2010 yılının sonlarında Hüsnü mübarek devrilecek, Kaddafi linç edilecek deseydik herkes gülerdi bize. Ah Zeynel Bin Abidin Ali ne yaptın sen? Bırakmayacaktın o koltuğu. Bak gördün mü, beğendin mi yaptığını? Herkes Tahrir Meydanında yatıp kalkar oldu. Diyeceksiniz Ortadoğu’da sular ne zaman duruldu ki ama diktatör deviren silahlar hiç bu kadar alenen yoktu. Tunus, Mısır, Libya derken bu alevden bir kıvılcım sıçradı Suriye’ye, tarih 26 Ocak 2011. Adı üstünde kıvılcımdı o ve daha henüz minicikti. Sosyal medyadan Esad’ın istifasını isteyenler meydanlara akın ediyor sniperlar üzerlerine ateş açıyordu tabi bunları Tayyip Erdoğan’ın Esad kardeşi kabul etmiyor, “Hep bu dış mikraplar” diyordu o da. “İsrail ajanları yapıyordur yav” diyordu.
Geldik Haziran aylarına, dönemin Dışişleri Bakanı Davutoğlu “Anlaşın halkınızla’’ diyor bir yandan da ülkeye mülteci kabul ediyordu. Sonra da Özgür Suriye Ordusu, Suriye Ulusal Konseyi, BM, İRAN ve Rusya, PYD hatta Çin bile bu kirli oyuna dahil oldu. Öyle bir oyundu ki bu Kofi Annan bile istifa etti garibim. Sınırda bir Türk uçağı yere düşüyor, Akçakale’de havan topları binaları uçuruyordu. Bir yandan da mülteci sayısı gün be gün artıyordu. Rusya ve İran “Dayan yiğidim, dayan aslanım,dayan Esad’ım’’ diyordu ve ömrünü uzatıyorlardı geri adım atan Batı’ya karşı.
Gelelim Çerkeslere; yıl 2012, gücü olmadan hamiliğe kalkışan bir takım kişiler internet üzerinden yine masa başından bir ağ kuruyordu, ağda kim varsa parti kurma ya da aday adaycığı olabilme yarışına giriyordu, kimi belediye başkanları da bir kez poz verip sonra selam dahi vermiyordu bu insanlara zamanla. Üç beş aile ile poz vererek “Falanca il temsilcimize yolluyoruz sizi” diyordu bazıları ve ceplerine dernek başkanları ve aktif birilerinin cep numaralarını iliştiriyorlardı utanmadan, arlanmadan, tüm sosyal medyayı rehin alırcasına boy boy poz vererek yapıyorlardı tabi ki bu pişkinliklerini. Biz o dönemde bugün olduğu gibi nerede bir Çerkes varsa en son gitmesi gereken yer anavatanıdır, ona öğretilmesi gereken dil orjinalini bozmadan anadili yani Adiğabzedir, diyor ve bununla ilgili ne yapılırsa destek sözü veriyorduk. Kabardey-Balkar’daki Perit Xase’ye, KAFFED Suriye Masası’nın mesaj sistemi ile Maykop’a gideceklere maddi destek kampanyasını sürdürüyorduk hatta derneklerimizden en çok bu çileyi çeken Reyhanlı, Antep ve Adana derneklerimize destek olabilmek için bir nebze, kıyafet ve küçük ev eşyaları yığıyorduk geçici olarak derneğe. Dernek depo gibiydi; halılar, yataklar, sobalar… Bizce hepsi geçiciydi bu yardımların. Suriyeli, Iraklı, Türkiyeli hepsinin gidecek yeri belliydi: XEKU.
Derken bir gün sosyal medyadan bir mesaj geldi belli ki çeviri programı ile yazılmış üç beş satır. Özetle “Biz de Çerkesiz, yardım lazım Samsun’dayız’’ diyordu. Hemen Kofu Mesut, Psiblen Nesren ve ben düştük peşine işin fakat arayabileceğimiz bir telefon yok, kimdir nedir belli değil gittik, Samsun’da meşhur Atatürk Heykeli’nin orada tanımadığımız birini bekliyoruz. Anladık hemen ürkek etrafına bakan kişinin Hachetsuk Şamil kardeşimiz olduğunu. “Herşeyimiz var Allah’ a şükür’’ diyordu. “İnsana ihtiyacımız var.” Akşam gittik evlerine, beş hane varmış Kışla Mahallesi’nde, su içme bahanesiyle mutfağa giren arkadaşımız anlattı ne bir tabak, ne bir kaşık olduğunu. Zaten tek odada asılı olan perde anlatıyordu durumu alen beyan. Herkesin çorapsız olduğu, diğer bir arkadaşımızın dikkatini çekti. Diğerleri de köylerde kalıyorlarmış, o evde ilk kez duyduk. Kader bu ya, yine aynı akşam sosyal medyada bir fırtına, kıyamet, bir ağabeyimiz “Samsun’da insanlık ölmüş, neden sahip çıkmıyor bir Adıge diğerine?” Şaştık kaldık bu işe, araştırdık bulduk, hemen kendisine ulaştık. Adam yerden göğe kadar haklı. Tokat’ta denk gelmiş kendilerine. Köylere Adıgeler gelmiş ve ev verilmiş. Hamzalı, Emiryusuf, Terme, Gerfi’deler hepsi. Büyüklerimiz sağolsun kendi evlerini açmış, ellerinde ne varsa yardım etmeye çalışıyorlar. Onlar yardım istemezdi zaten şu grup, bu grup farketmez onlara. Vakti zamanında Çeçen akrabalarımıza bakanlar yine onlardı onu da biliyoruz. Biz olmasak da bakarlar, ekmeklerini bölüp de paylaşırlar ama bizim nasıl haberimiz olmaz? Samsun’da Çerkesler birbirini iyi tanır aslında, iletişim içindedir. Kendimizi suçladık ilk günlerde, neden biz duymazken Nur Huda adında kendisi de yılllar önce başka bir savaş sonucu ülkesinden kopmuş bir kadın tek başına bu ailelere yardım etmeye çalışsın? Nur Huda; şimdiki adıyla Gül Hanım herkesi işe katmış ulaşabildiği; İnfakder’in tek kişilik dev ordusu Hüseyin Kılınç, Canik Belediyesi Zabıta Müdürü Erol Balcı hepsi cansiperhane destek olmuş ona, işe reklamları katmadan! Neyse dedik biz de hatanın neresinden dönersek kardır. Elimizden geldiğince artık sürekli gideceğiz. Lhaşko Şahin Konuş başkanlığında toplandık. Hemen sıvadık kolları, depoda bekleyenler de dahil elde avuçta ne varsa giriştik işe, çok güzel destek geldi üyelerimizden de. Sürekli gidiyorduk Suriyeli akrabalarımıza artık. Çok güzel bir duygu onlara ufakta da olsa katkı sağlamak. Belki bu yardım sadece Suriyeli akrabalarımıza değil biraz da onlara ev açan büyüklerimizi mutlu etmekti “yalnız değilsiniz” demekti, yardım edilecekti sürekli fakat atalarımızdan öğrendiğimiz gibi sağ elin verdiğini sol el bilmeyecekti fakat bir gün dernek başkanımız çok üzgün bir şekilde artık bir süre destek kampanyasını çok gizli yapmamızı, üyelerden mesaj ve sosyal medya aracılığıyla bir şey istememizi istedi, yaptığımız yardımların yanlış anlaşıldığını söyledi. Kimdir hala bilmiyoruz ya o zat’ı muhterem, Samsun’da Thamatesiymiş kendi tabiriyle Samsun temsilcisiymiş birilerinin !
“Biz getirdik biz bakarız onlara,reklam yapmayın siz” diyordu arayarak başkanı. Biz tek bir fotoğraf dahi yayınlamıyorduk, sadece üyelerimize gerekli olan malzemeleri duyuruyor ve ihtiyaç sahiplerine ulaştırıyorduk. Eyvallah dedik yutkunduk, sustuk bugüne kadar. Gizli gittik yeri geldi, mesaj atmadık kimseye ama direk söyledik tek tek her gördüğümüze, durumu paylaştık ki bölüşelim derdimizi de ekmeğimizi de. Sustuksa korkmadık, hiç kimseden çekinmedik. Bu arada kahvaltılar düzenleyip gazetecileri peşine takıp pozlar verdi birileri. Günler günleri kovaladı köylerdeki birçok aile nedense! Samsun Kışla Mahallesine taşındı sonra sonra. Bu arada sosyal medyayı çok iyi kullanıyor Suriyeli Çerkesler tüm Çerkesler gibi. Herhalde diğer illerdekilere de haber salmış olacaklar ki birçok farklı ilden aileler de geldi Samsun’a. Zamanla biz de sosyal medyadan, mesaj sisteminden faydalanmaya tekrar başladık derneğimizde yönetim değişince ki hemşehrilerimiz koştu her seferinde yardıma, bize iş düşürmedi hiç. Kimi Samsun’da yaşayan Uzunyaylalı Çerkesler, kimi Çarşamba’dan büyüklerimiz, kimi Ayvacık’tan genç kardeşlerimiz, kimi belediyede daire başkanı abilerimiz, kimi ev hanımı ablalarımız, kimi eczacı, kimi sadece mobilyacı, kimi memur, öğrenci, kimisi köyün bakkalı… Hepsinin de adı mıh gibi aklımda merak eden olursa tek tek yazarız… Bu yazdığım mesleklerden Samsunlular anlar kimleri kastettiğimi. Sadece on aile vardı başlarda, bu rakam elli aileyi aştı bir yılda. Dile kolay hepsi anavatanda olabilseydi keşke, kocaman bir Adıge köyümüz olurdu. Neyse dönelim asıl kahramananlarımıza. İlk yıldan bu zamana, ailelerimiz her geldiğinde hep tercümanımız oldu Hachetsuk Şamil, hep yardımcımız ve sağ kolumuz oldu. Yeni gelen herkesi buldu, bizle tanıştırdı, eksiklerini çaktırmadan not aldı, kırmadan mahcup etmeden yaklaşmamıza yardımcı oldu onlara. Yaşına göre çok olgundu, kim hangi işten anlıyor bildirirdi. Bizimle kiralık ev de arardı, yük de taşırdı yeri gelince. Okulunu da aksatmadı hiç. İngilizce öğretmeni olacaktı benim gibi… Şimdi Almanya’da daha iyi okullarda okuyacak, belki daha iyi yerlere gelecek. Türkiye’de sanayide de çalıştı, Araplara Türkçe kursları da düzenledi. Kardeşi Murad’a da iş buldu kafelerde, sanayide, berberde… Kendi gelemediği zaman “Murad gelecek Sedat bey” dedi, hiç yalnız bırakmadılar bizi. Belki de Maykop’ta eğitim gören, savaş çıktı çıkalı göremedikleri abilerinin yerine tuttular bizi, kim bilir? En küçük kardeş nam’ı diğer artist Murad zaten hep bizimleydi. Şıble’nin değişmez elemanıydı. “Sen nereye ben oraya başgan” derdi beni kızdırmak için. Çok güzel anılar biriktirdik onunla. Hiç unutamadığım, bir keresinde kulağıma eğildi “En mutlu günüm, bugün” dedi 21 Mayıs günü Kartal’da Sürgün anıtının önünde. “Bak bunlar hep akrabam yalnız değiliz, ölümden de zor yalnızlık abi” dedi. Gözleri doldu yine bu kez bir farkla, bu kez mutluydu. Türkiye’nin başka illerinden gelen Suriyeli Çerkeslerle sohbet ederken de gördüm. Hepsi şükür ki halinden memnundu. Murad’ın gözleri zaten hep dolardı bakmayın siz, gülmeye verirdi işi genelde artiz ya. Sosyal medyada kapak fotoğrafı hep Suriye’deki eviydi onun da, annesi Nawal ve ağabeyleri Şamil, Muhammed gibi. Daha yeni de bitmişti halbuki evlerinin tadilatı. Hep geri dönüp önünde tekrar oynamanın özlemi vardı içinde.
