Madina Elmurzieva: İndirildiğimiz istasyonda kar fırtınası vardı. Büyüklerimiz bir patates yığını görünce patatesleri soymaya başladı. Tam o sırada biri geldi ve soyulmuş patatesleri toplayıp gitti. İşte o zaman bir kez daha anladık ki açlıkla karşı karşıyayız.”
Gabriel Yandiev: “Tek hayalimiz doyasıya ekmek yiyebilmekti. Sonrasında ölsek de umurumuzda değildi.”
Bir başka İnguş’un anlattıkları: “Sekiz kişilik bir aileydik. Çocuktum. Götürüldüğümüz yerde toprağı kazarak yeraltı sığınakları yaptık ama kış günü bu sığınaklarda nasıl yaşanırdı ki? Çocuklar ne zaman acıksa ağlıyordu ve büyükler tuz çiğnetiyorlardı. Bunun nedenini şimdi anlıyorum, tuz nedeniyle susayıp su içtikçe karnımız şişiyor ve doyduğumuzu sanıyorduk. İşte bu şartlarda büyüdük.”
Zulay Abuezidovna: Starye-Atagi köyünden ailesi ile birlikte sürüldüğünde henüz on yaşındaydı. Uzun ve eziyetli bir yolculuğun ardından Kazakistan’ın kuzeydoğusundaki küçük bir kasabaya vardılar. Birkaç ailenin birlikte yaşadığı büyük bir odada kalmaya başladılar. Anne ve babası bir kireç fabrikasında çalışmaya başladı. Zulay, sürgüne dair hiç unutamadığı üç anısını paylaştı:
“13 Şubat 1944’te, komşumuzun benimle aynı yaştaki kızı, otomatik tüfeklerle evlerine giren askerleri görünce panikleyerek dışarı kaçmıştı. Arka bahçede bekleyen askerler ateş ederek çocuğu öldürdü. Kızının dışarı çıktığını farkeden baba kızının arkasından koştu, onu da öldürdüler. Cesetler bahçeye gömüldü.”
“Yolculuk boyunca normal istasyonlarda mola verilmiyordu. Medeniyetten uzak, karlarla kaplı, kaçmanın mümkün olamayacağı yerlerde duruluyordu. Yaklaşık on dakikalık molanın ardından tren hareket ediyordu. Yetişemeyenler karların içinde kalarak ölüyorlardı.”
“Annemle babamın çalıştığı kireç fabrikası kaldığımız eve yakındı. Yiyecek kuponları veriliyordu. Çocuklar için 100 gram, yetişkinler için 200 gram ekmek. Hepimiz açlık çekiyorduk. Bazı insanlar meyve yiyebilmek için ormana gidiyorlardı ama çoğu geri dönemiyordu, çünkü soğuktan ölüyorlardı. Şartlar öylesine vahşiydi ki insanların neredeyse yarısı tifüs nedeniyle öldü.”
Haybah’ın gençleri zehirle öldürüldü
27 Şubat 1944’te çoğunluğu kadın, çocuk, yaşlı ve engellilerden oluşan yedi yüzden fazla insan, istasyona götürülmemiş, Haybah köyünün bir ahırında yakılmıştı. Haybahlılara reva görülen zulüm sadece 27 Şubat’la sınırlı kalmayacaktı. Köyün gençlerine ne olmuştu? Bu sorunun cevabı Kazakistan’ın Karabalta bölgesindeki Mikhaylovka köyünde yaşayan Nalgiev Magomed Ahyadovich’in anlattıklarında gizli… Ahyadovich, Haybah’tan Mikhaylovka’ya getirilen yaklaşık yüz gencin (kız ve erkek) kaderine şahit olmuştu. Gençler, beton bloklardan oluşan çatısız eski bir değirmene yerleşmişti. Kıştı ve çok soğuktu. Giysileri soğuk için yetersizdi ve perişan görünüyorlardı. Görevliler onlara biraz darı vermişti. Birilerinden kap kacak istediler ve bir şekilde pişirip yediler. Ertesi gün hepsi öldü, çünkü zehirlenmişlerdi. (worldchechnyaday.org, angusht.su, vainahkrg.kz)
Çeviri: Serap Canbek