Bozaaaaaaaaaa!
Bozaaaaaaaaaa!
Eskiden sık sık yapardım…
Geç saatlerde ıssız bir sokaktan geçerken, muziplik yapmak için bağırırdım…
Bozaaaaaaaaa! Bozaaaaaaaaa! İstanbul’a taşınana kadar neredeyse hiç içemedim…
…
Vefa dışında ‘ vefa bozası’ olmazdı…
Kadıköy Altıyol’dan iskeleye doğru inerken sağ tarafta bir dükkanda olurdu…
Çoğu zaman kalmazdı…
…
Boza denince mermer gelir hemen akla…
Damarlı mermer tezgah…
…
Maksime Kıvamında…
Oubykh Mektupları…
…
Biraz mayhoş, fermente olmuş…
Köpük köpük…
…
Yoktu İstanbul dışında…
…
Bozaaaaaa! Bozaaaaaa! Bağıran çağıran yoktu bizim sokaklarda…
…
Burada da, ayı oynatıcıları kalmadı…
Taze süt satan kalmadı…
Sahur zamanı davul çaldığını zannedenler ise hala var…
…
Nadiren elinde bidonuyla sokaktan geçen bozacı var…
Leblebisi varsa güzel olur… Olmasa da olur…
Tarçın, az biraz dökülür üstüne…
…
Çok güzelse, hele bir de lezzetliyse, her nedense o yoğun kıvamdan bir miktar dibinde kalır cam bardağın…
Dilin yettiği kadar, bir yere kadar…
Alt-üst olmuş bardağın dibinden, ağır ağır ağzımıza aksın diye beklenir adabınca, o da bir yere kadar…
Keşke biraz daha alsaydık demek, işe yaramaz…
…
Valiz ile gidiliyor seyahatlere… Babasının valizi, annesinin sepeti…
…
Teşvikiye, Nişantaşı, Beşiktaş…
…
Yokuşu olan semtlerin sokaklarına alışık olan, düz yolda yürümeyi sevmez…
Kafasında ki bir tuhaflık, kafamızda bir tuhaflık olmuş sonunda…
…
Tuhaflık düz yolda ayrı, yokuşta ayrı…
…
Soğuk kış geceleri…
Satacak bozanız olmasa bile, bir defa benim için deneyin…
Bozaaaaaaaaa! Bozaaaaaaaaa! Çekinmeyin, kitabı okuyan olmadığı gibi, boza alacaklar da çıkmayacaktır karşınıza…