Bazı akşamlar İrfan Badur’dan bize kalırsa onu evine bırakmak, sohbet ederdik. Her zaman konu dönüp dolaşıp abisine gelirdi Kafkasya’daki. Geçtiğimiz yıl ramazanda yine böyle bir akşam “Abi, babam Maykop’a gidecek, belki de orada yaşarız artık” dedi. Yine bir bayram, yine ayrılık kısmet olmuştu onlara. Annesi iki çocukla bir yıl önce haritada bile yerini bilmediği Samsun’da, baba Safwan bir çocukla Maykop’ta büyük oğulları Muhammed’le. Aslında hem hasret gidermek hem oradaki şartları incelemek için uzun süre kaldı Maykop’ta. Orada onu karşılamada, izzet-i ikramda kusur etmemiş akrabalarımız ama umduğunu bulamamıştı, yaşanacak şartlar anlamında. Artık tek seçenek kalmıştı. Avrupa. Uluslararası güçler Suriye meselesinde bir kapı veya bir ışık gösteremediği yada göstermediği için umutsuzluk büyüktü. Tek çare ve en aydınlık kapı Avrupa görünüyordu.Türkiye bu süreçte kendisine biçilen bu insanları oyalama ve Avrupa’ya bırakmama misyonunu çok iyi gerçekleştirmişti. Burada bu misyonu sadece hükümet değil muhalefet de çok iyi körüklemişti.
Hükümet onlara kapıyı açmıştı fakat bu durum plansız ve kontrolsüzdü, saldım çayıra mevlam kayıra mantığıyla olmuştu hatta özellikle bazı Suriyelilere büyük miktar para ödeniyor gibi şehir efsaneleri ile bu insanlara da büyük umutlar verilmişti, sonu da bu şekilde hüsran olmuştur, ayaklarına gittikleri her yerde çelme takılmıştır. Ana muhalefet seçim kampanyalarında “oy verin gitsinler” demiş, Türk milliyetçisi kesim “siz boşverin onları Çin zulmünde Türkmenleri kurtaralım önce”demiş ve son olarak Kürt milliyetçisi kesim ise “Biz Işid ile savaşıyoruz, dönsünler onlar da ülkeleri için savaşsınlar” demiştir. Özetle toplum nezdinde bu insanlar her kesimin gözünde işe yaramaz insanlar olarak gösterilmiştir. Düşman yada asalak haline getirilmiştir. Ta ki Yunanistan’a kaçarken boğularak kıyıya vuran o yavruya kadar. Peki neden Yunanistan? Yunanistan üzerinden Avrupa’ya geçmek daha kolay ve daha az masraflı da ondan. Önceleri 9-10-12 bin Euro maliyet ya da geçiş ücreti vardı. Son dönemde bin Dolar’a kadar düşmüştü. Ufak bir gücü olan bile geçebiliyordu. Güzergahlar kaçakçıların yöntemlerine bağlı. Kaçakçılar yolları uzatıp daha çok fazla para almak uğraşıyor. Örneğin Suriye’den gelenler Türkiye’yi bilmediği için güzergah uzatılıyor. Mesela sığınmacıları İzmir’e geçirmek için önce İstanbul’a götürerek daha fazla uğraştıklarını göstermek istiyorlar. Samsun’dan Hatkwa Basel ilk giden oldu kaçak yollarla. Doktor Muhammed, Raza ve diğerleri de onun ardından. Bizim Hachetsukların Edirne’ye geçiş hikayesi de aslında biraz doğaçlama olmuş bir durum. Murad ve Şamil artık babalarının Avrupa’ya geçtiğini, Almanya Münih’te olduğunu bana bildirdiğinde hemen yaklaşmakta olan kurban bayramı geldi aklıma. Muhtemelen herkes ailesiyle kurban bayramını geçirecekken bu ailemizin babası Almanya’da, anne Samsun’da, ağabey Maykop’ta, çocuklardan ikisi de ölüm yollarında olacaktı. Ani bir karardı fakat düşünecek zaman da yoktu artık.
İstanbul üzerinden Edirne’ye vardıklarını, jandarmalarla karşı karşıya olduklarını ulusal kanal ekranlarından canlı olarak üzülerek gördüm. Belki geri dönerler düşüncesiyle ikna etmek üzere aradığımda, ne kadar kararlı olduklarını tekrar anladım. Bir yolunu bulup geçeceklerdi. Grubun sözcüsü yine Şamil kardeşimiz başbakanla görüşmek istediklerini belirtiyordu televizyon kanallarına. Kafkas Vakfı, İstanbul Kafkas Kültür Derneği, Adıge Khase-Çerkes Derneği ve Bahçelievler Kafkas Çerkes Derneği yöneticilerinin de dahil olduğu toplantı sonrasında grubun İstanbul Çerkes Derneği’nde misafir edilmesine karar verildi. Sokaklarda kalmamaları sağlanıyor, İstanbul Çerkes Derneğinde yatıp kalkıyorlardı. Her istekleri karşılanıyordu. Bu arada diasporamızın en çalışkan isimlerinden Tsey Murat Yalçın’ın desteğiyle bağlantı kurularak İzmir Ödemiş Ertuğrul Köyü’ne transfer edilmelerine karar verildi. Orada ya kalmaları için ikna edileceklerdi ya da illa ki geçeceklerse her türlü imkan sağlanacaktı kendilerine.
İshak Tanrıkulu Başkan, Abrek Kemal Ersöz ve diğer yönetim kurulu üyeleri ve köy sakinleri Suriyeli hemşehrilerimizi günlerce misafir ettiler. İzmir’de dolandırılmalarına ramak kalmışken hemen müdahele ederek mani oldular. Sabahlara kadar dertlerini, umutlarını paylaştılar onlarla. Köylerini gezdirdiler. Bayram süresince de onlarla beraber oldular. Ne yazık ki ikna edemediler kalmaya. Tam üç kez o ölüm botlarına bindiler.
Bu arada Samsun Şıble Çerkes Halk Dansları ekibimizde ve gençlik komisyonumuzda görev alan Ertuğrul köyünden kardeşimiz Yakup Öztürk bize son durumları ile ilgili her dakika haber veriyordu. Geceleri resmen uyumuyorduk. Kötü bir haber gelmesinden korkuyorduk. Üçüncü denemede başlayabildi yolculuk. Artık Yunanistan’da Samos adasından sağ salim aradılar. Murad ve Şamil çok mutluydular. Babalarına kavuşacaklardı aylar sonra. Oradan ver elini umut, kimi zaman saatlerce yürüyerek, engelleri bir bir aşarak uykusuz ve yorgun da olsa ver elini Almanya.
Anneleri Nawal Ramadan da gidecek, birkaç ay içinde yanlarında olacak, şimdilik sadece o kaldı Samsun’da bizimle. Bir başka bayramda ailecek hep bir arada olurlar kimbilir? Aklımızda ister istemez hep, kıyıya vuran Aylan bebek vardı son günlerde, buna da şükrettik biz. Aylan bebeğe hepimiz üzüldük, o minicik ellerine, o ayakkabılarına içimiz sızladı günlerce çıkmadı aklımızdan.
Schindler’in listesindeki o kırmızı paltolu çocuk gibi… Bu kez film değil gerçekti tam da gözümüzün önünde, burnumuzun dibinde, uzatsak ellerimizi tutabilirdik belki de… Herkesin içini yaktı elbet ama biz Çerkesler’in iki kere yandı ciğeri.
O bebekte yüz elli yıl önce karaya vuran atalarımızı görüyorduk biz, hani kimsenin sahip çıkmadığı, hani bu kez kendimizin bile sahip çıkamadığı! Hani yine emperyal güçlerin el birliğiyle dünyanın dört bir yanına sürdüğü, hani ölen yavrusunu farkedilmesin diye kucağında taşıyan, hani kaderi hep karaya vuran Çerkesler.
Sedat Uygun
Samsun Çerkes Derneği Başkanı