı. Gayrettepe Siyasi Şube’de yoğun işkence sonucu yaşamını yitirdiğinde 25 yaşındaydı. Eşi Şehriban Tepeli ve kızı Diren, Maksut Tepeli’nin mezarına kavuşmanın mücadelesini veriyor. Hüseyin Morsümbül, 18 Eylül 1980’de evinden polis ve askerlerce alındı. Gözaltına alınan babası Hanefi Morsümbül’e, önce oğlunun firar ettiği, sonra da öldüğü söylendi. Dört yıl sonra evlerini arayan biri Hüseyin’in işkencede öldürüldüğünü ve Murat Nehri’ne atıldığını söyledi. Ailesi Galatasaray Meydanı’nda oğullarının akıbetini soruyor.

17 Ekim 2009 günlerden Hüseyin Toraman. 27 Ekim 1991’de İstanbul Kocamustafapaşa’daki evinin önünde mahallelilerin gözleri önünde kaçırıldı. Pazar kahvaltısı için ekmek almaya çıkmıştı. Annesi Hatice Toraman, oğlunu aramaktan hiç vazgeçmedi. Hüseyin gözaltına alındığında 24 yaşındaydı. Hâlâ 24 yaşında.

16 Ocak 2010 günlerden İsmail Şahin. Beyoğlu Belediyesi’nde temizlik işçisiydi. 1996 yılının Ocak ayında kaybedildi. Eşinin Karaköy Karakolu’na götürüldüğünü öğrenen Kiraz Şahin, o gün bugündür İsmail Şahin’i arıyor.

24 Ekim 2010 günlerden Düzgün Tekin. 21 Ekim 1995 tarihinde işyerine giderken gözaltına alındı. İtirafçı Kasım Açık, Düzgün Tekin’in Jitem birimi tarafından sorgulandığını öldürülerek Çadırkent Çöplüğü’ne gömüldüğünü söyledi. Anne Elif Tekin, oğlunun mezarını aramayı sürdürüyor.

6 Mart 2010 günlerden Lütfiye Kaçar. 5 Ekim1994 tarihinde İstanbul’da gözaltına alındı. İşkencede katledildi.

21 Mart 2010 günlerden Hasan Ocak. 21 Mart 1995’te gözaltına alındı. “Benim adım Hasan Ocak” diye seslendi, sesi kaybedilenlerin sesi oldu.

17 Eylül 2011 günlerden Ayhan Efeoğlu, günlerden Ali Efeoğlu. Yıldız Teknik Üniversitesi öğrencisi 25 yaşındaki Ayhan, 6 Ekim 1992’de okulun önünde elinde telsiz telefon bulunan sivil polisler tarafından gözaltına alınarak kaybedildi. Kardeşi Ali, kendisinden iki yıl sonra 5 Ocak günü İznik İstanbul yolunda gözaltına alındı ve o gün bugündür kendisinden haber alınamıyor. Özel Harekat Polisi Ayhan Çarkın, itiraflarında Ayhan Efeoğlu’nun işkencede parçalanmış bedenini kendisinin taşıdığını belirtti. Bu yazı kaleme alınırken, TAYAD yetkilileri, 1 Aralık 2012 tarihinde Silivri’deki bir mezarda Ayhan Efeoğlu’na ait kemik parçaları bulunduğunu açıkladılar.

24 Kasım 2012 günlerden ‘Mahur Beste’ “Ben bir anayım; beni dinlemek zorundasınız, sesimi işitmek zorundasınız”

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz