Ortadoğu coğrafyası, ‘stratejik çıkar,’ ‘konjonktür’, ‘jeopolitik önem’ gibi yavanlaşmış kalıplarla yüklü tahlil ve perspektifler için her daim iştah kabartıcıdır. Söz konusu kalıplara tevessül etmeden ‘halkları’ merkeze alan bir yaklaşım geliştirmenin güçlüklerini ilk elden teslim etmek gerekiyor. Egemenler açısından Ortadoğu, hamlelerin hesaplandığı bir satranç tahtasını andırıyor. Aslında tablo çok da karmaşık değil. Hatta tam tersine,dünyadaki yeni kamplaşmanın Suriye üzerinden çok net okunabileceğini söylemek mümkün. Nihayetinde saflar belli: Türkiye, Katar, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin başını çektikleri NATO kampının karşısında Çin ve Rusya destekli İran, Lübnan ve Suriye cephesi yer alıyor.

Egemenlerin öncelikli hedefi Ortadoğu halklarının geleceklerini ve bir arada yaşama umutlarını yok etmek. Yakın dönemde Suriye’de yaşananlar bu hedefin ne türden vahim sonuçlara yol açabileceğine dair somut bir tablo sunuyor. ABD’nin temelden bir düzen değişikliği ve altüst oluşa karşı diktatörlüğü feda etme üzerine inşa ettiği pozisyon Suriye için de geçerli. ABD’nin başını çektiği Batı bloğunun hedef tahtasında Suriye devletinin yer almasının temel nedeni, İran ile arasındaki işbirliği. ABD’nin ve İsrail’in çıkarlarına tehdit teşkil eden büyük lokma İran’ın bölgede yalnızlaştırılması bakımından Suriye mevzisinin ortadan kaldırılması elzem görünüyor. Suriye’nin, İsrail karşıtı mücadelede bir direniş aktörü olduğu tescillenen Hizbullah’a yönelik korumacı yaklaşımı da bir an evvel ‘düzeltilmesi’ gerekenler listesinin başında. İsrail’in Hamas askeri liderlerinden Ahmed Caberi’ye suikast düzenlemesinin ardından başlayan Gazze’ye yönelik Savunma Sütunu Operasyonu’nundan sonra Hamas, yakın dönem müttefiklerini belirlemiş oldu. Hamas’ın sürgündeki siyasi lideri Halid Meşal’in Şam’ı terkederek Katar’ın başkenti Doha’ya yerleşmesi hareketin siyasal yönelimi konusunda yeterince veri sunuyor: Yıllardır İran ve Suriye’nin sağladığı askeri ve stratejik destekle mücadelesini sürdüren Hamas, yol arkadaşlarını değiştiriyor. Ez cümle, Suriye ve İran mevzi yitiriyor, Hamas ehlileşme sinyalleri vererek El Fetih’leşme yolunda adım adım ilerliyor. Yıllardır muhalefetini Şam’dan sürdüren Hamas’ın şimdilerde Suriye devletine karşı muhalefetin bir parçası haline gelmesi oldukça ironik. Gazze’deki Başbakan İsmail Haniye, Suriye’nin kendilerinden hiçbir askeri desteği esirgemediğini resmen ikrar etse de Suriye’de olup bitenler hususunda sessizliğini koruyor.

Savunma Sütunu Operasyonu, Türkiye’nin bölgeye yönelik emperyal hevesleri ve liderlik düşlerinin de sonunu getirmişe benzer. Nitekim Erdoğan hükümeti savaşın en büyük kaybedenlerinden biri olarak gösteriliyor. Hükümetin İsrail ve Filistin arasında arabuluculuk girişimi diplomatik açıdan başarısızlıkla sonuçlandı. Türkiye’nin Müslüman Kardeşler hamiliğine soyunarak bölgede itibar elde etme çabasından rahatsız olan Kör fez monarşileri, kendileri için en uygun ortağın Mısır’ın Müslüman Kardeşler kökenli Mursi iktidarı olduğu konusunda hemfikir. İktidara gelir gelmez, “devrimimizi ihraç etmeyeceğiz” mesajları vererek bölge monarşilerini rahatlatan Mısır’ın yeni devlet başkanı Mursi, ABD’den gelen para yardımı olmadan iktidarda uzun süre kalamayacaklarının farkında. Ehlileştirilmiş bir Müslüman Kardeşler hem Mısır’da hem de Hamas özelinde Filistin’de ABD/NATO cephesinin işlerini epey kolaylaştırıyor.

Ortadoğu açısından en önemli gelişme, ABD’nin bayrağı İsrail gibi kadim müttefiklere ve Mısır gibi yeni ortaklara devrederek bölgedeki ağırlığını hafifletme yoluna gitmesi. Obama hükümeti tıpkı Soğuk Savaş dönemindeki gibi, yeni bir “kuşatma stratejisine” hazırlanıyor. Çin’in etkisini frenleme hedefi güden bu kapsamlı strateji, Ortadoğu’dan tedrici bir geri çekilişi ve ağırlığı Asya- Pasifik’e kaydırmayı öngörüyor. Uluslararası ilişkiler alanında çalışan birçok gözlemci, ABD’nin yeni yönelimine uygun düşen kavramın “geri çekilme” değil Ortadoğu’daki “rolünü hafifletme” olabileceğinin altını çiziyor. Obama’nın başkan seçilir seçilmez ilk yurtdışı gezisinin Tayland, Myanmar ve Kamboçya ziyaretlerini içeren Asya turu olması, Çin’e karşı yeni müttefikler yaratma mücadelesinin ilk adımı olarak değerlendiriliyor.

ABD’nin dış politikada ağırlığının Ortadoğu’dan Asya Pasifik’e yönelmesi, Ortadoğu coğrafyasındaki işbirlikçi aktörlerin birbirlerinden rol çalma konusunda kıyasıya bir mücadeleye tutuşacakları bir sürecin ilk işaretlerini veriyor. Bölge dışı bir aktör olarak Fransa’nın şimdiden hazırlıklara başladığı da bir süredir konuşuluyor. Sömürgeci geçmişi sebebiyle bölgeyi iyi tanıyan Fransız devleti için, Körfez sermayesi iktisadi krizin üstesinden gelmede işe yarar görülüyor. Nitekim kısa bir süre evvel Suriyeli muhaliflerin Paris’e büyükelçi atamaları Fransa’nın çoktan kolları sıvadığının bir göstergesi. Türkiye’nin bu rol kapma mücadelesinde şansı olduğunu söylemek oldukça güç. İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi, Türkiye’nin bölgedeki pozisyonunu en iyi özetleyen cümleyi sarf etmiş: “Türkiye toprağı demek, NATO toprağı demek.” Bölge halkları ve ezilenler açısından bu söz, yeterince şey anlatıyor.

*Yrd. Doç. Dr.
İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi öğretim üyesi. Lisans ve yüksek lisans eğitimini ODTÜ Siyaset Bilimi Bölümünde tamamladı. Doktora derecesini Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nden aldı. Türkiye’nin Siyasal Yapısı, Ortadoğu ve İsrail üzerine çalışıyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz